Hazar Beşlisi Türkiye için nasıl bir alternatif?
Hazar'ın statüsüne ilişkin anlaşma Türkiye açısından da büyük önem taşıyor. Türkiye bu anlaşma ile sağlanan uzlaşma iklimini gerek ikili gerek çoklu ilişkiler geliştirerek yönlendirebilirse, orta ve uzun vadede ciddi kazanımlar elde edebilir.
Türkiye'nin ekonomik bir savaşla karşı karşıya kaldığı bugünlerde Avrasya'nın kalbi olarak nitelendirilen Hazar'ın kıyısında çok önemli bir anlaşma imzalandı. Kazakistan'ın Hazar kıyısındaki Aktau şehrinde toplanan "Hazar Ülkeleri Devlet Başkanları Zirvesi'nde", 22 yıldır üzerinde çalışılan birçok başlıkta mutabakat sağlandı.
"Hazar Beşlisi" de denilen Rusya, İran, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan'ın bu konudaki çalışmalarının, tarihsel bir zeminde bugüne evrildiği söylenebilir. Sovyetler Birliği ve Çarlık Rusya dönemi dahil olmak üzere, 18.yüzyılın sonundan itibaren İran'la paylaşım mücadelesine sahne olan Hazar bölgesi, 1991 yılında Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığına kavuşmasıyla yeni bir boyut kazandı. Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan, enerji kaynakları açısından üretici ya da transit olma pozisyonlarını Hazar'ın statüsü ve geleceği ile ilişkilendirmeye başladılar. Böylelikle Hazar Denizi'nde (ya da gölü) yer alan zengin enerji kaynaklarının geleceği aynı zamanda jeostratejik bir konuşlanmayı beraberinde getirdi. Dünyadaki kanıtlanmış petrol rezervlerinin yüzde 6'sına, doğalgazın ise yüzde 8'ine sahip olan, balıkçılık potansiyeli ile dünya havyar ihtiyacının yüzde 90'ına yakınını karşılayan Hazar çevresinin hangi ülke tarafından nasıl kullanılacağı, sadece bölgenin değil küresel güç mücadelesinin de odağında yer alıyordu.
Hazar'ın nihai statüsü hakkında kıyıdaş ülkelerin sürdürdüğü görüşmelerin 1996 yılından bu yana inişli çıkışlı bir süreç izlediği görülüyor. Meselenin salt siyasal yönü ve su altındaki kaynakların paylaşımı öne çıkarıldığı için Devlet Başkanları düzeyinde etkili bir neticeye varılamıyordu. Özellikle 1994 yılından itibaren ABD ve Avrupalı enerji şirketlerinin Azerbaycan ve Kazakistan'a ilgisi, Hazar'ın kendi coğrafyasını aşan yönünü işaret ediyordu. Hazar'ın, Don ve Volga nehirlerine eklenen kanallar ile Karadeniz ve Baltık Denizi'ne bağlandığı dikkate alınırsa Rusya için güvenliğin sağlanması daha da önem kazanıyor. Rusya buranın uluslararası dolaşıma açılması ihtimaliyle, bir "iç deniz" olarak tarif edilmesine karşıydı. İran ise kendi payını yüzde 20'lik orana taşımak için paylaşımın eşit olması gerektiğini savunuyordu. Bu süreçte kıyıdaş ülkelerin hukuki statünün ne olduğuna yönelik tezlerini savunurken zaman zaman üçüncü devletlerin desteğine başvurduğunu unutmamak gerekiyor.
Hazar'ın geleceği konusunda üç önemli boyutun öne çıktığını söylemek mümkün: (1) Kıyıdaş ülkelerin suyun altını ve yüzeyini nasıl kullanacağının belirlenmesi, (2) Ülkeler arası rekabetlerin, tarihsel ve stratejik yönelimlerinin belirli bir dengede buluşturulması, (3) Rusya ve özellikle İran'ın Trans Hazar alanına yönelik askeri/güvenlik tehdidini bertaraf edebilmesi.
İşte bu üç önemli nokta, 12 Ağustos'taki liderler zirvesinde uzlaşmayla neticelendi. Anlaşmaya göre öncelikle Hazar ne göl, ne de deniz olarak kabul edilmiş oldu. İki durumun neticeleri bir arada uygulanabilir hale geldi. Yani deniz olarak kabul edildiğinde Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesine göre her ülkenin karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesinin belirlenme zorunluluğu ile, göl kabul edildiğinde bütünüyle milli sektörlere bölünmesi ve ortak kullanıma alınması gerekliliği karma bir modele uyarlandı. Bu kapsamlı uygulamanın, bilhassa su dibindeki kaynakların paylaşımına yönelik yol haritasının önümüzdeki süreçte belirlenmesi gerekiyor.
HAZAR'DA ABD ETKİSİ
ABD'nin Hazar'daki bu gelişmelere kayıtsız kalabileceğini düşünmek oldukça yanlış olur. Zira ABD'nin Hazar çevresine ilgisi, 1990'lı yıllarda etkisini hissettiriyor. Bu dönemde Azerbaycan ve Kazakistan'daki enerji kaynaklarıyla yakından ilgilenen ABD, Türkiye'nin de potansiyelini dikkate alarak o yıllarda Trans Hazar Doğalgaz Boru Hattı'nı destekliyor. Trans Hazar projesi Türkmenistan gazının Hazar üzerinden, Türkiye'den geçerek Avrupa'ya ulaştırılmasını hedefliyor. Rusya, Türkmen gazının kendi hatları üzerinden transferinde geri adım atmıyor. Bahsedilen dönemde Türkiye'nin nakil hatlarındaki potansiyeli o kadar güçlüdür ki Azerbaycan'da keşfedilen yeni petrolün Türkiye'den transferi bölgesel rekabeti de hızlandırmıştır. 90'lı yılların sonuna gelindiğinde Türkmenistan'ın Türkiye üzerinden Avrupa'ya açılma önerisi, dönemin yetkililerince uygun bulunmamış ve Rusya ile anlaşmaya varılmıştır. Bu kararla Türkiye enerji güvenliğinin sağlanması bakımından da önemli bir fırsatı oldukça ileriye ötelemiştir. Ocak 2018'de Washington'da Kazakistan'ın Aktau ve Kurik limanlarının askeri faaliyetlerin dışında tamamen insani yardım amaçlı da olsa kullanımına yönelik prensip anlaşmasına varılması Azerbaycan, Gürcistan, Özbekistan, Afganistan hattının ABD için önemini ortaya koyuyor. Ancak 12 Ağustos'taki anlaşma bu hattın ABD'nin uzun vadeli amaçları bakımından işlevselliğini yitireceğine işaret ediyor. Nitekim Aktau'daki anlaşma sonrası Kazakistan Dışişleri Bakanı Kayrat Abdrahmanov, ABD'nin Hazar kıyısında askeri bir üs kurmasının mümkün olmadığını belirtmesi, sıradan bir açıklama olarak değerlendirilmemeli. Yine de ABD'li enerji şirketlerinin Azerbaycan ve Kazakistan'daki varlığı, Afganistan ve Ortadoğu'ya lojistik imkanların aktarılması ve Rusya-Çin dengesinde etki sahasını güçlendirmek için Hazar ve çevresindeki ilgisinin devam edeceği ifade edilmeli.
Bu arada anlaşma ile gerçekleşen ama pek gündeme gelmeyen hususlar da var. Hukuki statünün belirlenmesi ile Kazakistan ülkenin son sınır tartışmasına da nokta koydu ve güvenceye aldı. Ve aynı gün Hazar bağlantılı olarak Kazakistan topraklarından geçen ilk konteyner Özbekistan'a ulaştı. Bunun ne kadar önemli olduğunu Türkiye'nin sürece dahil olması ile göreceğiz. Ayrıca Polonya elmasının Hazar üzerinden Çin'e taşınması için ilk transferin projelendirilmesi arka planda ne denli faaliyetlerin yaşandığını göstermesi bakımından önemlidir.
TÜRKİYE NELER YAPABİLİR?
Bu anlaşma Türkiye açısından da büyük önem taşıyor. ABD ile yaşanan sorunlar ve Trump yönetiminin Türkiye'ye yönelik hasmane tutumu göz önüne alındığında Avrasya coğrafyasındaki yeni işbirliği imkanları irdelenmeye değer gözüküyor. Böyle bakıldığında Aktau'daki anlaşmada Hazar'ın özel bir statüyle donanmış bir iç su niteliği kazanması, Trans Hazar geçişi için soru işaretleri meydana getiriyor. Önümüzdeki süreçte Rusya ve İran'ın hatta Çin'in bu projeye olan yaklaşımı Hazar'daki olası enerji güzergahlarını netleştirecektir. Hiç şüphesiz bu dengede iki önemli gelişme takip edilmelidir. Birincisi ABD'nin kendi petrol ve gazını üretmesiyle Trans Hazar vb projelere alternatifler geliştirme yönelimi. İkincisi de yaklaşan İran ambargosu sonrası Hazar beşlisinin nasıl bir strateji izleyeceği.
Teknik/hukuki kısıtlamaların süreç içerisinde güncellenebileceği düşünüldüğünde, Türkiye'nin Hazar çevresindeki gelişmelere kayıtsız kalması beklenmemeli. Tüm bu çerçeve "Nato mu? Şanghay mı?" "Batı mı? Avrasya mı?" şeklinde örülen tartışmaların öznesi haline gelen Türkiye'nin aslında her iki alanın vazgeçilmezi olduğunu göstermesi bakımından anlamlıdır. Bir başka ifadeyle Türkiye, hem Batının hem de Doğunun avantaj ve dezavantajlı unsurlarında ciddi bir kesişme noktasıdır. Böylesi bir yaklaşım Türkiye'nin jeopolitik düzlemde "etkin tarafsızlık" ve "çok taraflılık" politikasına vurgu yapmaktadır.
Türkiye bu anlaşma ile sağlanan mutabakatı ve uzlaşma iklimini gerek ikili, gerek çoklu ilişkiler geliştirerek yönlendirebilirse özellikle orta ve uzun vadede ciddi kazanımlar elde etmesi pek mümkündür. Burada iki temel husus vardır. Birisi ulaşım diğeri bununla bağlantılı enerji işbirliğidir.
Türkiye'nin kendi istikrarı ve güvenliği Hazar'a komşu diğer ülkeler için de önemlidir. Trump ve ABD'nin bölgedeki etkisinin bu beş ülkenin enerji güvenliği açısından da Türkiye'yi daha anlamlı bir yere taşıyabileceğini öngörmek güç değil. Yeter ki biz bu mücadelen başarıyla çıkabilelim.
Ulaşım konusunda Türkiye'nin var olan çabaları hızla desteklenirse Türkiye'den Asya, Çin pazarına yapılan taşımacılık kazançlı bir noktaya getirilebilir. Bu çabalardan birisi "Trans-Hazar Uluslararası Ulaştırma Güzergâhı Koordinasyon Komitesinin Kurulması Hakkında Anlaşma"dır. Kazakistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında 2013 yılında imzalanmıştı. Bu projenin nihai gayesi Orta Asya ve Avrupa arasındaki demiryolu ile gerçekleştirilen yük taşımacılığını Hazar Denizi'ne kaydırmaktır. Söz konusu anlaşmaya 2014'te Türkiye ve sonra da Çin dahil olmuştur. Çin'den hareketle Kazakistan üzerinden Azerbaycan'a giden ilk konteyner treninin deneme sürüşü başarılıyla gerçekleştirilmiştir. Türkiye üzerinden geçerek Avrupa'ya ulaşacak ikinci deneme sürüşüne ilişkin hazırlıklar halihazırda devam etmektedir. Desteklenmesi gereken bir başka çaba Türk Keneşi (Türk Konseyi) çatısı altında olgunlaştırılan Kardeş Liman Projesidir. Bu proje Bakü, Aktau ve Samsun Limanları arasında imzalanan bir anlaşmadır. Son olarak Türkmenistan'ın Türkmenbaşı limanının da anlaşmaya katılması çağrısı yapılmıştır. Bu hattın Hazar'ın güvenliği ile tahkim edilmesi, yük taşımacılığında Türk özel sektörüne ciddi imkanlar sunacaktır. Çünkü Türkiye'den Orta Asya bölgesine giden yük taşımacılığının yüzde 75'i İran üzerinden geçmekte diğer kısım ise Rusya ve Hazar Denizinden. Azerbaycan-Kazakistan-Türkmenistan hattında RoRo taşımacılığı ile bu yüzde 75'lik kısmın yüzde 80'inin Hazar üzerinden kaydırılması mümkün.
Bir diğer konu da Hazar'ın hukuki ve diplomatik açıdan istikrar kazanmasıyla Çin'in öncülüğünde süregelen İpek Yolu Projesi hızlanacak ve bölge ülkeleri arasındaki ekonomik bağımlılığı farklı noktalara taşıyacaktır. Türkiye'nin orta koridorda, İran'ın aşağı koridorda olduğu hatırlanacak olursa Türkiye'nin bu konudaki diplomatik girişimlerini hızlandırmasında fayda vardır. Bu sebeple bölgenin istikrarsızlaştırılması tehlikesine karşı Türkiye'nin Hazar Beşlisi ile birlikte çalışması oldukça önemlidir. Özellikle ekonomik sorunlarla boğuşan Türkmenistan üzerinden yapılabilecek dış müdahalelere karşı dikkatli olunması gereklidir. Sonuçta Türkiye ABD ile sorunlarını çözme iradesini gösterirken bir yandan da Hazar çevresindeki yeni gelişmelere eklemlenmeli ve Türk Dünyası etkisini daha da güçlendirmelidir.
[Uzmanlık alanı Avrasya bölgesi ve Türk Dünyası olan Doç. Dr. Kürşad Zorlu, Ahi Evran Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesidir]