Efendimizi (SAV) en güzel anlatan sahabi: Ümmü Ma'bed (RANHA)
Efendimizin (SAV) bir yolculuk esnasında uğradığı Kudeyd köyünde karşılaştığı kadın, O'nu (SAV) izler ve detaylıca hafızasına kaydeder. Bugün Efendimizin (SAV) şemailine dair bildiklerimiz, Ümmü Ma'bed'in (RANHA) naklettikleridir. İşte Ümmü Ma'bed'in (RANHA) Efendimizle karşılaştığı o an...
📍 Mekke ile Medine arasında kızgın kumlar üzerinde, kızgın güneşin altında küçük bir köy: Kudeyd
🔷 Yokluktan varlık devşirmeye çalışan köyünün kenarına kurduğu çadırında çölden geçenlerin yiyecek ihtiyaçlarını karşılayan sıradan bir kadın, Ümmü Ma'bed (RANHA).
🔷 Ümmü Ma'bed (RANHA) bilmiyordu ki yokluk varlığa, kıtlık bolluğa gebeydi. Hele ki kuraklığın bütün şiddetiyle kendisini gösterdiği bugünlerde o bereketin kapısını çalacağını nereden bilebilirdi ki?
🔷 Ümmü Ma'bed (RANHA) o gün her zamanki gibi açlıktan karınları çekilmiş koyunlarıyla birlikte çadırının dışında oturup nasibini beklemekteydi. Yine çok sıcaktı. Sanki güneş, her geçen gün kendisini biraz daha fazla gösterme niyetindeydi. Derken, çölde birkaç gölge belirdi. Çadırına doğru yönelmişlerdi. Onları karşılamak için kalktı. Bu dört yolcudan hiçbirini tanımıyordu. Kendisine doğru yaklaştıklarında içlerinden biri hemen dikkatini çekti.
🔷 Tertemiz görünümlü aydınlık yüzlü bu kişiyi daha önce hiç görmemişti. Diğerleri arasında hemen fark edilmişti. Kendisine çok değer verildiği etrafında pervane gibi dönen dostlarından belliydi. O (SAV), bir şey söylediğinde can kulağıyla dinliyorlar ve derhal yerine getiriyorlardı. Tok sesiyle kelimeler, ağzından adeta inciler gibi dökülüyordu. Konuştuğunda asil, sustuğunda ise vakur idi. Her hali bir başka güzeldi. Ümmü Ma'bed (RANHA) O'na (SAV) baktı, O'nu (SAV) izledi, farkında olmadan her bir halini gözleriyle hafızasına nakşetti. Sonra yabancı, Ümmü Ma'bed'e (RANHA) doğru yöneldi. O anda Ümmü Ma'bed (RANHA), O'nun (SAV) gözlerindeki derinliği fark etti. Bu gözler acaba neler görmüştü? İnce uzun kaşlarının altında, iri ve sürmeli bir çift göz, nelere şahit olmuştu da bakışları böylesine derinlik kazanmıştı. Bir başka alemden olan bu bakışlar, Ümmü M'abed'e (RANHA) çok şeyler söyledi.
🔷 Birden yabancının, "süt var mı?" sorusuyla kendine geldi. Süt, keşke ona süt ikram edebilseydi ama kıtlıktan dolayı yanında ne et ne süt ne de hurma vardı. Yabancı, çadırın yanındaki çelimsiz koyunu sordu. Ümmü Ma'bed (RANHA) şakınlıkla, "ama o sürüden geri kalmış zayıf ve kısır bir koyun" Yabancı dinlemedi, onu sağmak istedi. Sağarken de dudaklarından "Allah'ım! Bu koyunu bereketli kıl!" sözleri işitildi. Bereket neydi, çölün ortasında, kıtlık ve kuraklık zamanında bereket ne demekti. Ümmü Ma'bed (RANHA) yabancının uzattığı kana kana içtiğinde öğrendi ki, bereket adını bile bilmediği bu yabancının elindeydi. Orada bulunan herkes sütten dilediğince içtiğinde artık ayrılık vakti gelmişti.
🔷 Ay yüzlü yabancı ve dostları Ümmü Ma'bed'e (RANHA) mübarek bir gün armağan etmişlerdi. Ümmü Ma'bed (RANHA) o günün adını "mübarek gün" koydu. O'nun (RANHA) ömründe artık mübarek adamın geldiği gün işaretliydi. Ümmü Ma'bed'in (RANHA) takvimi mübarek adam gelmeden önce ve mübarek adam geldikten sonra diye ikiye ayrılmıştı. O gün onun için artık bir milattı.
🔷 Eve gelip de süt dolu kabı gören eşi şaşkınlığını gizleyemedi. Ona etkisini hala üzerinde hissettiği mübarek bir zattan bahsetti. Eşi o anda durumu anladı ve O'nun (SAV) Kureyş'in peşinde olduğu kişi olduğunu söyledi. Ümmü Ma'bed'den (RANHA) O'nu (SAV) kendisine anlatmasını istedi. Ümmü Ma'bed (RANHA) o günden bugüne Allah Resulü'nü (SAV) en güzel tasvip eden kimse olarak bilindi. O (RANHA), hicret yolculuğunda Allah Resulü (SAV) ve arkadaşlarını misafir etme bahtiyarlığını elde etmişti. İnsanlar asırlardır onun anlattığı şekliyle mübarek adamı hafızalarına nakşetti. Yüzünde tatlı bir tebessüm ve gülen güzler Ümmü Ma'bed (RANHA), mübarek adamı nesillere şöyle tasvir etti:
🔷 "O, tertemiz görünümlü ve latif birisiydi. Yüzü aydınlıktı, vücut yapısı güzeldi. Güler yüzlü idi, ne şişman ne de zayıftı. Çok uzun boylu ve siyah değildi. Beyaz tenliydi. Güzel ve ahenkli bir görünüme sahipti. Ağır başlıydı. Gözlerinin siyahı ve beyazı belirgindi. Kirpikleri uzundu. Tok sesliydi. Gözleri iri ve sürmeliydi. Kaşları ince ve uzundu, bitişikti. Saçları simsiyahtı. Uzun boyunluydu, gür sakallıydı. Sustuğunda vakur duruyordu. Konuştuğunda ise doğruluyordu. Tane tane konuşuyordu. Konuşması o kadar tatlıydı ki, kelimeler ağzından inciler gibi dökülüyordu. Konuşması net ve açıktı. Ne uzatıyor ne de kısa kesiyordu. Uzaktan bakıldığında insanların en güzeli ve en sevimlisiydi. Yakından bakıldığında da tatlı ve hoş bir görünümü vardı. Orta boyluydu, göze batacak ve rahatsız edecek kadar uzun veya kısa değildi. Öyle ki, iki dalın arasındaki bir dal gibiydi. Orada bulunan üç kişi arasında en aydın yüzlü ve en kadri yüksek olanıydı. Etrafında pervane gibi dönen dostları vardı. O bir şey dediğinde kendisini dinliyorlar. Bir şey emrettiğinde derhal yerine getiriyorlardı. Belli ki, insanların etrafını kuşattığı ve hizmet ettikleri biriydi. O'nun yaptıkları da söyledikleri de boş ve anlamsız değildi."