100. Yaşında Ingmar Bergman ve Güz Sonatı
37. İstanbul Film Festivali’nde İstanbullu sinemaseverlerle yeniden buluşacak olan 1978 yapımı Autumn Sonata, Bergman’a ait en etkileyici filmlerinden biri olarak kendini göstermekte.
"Eğer birisi beni olduğum gibi severse kendime bakmaya cesaret edebilirim belki"
Sinema tarihinin en etkili, en tartışılan, en unutulmaz filmlerinden bazılarını yapan Ingmar Bergman'ın Türkiyeli yönetmenler tarafından seçilen 9 filmi bu yılki festival programında Bergman 100 Yaşında bölümünde yer alıyor. Yönetmenler, kariyerlerini ve sinemasal yaklaşımlarını etkileyen bu filmlerin İstanbul Film Festivali'ndeki gösterimlerini bizzat kendileri sunacaklar. Bergman 100 Yaşında seçkisini oluşturan sinemacılar ve seçtikleri Bergman filmleri ise şunlar:
Kazım Öz – Smultronstället / Yaban Çilekleri (1957)
Emin Alper – Det sjunde inseglet / Yedinci Mühür (1958)
Semih Kaplanoğlu – Nattvardsgästerna / Kış Işığı (1962)
Reha Erdem – Tystnaden / Sessizlik (1963)
Can Evrenol – Persona (1966)
Ümit Ünal – Skammen / Utanç (1968)
Aslı Özge – Viskningar och rop / Çığlıklar ve Fısıltılar (1972)
Melik Saraçoğlu & Hakkı Kurtuluş – Scener ur ett äktenskap / Bir Evlilikten Manzaralar (1973)
Yeşim Ustaoğlu – Höstsonaten / Güz Sonatı (1978)
37. İstanbul Film Festivali'nde İstanbullu sinemaseverlerle yeniden buluşacak olan 1978 yapımı Autumn Sonata, Bergman'a ait en etkileyici filmlerinden biri olarak kendini göstermekte. Yönetmenin vazgeçilmez oyuncularından Liv Ullman'ın Ingrid Bergman ile başrollerde olduğu filmde, bir anne-kız ekseninde klasik Bergman temalarından "sevgisizlik" işlenmektedir.
ETEKLERİNDEKİ BÜTÜN TAŞLARIN DÖKÜLDÜĞÜ BİR GECE
İnsani boyutundan çıkarmadan fakat insanın içinde ince bir sızı bırakmayı da ihmal etmeden sorulan ve aranan sorulara yanıt verilen filmde mesleğindeki mükemmelliyetçiliği nedeniyle çocuklarıyla neredeyse hiç ilgilenmemiş olan Charlotte (Ingrid Bergman),sanatını her daim ailesinin önünde tutmuş bir piyano sanatçısı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yedi yıldır görmediği kızı Eva'nın (Liv Ullmann) daveti üzerine onu ziyarete gider. Eva müzikte asla annesi kadar başarılı olamamıştır. Charlotte ve Eva önce coşkulu bir özlemle hasretlerini dindirmeye çalışırlar. Sonrasında ise anne kızın, ilişkilerini sorgulayarak eteklerindeki bütün taşları döktükleri bir geceye şahit oluruz.
Gücünü iyi çizilmiş karakterlerin oyunculuklarından ve diyaloglarından alan, görünüşte oldukça sade, içerikte ise olabildiğince derin bir film olan Autumn Sonata girizgâhta bahsi geçen iki temel karakter Eva ve Charlotte üzerine inşa edilmiştir.
"Evimizdeki bütün kelimelerden sanki sen sorumluydun…"
İzleyici olarak önceleri Eva'ya üzülsek de asıl acınası durumda olanın Charlotte olduğunu fark ederiz. Filmin başında tam bir bencil olarak karşımıza çıkan, kendisini ve sanatını her şeyin üstünde tutan; sevme, şefkat gösterme becerisinden yoksun bir anne, kocasını aldatacak kadar sadakat yoksunu zayıf bir kadındır Charlotte. Varlığıyla kızı Eva'yı tam anlamıyla ezmiş, onu silikleştirip, yok etmiştir. Filmin sonlarına doğru, Eva'nın artık içindeki her şeyi döktüğü, tüm yanlışlarını annesinin yüzüne vurduğu sahnede, aslında Charlotte'nin de mutlu bir çocukluk geçirmediğini görürüz. O da ebeveynleriyle mesafeli, sorunlu bir çocukluk geçirmiştir.
"Bir anne ve kızının, duyguların, yıkımın ve karışımın korkunç kombinasyonu…"
Nasıl sevilir, bilmemektedir. Karşımızda iki yalnız kadın vardır. Kızından af diler, her şeyi düzeltmek istediğini söyler ve açıkçası bencilliğine, samimiyetsizliğine dair açık ipuçları yakalamamıza rağmen hatasını anladığına bizi inandıran Charlotte son tren sahnesinde, menajeri Paul'e hasta olan diğer kızı ile ilgili söylediği sözlerle seyirciyi şaşkınlık içerisinde bırakır.
ANNE SEVGİSİ VE İLGİSİNE AÇ BİR YAŞAM
Eva ise hayatı boyunca annesinin sevgisine, ilgisine aç yaşamış; bazen bunlardan tamamen yoksun kalmış, bazen de annesi tarafından hastalıklı bir ilgi ve şefkatle sarmalanmış, çocukluğunu hatta muhtemelen tüm hayatını annesinin gözüne girebilme çabasıyla geçirmiş, ama yaptığı hiçbir şey annesi için yeterli olmamış, yani annesi hayatta olmasına rağmen annesizlik çekmiş bir kadındır.
"Hayatla suçlarını hafifleteceği bir sistem kurmuşsun ama bir gün anlaşmanın tek taraflı olduğunu göreceksin"
Eva çocuk sahibi olmak istemeyen bir kadının kızı olma şanssızlığını yaşarken Charlotte ise hiç istemediği halde toplumun aile kurma baskısı sonucu kendi istediği hayatı yaşayamayan bir kadın olmuştur.
YÜZÜM VE VÜCUDUM YAŞLANDI
"Kadının yüzü hikâyenin nesnesi değil bir nevi anlatıcısıdır…"
Bergman, sanatçı yalnızlığını, anne bile olsa insanın bencilliğini sinemada olabilecek en realist yaklaşımla verirken Charlotte'nin iç hesaplaşmasını da bize yansıtır:
"Korku beni ele geçirince kendi korkunç görüntümü gördüm. Hiç olgunlaşamadım. Yüzüm ve vücudum yaşlandı. Anılar tecrübeler elde ettim. İçimde henüz doğmamıştım bile."
İsveç'in sadece en iyi yönetmeni değil aynı zamanda en iyi düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Bergman'ın Eva ve Charlotte'nin üzerinden anlattığı ben-öteki kavuşması/hesaplaşmasının bu kadar etkileyici bir şekilde hissettirilmesinin en önemli etkenlerinden biri şüphesiz kullandığı ve aynı zamanda öncülerinden biri olduğu yakın-plan tekniğidir.
YAKIN PLAN DOĞRU BİR GÖRÜNTÜ DEĞİL, DOĞRUDAN DOĞRUYA BİR GÖRÜNTÜDÜR
"Yüz, hiçbir kültürel süsleme barındırmayan bir sadeliktir."
Sinemada çekim teknikleri üzerine temel kaynakların yazarı Daniel Arijon'a göre yakın-plan içerisinde yer alan aşırı yakın-planda yüzün gözler ya da dudak gibi bir bölümü kadrajı kaplar. Kamera ve nesne arasındaki mesafe işlenen konuya göre değişir. Yakın-plan tekniğini kullanan yönetmenlerden Eisenstein'e göre bir hamam böceğinin yakın-plan çekimi, yüz tane filin genel-plan çekiminden daha çok dehşet vericidir. Tekniğin en iyi kullanıcılarından Godard da yakın-plan çekimler için "bu, doğru bir görüntü değil, doğrudan doğruya görüntüdür" ifadesini kullanır.
Bergman sinemasında bariz bir şekilde kullanılan yakın-plan tekniği sayesinde anlatılan duyguya adeta dokunuruz. Autumn Sonata'da olduğu gibi Bergman sinemasında kadının yüzü hikâyenin nesnesi değil bir nevi anlatıcısıdır. Anlatının karakterlerin iç dünyası üzerine kurulduğu Bergman sineması için Bonitzer şu tanımlamayı yapar.
"Yüzün arazisini bir harita gibi kullanan sonsuz küçük uzaklıklarından oluşan bir güzergâh icat etmiştir. Yüz, sonsuz bir aile kavgası içinde kelimelerin sadizmi tarafından oyulan, yarılan, yer sarsıntısına uğratılan bir yüzey gibi bozulmaktadır"
Ben ve ötekinin hesaplaşmasına böylesine yakından şahit olduğumuz, karakterlerin duygularını yanı başımızdaymış gibi izlediğimiz ender filmlerdendir Autumn Sonata. Eva'nın annesine bakan hayranlık, korku, sevgi, öfke karışık yüzü bize hiçbir inceleme, anlatının, resmin veremeyeceği netliği verir.
İnsanın kendini arayışı, dünyadaki varlığına huzur verecek bir neden bulma çabası, tek başına var olma özgürlüğüyle birlikte sorumlu olduğu öteki ile hesaplaşması gibi oldukça derin bir konuyu iki kadının diyaloğu ve yüzü üzerinden doksan dakikada olabilecek en sarsıcı ve rahatsız edici şekilde anlatır Autumn Sonata. Bazen de incindiğimiz yerlerden incittiğimizi. Elbette hayattan olduğu gibi bu filmden de herkes kendine göre bir gerçeklik algılayacaktır. Belki de kendimize ve çevremize daha az zarar vermek için algılayamayacağımız gerçeklikle yüzleşmeye çalışmazsak bir parça huzur bulabiliriz.
CHOPIN PRELUDLERİ
Bergman'ın Chopin prelüdleri içinde La Minör Prelüdü'nü seçmesinin filmin doğasıyla ve anne-kız çatışmasıyla muazzam bir uyum gösterdiği düşünülmektedir. Andre Gide'in bu parçayı anlatırken yazdığı satırlar ise bir o kadar önemli ve bir o kadar da filmin konusu itibariyle aşikârdır.
"Ahenkten yoksun olduğuna kuşku yok; bütün prelüdler içinde en yoksunu odur ve uyumsuzluğu bundan daha ileriye götürmek de mümkün değildir. Chopin o eserde gerçekten benliğinin en uç noktalarına, öz varlığının parçalandığı bölgelere uzanmak ister gibidir… Parçanın çok yalın, çok sakin üst partisi, huzura, ahenge götürmeyecek hiçbir unsur içermez; ama alt parti, insanın yakınmalarını umursamadan, durdurulamaz yürüyüşünü sürdürür."