“Rengin Ölümü” nden doğan bir acem Sohrap Sepehri
Yirminci yüzyıl (1928-1980) İran şiirinin önemli temsilcilerinden biri olan Sohrab Sepehri “suya, toprağa ve rüzgâra” inanan şair olarak tanınmaktadır. İlk şiir kitabı “merg-i reng” (rengin ölümü) in ardından 7 şiir kitabı daha yayınlanır. Türkçe’de iki şiir kitabı olmakla birlikte aynı zamanda İran şiirinden iyi tanıdığımız Füruğ Ferruhzad’ın da arkadaşıdır.
"Batının bilgisi resimle başlar, Doğunun şiirle. Batılı ressam, aydınlık ve uzak-yakın gölgeleri arar, Doğulu şair, dünyanın elinin erişemediği, gözün göremediği nakışları resmeder. O, yakın olanla ilgilenir; bu, sonsuz olanla."
7 Ekim 1928'de Kaşan'da doğan Sohrab Sepehri; ilkokulu Hayyam İlkokulu'nda okudu. Bir süre Kaşan'da çalıştıktan sonra Tahran'a gelerek Güzel Sanatlar Fakültesi Resim bölümüne kaydoldu. İlk şiir kitabı Rengin Ölümü 1951'de yayınlandığında yirmi üç yaşındaydı. Sohrab Sepehri; Nimâ Yusic, Ahmed Şamlu, Furûğ Ferruhzâd, Mehdi Ehkevan Salis ile modern İran şiirinin kurucuları arasında yer almaktadır.
"Ben ki kanatları en açık pencereden bu yöre insanlarıyla konuştum
Zaman cinsinden bir söz duymadım
Hiçbir göz sevdalıca yeryüzüne dalmadı hiç!
Kimse vurulmadı bir bahçeyi görmekle
Kimse bir kargayı bir tarlada ciddiye almadı hiç"
ÖZGÜ ŞİİRSEL YAKLAŞIMI VE GİZEMLİ LİRİZMİ
Tahran Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü'nü bitirmesinin ardından Fransa, İtalya, Hindistan ve Japonya'nın da aralarında bulunduğu birçok ülkeye seyahat etti. Doğu felsefesi, Budizm ve mitolojiye duyduğu ilgi şiirini derinden etkiledi. Modern İran şiirinin öncülerinin kurduğu şiirsel dokuyu bu birikimlerle harmanlayarak, kendine özgü şiirsel yaklaşımı ve gizemli lirizmiyle şiirini görülmemiş bir hacme taşıdı.
Doğup büyüdüğü Kâşân, büyük Yeşil Hacim'in şairi Sepehrî için yaşam denen mucizevi vahanın kendiliğinden görkemli imgesi, tüm başlangıçların tüketilmemesi gereken kaynağıdır.
"İyisi ayağa kalkayım
boyaları alayım
kendi yalnızlığımın üzerinde bir kuş çizeyim!"
Akıl ve gönül çelen bu büyülü coğrafya, birçok eleştirmen tarafından Sepehrî şiirine can suyunu veren kaynak olarak yorumlanır. Başlangıç Sepehrî şiirinde aynı zamanda kişiyi dünyaya hayretle bakmaya yönelten bir arılık, arayış pınarlarına götüren saydam ve akışkan bir duruluk, insanoğlunun bu pınarlardan beslenen bilge çocukluğu olarak düşlenir ve özlenir.
Modern dünyanın açık vahşetinin silip görünmez kıldığı iyiliğin, merhametin, birliktelik, yalnızlık ve eşitlik hakkının savunulmasıdır şairin işi.
HAKİKATİN ŞİİRSEL BOYUTLARI
Gerçekliğin un ufak edilmiş iyicil öğeleri özdeki gizlenme haklarına saygı duyularak tek tek hatırlatılıp yüzeye çıkarılır; hakikatin şiirsel boyutlarıyla görünür kılındığı yolculukların elçisi, yolcusudur şiir. Sepehrî bu yolda yürürken işi karmaşıklaştırmaz; çöl göklerinin büyük sessizliğiyle yıkanmış açık bir zihin, dünyaya belirli bir tevazu zaviyesinden bakan münzevi bir tedirginlik yolculuğa kılavuzluk eder.
"Seni senden çalmışlar
Ne derin yalnızlık!"
Sepehrî'nin gerçek yaşamdaki yolculuk güzergâhına 1970'li yıllarda Amerika, Yunanistan, Mısır gibi ülkeler dâhil olur.Bunlardan sonuncusu olan İngiltere'ye 1980 yılı kışında kan kanseri tedavisi için gitmiş ve ne yazık ki Tahran'a dönüşünde yaşama veda etmiştir. Sepehrî doğduğu topraklarda, Kâşân'da toprağa verilmiştir.
HAFIZ, MEVLANA, NİMA…
İran'da gençler şiir yazmaya ilk olarak Hâfız'ı, Mevlanâ'yı taklit ederek başlarlar, sonra Nimâ tarzı denilen modern şiire geçiş yapılır, şair buradaki bekleyişini de tamamladıktan sonra bir sonraki deneme olan 'kendi'ne geçer. İşte Farsça şiir yazan birinin sanatıyla 'özgür ruh'a ulaşma çevrimi böylece tamamlanır.
"Konuşmadan geçmek gerek bu yolun kıvrımından."
Kendi türküsünü söyleyen şair, bu zaman içerisinde diğer etkileri bir yana bırakmayı başarmış olması itibariyle Fars şiirinde ayrı bir yere konulur. Yukarıda bahsettiğimiz şairlerden daha sonra olgunlaşan şiiri, Nimâ'dan ziyade Fürûğ'un şiir üslûbuna yakın oluşu, onu ikinci bir kuşağa dâhil etmemize sebep olur. Zaten şiirlerinde birçok yerde Furûğ'dan etkilendiği açıkça görülebilmektedir.
"Bana gelirseniz şayet
yavaş ve yeğni gelin
yalnızlığımın ince
porseleni
çatlamasın…"
Bir kelimenin, cümlenin anlamını baştan sona değiştirebileceği gerçeğine, özellikle anlamdan daha çok görünenin ötesine, hiçbir zaman anlaşılmayacak olana eğilmesi şairin sonraki şiirlerindeki duruşu temsil eder. Yeşilin Hacmi ve Biz Hiç, Biz Bakış isimli şiir kitaplarının ardından toplu şiirleri sağlığında Sekiz Kitap adıyla basılmıştır.
RESSAM KİMLİĞİNDEN SIRAYET EDENLER
"Beni, olmak acısıyla yalnız bırak"
Eleştirmenlerin çoğu şiirlerine ressam kimliğinin sindiğine vurgu yaptılar. Kendi şiir görüşünü dile getirirken şu cümleleri kullanır: "Batının bilgisi resimle başlar, Doğunun şiirle. Batılı ressam, aydınlık ve uzak-yakın gölgeleri arar, Doğulu şair, dünyanın elinin erişemediği, gözün göremediği nakışları resmeder. O, yakın olanla ilgilenir; bu, sonsuz olanla."
Şairliği, ressamlığı, düşüncesi, hayali o kadar iç içe geçmiştir ki birini bir diğerinden ayırt etmek mümkün değildir, şair dokunduğu her şeye kişiliğini, adeta ruhunu katar.
"Gitmeliyim bu gece
ben bütün açık pencerelerden bu bölgenin
insanları ile konuştum,
ama zamana benzer, tek kelime bile duymadım.
Hiç kimse aşk dolu gözlerle toprağa bakmadı.
Hiç kimse bahçenin görünümüne tutkun olmadı.
Hiç kimse bahçedeki küçük kargayı ciddiye almadı.
Kederliyim; bir bulut gibi.
Gitmeliyim bu gece.
Sadece yalnızlık gömleğimin sığacağı valizi
alıp gitmeliyim, bu gece.
Yaşlı çınarların olduğu bir yere gitmeliyim.
Yine birisi beni çağırdı: Sohrab!
Ayakkabılarım nerede?"