Eğitimi
Asıl adı Mehmet olan şair, ilim tahsil etmek için Mısır'da kaldığından "Mısrî" ve "Niyâzî" mahlaslarının birleştirerek şiirlerinde Niyâzî-i Mısrî'yi kullandı.
Gençlik dönemlerinde sufilere muhalif olan Mısrî, daha sonra bu fikirlerinden vazgeçti. Malatya'da, önce İslâmî ilimlere ait temel bilgileri ardından medrese tahsiline başlayıp tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerini öğrendi. Diyarbakır'a giden bir yıl orada kaldıktan sonra Mardin'e geçen Niyâzî bu iki şehirdeki âlimlerden mantık ve kelâm okudu. Diyarbakır-Mardin yoluyla Bağdat'a gitti, dört sene ilim tahsil etti. Kâhire'de Kâdiriyye tarikatı büyüklerinden bir zâtın dergâhında misafir olarak kaldı. O zâta, talebe oldu.
Seyahatleri
1646'da İstanbul'a gelen Niyazi Mısri, burada fazla kalmayarak önce Bursa'ya, oradan da Uşak'a geçti. Daha sonra Elmalı'ya gitti. Dokuz sene burada nefsini terbiye ile uğraştı. Tasavvufi yönden kendini yetiştirmeye çalışıp çok zahmet ve sıkıntılar çekti. Değirmenden mutfağa buğday ve odun taşırken, sırtı yaralar içinde kaldı. Nihayet 39 yaşında, şeyh tarafından hırka giydirilerek icazet verildi ve irşada memur edildi. Hilafetinden sonra şöhreti her yana yayılan Mısrî, bir süre daha Elmalı'da kaldı.
Çalışmaları
Sultan IV. Mehmed Hân'ın daveti üzerine İstanbul'a giden Niyâzi Mısrî, Ayasofya Câmii'nde vaaz ve nasihat vermeye memur edildi. Daha sonra Bursa'ya dönen Mısrî'nin şöhreti günden güne arttı. 1669 senesinde Bursa'daki dergâhı yapıldı.
Düşünceleri
Niyâzî-i Mısrî, "Varlık birdir, o da Hakk'ın varlığıdır" ve "Yaratıklara var demek mecazidir" düşüncesini benimseyen sufilerdendi. İnsanı alemin ruhu olarak gören Mısrî, kemale erdikçe mükemmel bir ayna haline geldiğini savunur. İnsan alemdeki her şeyi, "küçük alem" olarak tanımlanabilecek kendi iç dünyasından öğrenir. Onun tasavvufi düşünce dünyasını Yunus, Mevlana ve İbni Arabi oluşturur. Mısrî, şeriat-tarikat-hakikat ilişkisini içerisinde tasavvufi eserlerini meydana getirmiştir.
Eserleri
Risâletü't-Tevhîd
Şerh-i Esmâ-i Hüsnâ
Sure-i Yûsuf Tefsiri
Es'ile ve Ecvibe-i Mutassavvıfâne
Şerh-i Nutk-ı Yûnus Emre
Risâle-i Eşrât-ı Saat
Tahirnâme
Risâle-i Haseneyn
Divân-ı İlâhiyât Mektubât
Risâle-i Hızriye
Fâtiha Tefsiri
Risâle-i Hilye-i Hz. Hüseyn
Sure-i Nur Tefsiri
Risâle-i Belgrat
Risâle-i Vahdet-i Vücud
Risâle-i Devriye
Mevâidü'l-İrfân
Katıldığı savaş
Rusya ile harp başlayınca Sadrazam Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa, padişah namına Niyâzi Mısrî'yi Edirne'ye davet etti. Niyâzi Mısrî, üç yüz talebesi ile orduya katılmak için Edirne'ye gitti. Mısrî'nin halk tarafından çok sevilmesi ve vaazlarında dönemin kötü gidişatından bahsetmesi ve bunların müsebbipleri olarak başta veziriazamlar, kadılar ve önemli devlet adamlarını göstermesi hatta isimlerini vermesi, pek çok kişiyi kendisine düşman etmeye neden oldu.
Sürgün edilmesi
Vaaz sırasında cifre dayalı bazı bilgilerden bahsetmesi yüzünden sürgüne gönderildiği söyleniyorsa da sürgünün asıl sebebi devlet adamlarına yönelttiği eleştirilerdi. Niyazi-i Mısrî'nin sürgün edilmesinin sebeplerinden biri de Mehmet Vanî Efendi'nin sesli zikri yasaklamasıydı. Mısrî bu uygulamaya karşı sonuna kadar direndi. Vanî Mehmed Efendi'nin Sultan IV. Mehmed'in nezdindeki itibarını kullanarak Mısrî'yi sürgün ettirmesi, gerek Mısrî'nin hatıratlarında ve şiirlerinde gerekse başka kaynaklarda belirtilir.
Sultana mektubu
On beş yıla yakın sürgün hayatı yaşadıktan sonra II. Ahmed'in fermanıyla istediği yere gitmesine izin verilince tekrar Bursa'ya döndü. Ertesi yıl ordunun Avusturya seferine çıkacağı sırada 200 müridiyle birlikte sefere katılmak için hazırlıklara başladığı öğrenilince kendisine Bursa'dan ayrılmayıp hayır dua ile meşgul olması için bir hatt-ı hümâyun gönderildi. Ancak o, padişaha bir mektup yazarak bu isteğini kabul edemeyeceğini bildirdi.
Ölümü
"Hatırat" olarak adlandırılabilecek kendi el yazısıyla yazılmış tek nüsha eseri bu özelliği itibariyle oldukça önemliydi. Hatıratlarında sürgünde şairin zehirlendiği anlaşılmaktadır. Şair bizzat sıçan otu zehiriyle zehirlendiğini ifade etmiştir.
Abdülbaki Gölpınarlı'nın Niyazi Mısri isimli yazısında Hatıratlardan yola çıkarak ifade ettiği üzere; şair, sürgün yıllarında kendisine zehir verildiğini, suyuna yılan zehri katıldığını, karnında yılanlar bulunduğunu sanıyor, hatta bu yılanların bulunduğunun herkesçe bilinmesi, kaç tane olduğunun sayılması için ölümünden sonra karnının yarılmasını vasiyet ediyordu. Yine Gölpınarlı, Misrî' nin Limni'de zehirlenerek öldürüldüğüne dair başka bir kaynakta böyle bir kayıt olmadığı için söylenti olabileceğini düşünmüştür.