İsrail soykırımına karşı Müslümanlar olarak neler yapabiliriz?
Yazar/Vaize Fatma Bayram; "bir insan olarak" bizler Filistin için masum bebekler için davası uğruna ses çıkaran gençler için bu gençleri yetiştirmeye çalışan anneler/babalar için neler yapabileceğimizi anlatıyor. Külli boykot ve külli infakın önemi üzerinde durarak, kendi meşguliyet alanımız her neyse onu en iyi şekilde yapmak için uğraşmamız gerektiğini ifade ediyor.
Kapanmayan yaramız Filistin günlerdir, kelimelerle anlatılamayacak dehşette bir katliam yaşıyor. İşgalci İsrail'in dünyanın gözü önünde çocuk, genç, yaşlı, kadın dinlemeden yaptığı soykırımda, ölen sivillerin sayılarını saymak artık imkânsız hale geldi. Sokağa çıkıp direnebilecek, sesini duyurabilecek genç/yaşlı kimse kalmadı neredeyse. Dünya bunu seyrederken "bizler bu noktada neler yapabiliriz" diye günlerdir düşünmeye ve aktif olarak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bu konuyu bizler gibi mesele edinen pek çok vicdanlı ve aklı başında Müslüman evladı ve de insan var. Bu gibi içinden çıkılamayan ve sağlıklı düşünme yetisinin vicdan sesi ile karıştığı durumlarda, sözünün gücüne inandığımız insanlara daha çok ihtiyaç hissediyoruz. Bu ihtiyacımıza karşılık veren Yazar/Vaize Fatma Bayram hocamız; "bir insan olarak" bizler Filistin için masum bebekler için davası uğruna ses çıkaran gençler için bu gençleri yetiştirmeye çalışan anneler/babalar için neler yapabileceğimizi anlatıyor. Külli boykot ve külli infakın önemi üzerinde durarak, kendi meşguliyet alanımız her neyse onu en iyi şekilde yapmak için uğraşmamız gerektiğini ifade ediyor.
◽ Kıyas kabul etmeyecek bir gücün; toprağı, vatanı, hayat kaynakları, kısacası tüm imkânları elinden alınmış ve çok küçük bir bölgeye yığınlar şeklinde hapsedilmiş bir topluluğa, katl-i âm ettiği yani soykırım uyguladığı bir zulümle; zulüm kelimesinin bile yetmediği bir zulümle, karşı karşıyayız, diyen Fatma Bayram; bunun neden böyle olduğunu ve bizlerin neler yapabileceğini şöyle anlattı:
◽ Cevap çok açık arkadaşlar. Çünkü buradaki zulmü icra eden, soykırımı, vahşeti uygulayan İsrail'in, zihniyet ve inancı bozuk. (Bunu merak edenler, İsrailli gazeteci Israel Shahak'ın "Yahudi Tarihi Yahudi Dini" isimli kitabına bakabilirler.) Kendi tesis ettikleri inançları bunu teşvik ediyor. Yahudi olmayanları aşağı görmeyi, hor görmeyi, onları yok etmeyi, mallarını müsadere etmeyi, topraklarına, bütün mallarına el koymayı kendi inançları teşvik ediyor. Dolayısıyla buna zihinsel olarak çok hazırlar. Yani iç dünyalarında bir çelişki yaşamıyorlar. Paraya hakimler ve tabi ki buna eşlik edecek şekilde siyasi güce de hakimler. Bunu görüyoruz; dünyanın en güçlü devletlerine istediklerini yaptırıyorlar. Daha doğrusu kendileri istediklerini yapıp, onları da bir hami olarak siyasi arenada kendileriyle dünya arasına koymayı beceriyorlar.
İNANÇ ANLAMINDA ÜSTÜNÜZ
◽ Bize, bu zulme maruz kalan tarafa, İslam dünyasına baktığımızda ne yazık ki büyük bir dağınıklık içerisinde olduğumuzu görüyoruz. Birlik yok; ekonomik, siyasi, ilmi anlamda ve o ilmin tatbiki sayılacak teknolojik anlamda zayıfız. Çok da moral bozmadan, basit kelimelerle ifade etmeye çalışıyorum. Sadece inanç anlamında -gerçekten bunu iki tarafa baktığımızda çok açık bir şekilde görebiliyoruz-kıyas kabul etmeyecek şekilde kuvvetli bir üstünlüğümüz var. Özellikle İslam ülkelerinin halkları açısından baktığımızda...
◽ Fakat yönetimler arasında müthiş bir dağınıklık, zayıflık ve kimliksizlik söz konusu... Peki, bizi bile bu kadar felç eden ve çaresiz bırakan –yaşadığımız bu çaresizlik gelecekte psikolojik açıdan hepimiz için dalgalar halinde büyük sorunlar getirecek- travmaya sürükleyen sebeplerin sorumluluğu kimde?
Bu konuda kendi çevreme, konuşabildiğim, ulaşabildiğim insanlara dikkat ediyorum. Genellikle elinde kayda değer bir güç olmayan kardeşlerimiz daha yüksek ve kuvvetli sorumluluk duyuyorlar. Uykuları kaçıyor, sokaklarda geziyorlar. Ne yapabiliriz diye düşünüyorlar, ağlıyorlar. Küçük stickerları kendi bilgisayarlarında üretip, yapıştırmak gibi; kendi ürettikleriyle küçük hayır çarşıları düzenlemek gibi faaliyetlere katılmaya çalışıyorlar. Ama aslında arkadaşlar sorumluluk yukarıdan aşağıya doğru artmaz, aşağıdan yukarıya doğru artar. Yani, Cenab-ı Hak bu dünyada kime maddi zenginlik, siyasi statü, kanaat önderliği veya ilmi kudret gibi bir nimet vermişse, ona daha büyük hesap soracak, bunu biliyoruz.
Böylesine siyaset ve ekonominin iç içe girdiği soykırım karşısında, İslam dünyasında -ve bütün insanlık için söylüyorum bunu- daha güçlü olan kim varsa; makamı, statüsü kimin daha yüksekse, onun vereceği hesap daha şiddetli olacaktır ahirette... Ve bu dünyada da onlardan bu Müslümanca duruşu talep etme hakkımız var. Öncelikle sorumluluğun onlarda olduğunu hatırlatmak istiyorum. Bizleri; çeşitli etkinliklere davet ediyorlar, teşvik ediyorlar, motive ediyorlar ama görünürde - görebildiğim kadarıyla çok da ciddi bir takipçisi değilim siyasetin- kendileri -bütün İslam dünyası için söylüyorum bunu- "suspus" olmuş vaziyetteler. İslam dünyasının güç mekanizmaları, yanı başlarında kardeşleri öldürülürken, üstlerine bombalar atılırken, kitleler halinde evlerinden, yerlerinden edilirken etkili bir şey yapmıyor, bizim gibi oturup çaresizlikle seyrediyorlar. Fakat ben Allah'ın huzuruna çıktığımız zaman, kendi imkânlarımın hesabını vereceğim; onlar da kendi imkânlarının.
Bu noktada "ben ne yapabilirim diye" baktığımda, fertler için üç mecrada üç şeyi çok aktif şekilde yapmamız gerektiği kanaatindeyim. Bunlardan birincisi külli boykot.
1. MADDE "KÜLLİ BOYKOT"
Bu sistemi destekleyen, sadece İsrail'i değil, İsrail'i destekleyenleri de destekleyen bütün ürünleri olabildiğince boykot etmek gerekiyor. Artık parodisi bile çıkarıldı, karikatürize edildi ama yerli ürünlere yönelmek, yerli mallarını, üretimi tercih etmek, biraz daha kalitesiz, biraz daha pahalı da olsa onları tercih etmemiz gerekiyor. Kendi adıma söylüyorum, bunu ben yapabilirim. Dışarıdan bir ürün almak zorunda kaldığımızda olabildiğince Batı dünyasını beslemeyen ülkelerin ürünlerini tercih etmek gerekiyor. Bu seçimin doğal sonucu olarak bugün minimalizmgibi revaçta olan bir yaşam tarzı üreyecektir. Bence onu bile aşıp olabildiğince kendi kendimize yetme becerilerini geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Biliyorsunuz, bunu pandemide de yaşadık. Bir hafta, 10 gün "evlere kapanacaksınız" dediklerinde bile insanlar marketleri yağmaladılar. Çünkü ekmek, makarna bile yapamayacak kadar kendi kendimize yetme becerilerimizi kaybetmiş durumdayız. Ninelerime baktığımda, onların çarşıdan belki de sadece gaz yağı, tuz vs. aldıkları -tuzu bile bazı yörelerde insanlar kendileri üretiyor- onun dışında bütün ihtiyaç maddelerini, giyeceklerini dahi -keteni bahçelerine dikmek suretiyle- kendilerinin üretebildiklerini hatırlıyorum. Öyle bir dünyadan, çöpümüzü atacağımız poşeti bile para verip satın aldığımız bir dünyaya evrildik. Bundan tekrar geriye dönmek gerektiği kanaatindeyim.
2. MADDE "KÜLLİ İNFAK"
Özellikle böyle kriz anlarında, kırkta biri vermekle yetinmeden, -biliyorsunuz o normal şartlardaki zekatın miktarıdır- herkes elinde ne varsa getirmelidir. Siyeri bunun için okumuş olmalıyız. Her yerde atölyeler, dersler, eğitimler veriliyor. Bunlar günlük hayatta bir krizle karşı karşıya geldiğimizde hatırlanmayacaksa, hiçbir işe yaramıyor demektir. Peygamber Efendimizin (SAV) Tebük Seferi'ne çıkarken, sahabeye nasıl bir çağrıda bulunduğunu ve sahabenin de o çağrıya nasıl icabet ettiğini hatırlayalım. Bugün, Peygamberimizin (SAV) o küçük ümmete, topluluğa yaptığı liderlik gibi bir liderlikle, samimiyet ve kendisi de başta olmak üzere bütün varlığını ortaya koyuşla karşılaşmadığımız için belki de dağınık bir şekilde, ne yapacağımızı bilememekten yakınıyoruz.
Bence bugün, ihtiyacımızdan fazla her şeyimizi infak etme, oraları yeniden inşa etme vaktidir. Külli İnfak; elimizde ihtiyacımızdan fazla ne var ne yoksa onların hepsini infak etmemizdir.
3. MADDE "YAPTIĞIN İŞİ EN İYİ ŞEKİLDE YAP"
Üçüncü olarak da; kendi meşguliyet alanımız neyse; yazar, öğretmen, sanayici, turizmci vs. olarak, yaptığımız işi en iyi şekilde yapmak için uğraşmamız gerekir.
Bütün bunların ferdi sahada kalmaması için yukarıya doğru, bütün yöneticilerimize makul anlamda baskıda bulunma ve daha aktif, kuvvetli bir duruş sergilemeleri için talepte bulunma hakkına sahibiz. Sivil toplum kuruluşları, yazarlar, toplumu etkileyen, nüfuz sahibi insanlar, bu konuda biraz daha kuvvetli harekete geçmeli -bütün İslam dünyası için söylüyorum...- Bizler sokaklara çıkıyoruz, elimizden geleni yapıyoruz ama kanaat önderleri de halkların bu taleplerini yukarıya doğru daha kuvvetli bir şekilde aktarmalılar.
Bütün bunları yapsak da, çok şeyin değişmeyeceğini biliyorum. Nedeni de bu durumun İslam dünyasında ilk defa olmaması... Örneklerini Afrika'daki çeşitli ülkelerde gördük, Uzakdoğu'daki Müslüman kardeşlerimize yapılanları biliyoruz. Orta Asya'da zamanında yapılanları biliyoruz, şu anda Doğu Türkistan'da yapılanları biliyoruz. Gözümüzün önünde bundan 20 yıl önce Bosna'da yapılanları biliyoruz. Bunları biz yaşadık ve yaşıyoruz. Filistin zaten kapanmayan bir yaramız. Nesilden nesile aktırılan bir İslam davası... Dolasıyla bunları yapsak da sonuç değişecek mi, ondan çok emin değilim. Fakat Cenab-ı Hak yeryüzüne göklerden bir müdahale ettiğinde, yeryüzündekilerin hazır olması gerekir. Bunun için de bizim ahlaki anlamda kendi donanımımızı kendi ülkelerimizi kendi yönetimlerimizi Müslümanlaştırmamız gerekiyor. Yoksa, bütün bunların hiçbirini yapmadan sadece dua etmekle yetinmenin, vicdanlarımızı yatıştırmaktan başka büyük bir etkisi olacağı kanaatinde değilim.
Çünkü Rabbimiz Ra'd suresin 11. ayette bunu açıkça söylüyor: "Bir topluluk kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmeyecektir."
Bu ayetin işaret ettiği derin sosyolojik gerçeği şöyle özetleyebiliriz; devam etmesini istemediğimiz kötü bir durumu destekleyen hallerimiz devam ettiği sürece, o durum devam edecektir.
Sonuç olarak biz kulluğumuzu, insanlığımızı yerine getirmediğimiz sürece, Allah'tan bizim yerimize o kulluğu ve insanlığın gereğini yerine getirmesini beklemek, hakkımız değildir diye düşünüyorum.
Fatma Bayram