Yaşamı ve meramıyla Peyami Safa
İlk baskısı 1931 yılında yapılan Fatih- Harbiye, Peyami Safa’nın olgunluk döneminde yazdığı bir romanıdır. Peyami Safa, toplumun geçirdiği değişim sürecine ve bu süreçte Türk insanının yaşadığı kargaşaya ve çatışmaya kayıtsız kalmaz; toplumun sıkıntısını âdeta kendine dert edinerek eserlerinde işler ve konuya dikkat çekmeye çalışır.
"Kendi ırkçılıklarımızı muhafaza edip, bizim milliyetçiliğimizi hoş görmeyenler, bizi milli intihara sevk etmek isteyenlerdir. Eğer bunlara bütün enerjimizle Hayır! Diyorsak, bu sofu bir milliyetçi olduğumuz için değil, milli varlığımızı muhafaza etmek içindir. Türk gençliğini de bunun için milliyetçi olmaya çağırıyoruz. Bu şuura sahip olmayan gazetecilerin ve yazarların Atatürkçülüğüne de aldanmayalım. Bunlar Türkçü olmadıkları için Atatürkçü de olamamışlardır."
PEYAMİ SAFA
Server Bedi takma ismini kullanan Peyami Safa romanlarının yanı sıra, fikrî eserleri, polemikleri, köşe yazarlığı ve gazeteciliği ile de tanınmaktadır.
"Aşk mücadelesi içinde olma, mücadele aşkı içinde ol."
Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa'nın oğlu olan Peyami Safa, 2 Nisan 1899'da İstanbul'da doğar. Sivas'a sürgüne gönderilen babasını 2 yaşında kaybeden Safa, 9 yaşında tutulduğu kemik hastalığı ve maddi sıkıntılar yüzünden düzenli bir eğitim görememiş, Vefa Lisesi'ni yarıda bırakmak zorunda kalmıştır. Önce Keaton Matbaası'nda, daha sonra da açılan sınavı kazanarak Posta ve Telgraf Nezareti'nde 1914 yılına kadar memur olarak çalışır. 1914-1918 yılları arasında Boğaziçi'ndeki Rehber-i İttihat Mektebi'nde öğretmenlik yapar ve bu dönemde kendi çabalarıyla Fransızca öğrenir.
GAZETECİLİK VE YAZI HAYATINA DOĞRU BİR YÖNELİŞ
1918 yılında öğretmenlikten ayrılarak ağabeyi İlhami Safa ile birlikte çıkardıkları Yirminci Asır Gazetesi'nde Asrın Hikâyeleri adlı öyküleriyle 43 yıl sürecek olan gazetecilik ve yazı hayatına ilk adımını attı. 1921'de Son Telgraf Gazetesi'nde daha sonra da Tasvir-i Efkâr' da yazdı.
1940 yılına kadar Cumhuriyet Gazetesi'nde yazan Safa ayrıca Milliyet, Tercüman ve Son Havadis gazetelerinde de çeşitli yazılar kaleme aldı. Kültür Haftası ve Türk Düşüncesi adlarında iki dergi çıkaran Peyami Safa, 1961 yılında oğlu Merve'nin ölümü üzerine İstanbul'a döndü.
Peyami Safa'nın edebi değeri olmayan, "Server Bedi" imzası ile yayınladığı Cumbadan Rumbaya (1936) romanı ve Cingöz Recai Polis Hikâyeleri halk arasında büyük rağbet gördü.
SİYASAL SORUNLARA KARŞI TAKINILAN TAVIR
Güçlü bir fikir adamı olan Peyami Safa, batı tarihçilerince "Zalim" olarak tanıttıkları Hun hükümdarı Atilla'yı aklamak amacıyla bir de tarihsel roman yazdı. Çağın düşünce akımlarıyla da yakından ilgilenen Safa, siyasal sorunlar karşısında tavır aldı. Zaman zaman Nazım Hikmet, Nurullah Ataç, Sabiha-Zekeriya Sertel ve Aziz Nesin'le çeşitli polemiklere girdi.
"Ben'in Allah'ta yok olmaya koşması azizleri, insanlıkta yok olmaya koşması dâhileri, millette yok olmaya koşması kahramanları yaratmıştır."
Fıkra ve makalelerinde mantık ve inandırıcılığı ön plana çıkaran Safa, romanlarında ise olaydan çok tahlile önem verdi. Mahşer, Şimşek, Fatih-Harbiye ve Biz İnsanlar adlı romanlarını Doğu-Batı sorununu ve halkın yaşadığı çelişkileri somutlaştırarak kaleme aldı.
FATİH-HARBİYE
İlk baskısı 1931 yılında yapılan Fatih- Harbiye, Peyami Safa'nın olgunluk döneminde yazdığı bir romanıdır. Peyami Safa, toplumun geçirdiği değişim sürecine ve bu süreçte Türk insanının yaşadığı kargaşaya ve çatışmaya kayıtsız kalmaz; toplumun sıkıntısını âdeta kendine dert edinerek eserlerinde işler ve konuya dikkat çekmeye çalışır.
Fatih- Harbiye, gelenekten kopup Batı'yı benimseyişin; birey, aile ve toplum üzerindeki etkisini İstanbul'un semtleri üzerinden somutlaştırarak gözler önüne sermeye çalışır. Ayrıca romanda Faiz Bey ile kızı Neriman arasındaki medeniyetler arası nesil çatışmasına da sıklıkla vurgu yapıldığı görülür.
ŞARK VE GARP ARASINDA BİR DİLEMMA
"Asır tereddüt ediyor."
Roman geleneksel Türk tipi eğitimi ile yetişen Neriman, aldığı eğitime rağmen batılı yaşamın büyüsüne kapılarak ailesinden, geleneklerinden, semtinden ve insanlarından kopmaya başlar. Bu kopuş Harbiye ve Şişli de gördüğü batılı yaşama duyduğu özentiden kaynaklanır. Bu özenti onu doğuya ait olan ne varsa her şeyden koparmaya, batılı yaşama dair ne varsa ona doğru yönelme şeklinde cereyan eder. Batılı yaşama kavuşma hevesi, sevgilisi Şinasi'den kopma, batılı yaşamı temsil eden Macit'e yönelme şekline de dönüşmüştür. Neriman bu kopuşun sonrasında artık nihai kararını vermek, Fatih ile Harbiye, Şinasi ile Macit, ailesi ile batılı yaşam arasında bir tercih yapacağı bir noktaya gelmiştir.
DİL, ÜSLUP, FORM VE İÇERİK
"Eski başka eskimiş başkadır; nice eskiler var ki hiç eskimezler."
Roman gözlemci bakış açısı ve sentezler de yapan üçüncü şahıs aktarımı ile anlatarak, gözlemci, olaylara dâhil olmayan, Neriman, Şinasi, Macit ve Faiz beyin düşüncelerini de okuyarak analiz edip bize aktaran bir anlatıcıdır. Anlatıcı olayları netleştirmek için doğu, batı; Fatih Harbiye; Şinasi, Macit çelişkilerini ortaya koyarak aktarır. Neriman, Şinasi, Macit aşkları etrafında anlatılanlar batının bilim ve sanatına değil, yaşama şekli ve tavırlarına yönelmelerin insanların ruhlarında oluşturduğu çatışmaları ve geleneklerden kopmanın bir çeşit kendinden kopma olduğu tezini belirginleştirecek zıtlıkları ortaya koyarak ana fikri netleştirmek amacına yönelik olarak seçilmiştir.
Romanda ki anlatıcı, dış betimlemelerden çok iç gözleme, önem veren ruhi tahliller yapmayı seven, eski dilden kelimeleri de kullanmaktan kaçınmayan bir dil ve üsluba sahiptir. Roman didaktik bir gaye, telkin edici bir dil ve üsluba sahiptir.
ÇATIŞMALARIN MUHTEVASI
"Belki de canımızı sıkacak bir şey olmadığı için canımız sıkılıyor."
Yanlış batılılaşma, geleneklerin önemi, huzur ve sağlıklı bir ruh hali için kendine yabancılaşmamak gerektiği, ruhsal sağlık için çevre ile uyum sağlayabilmenin önemi gibi bireysel ve sosyal temaları işleyen romanda ki bu temalar zıt mekânlar, kişiler, çevreler, karakterler ve yönelmeler şeklinde oluşturulur.
Doğu ve batı kültürü çatışmasını temel konu olarak ele alan roman bu çatışmayı, doğuyu ve batıyı temsil eden kişiler, yerler ve çevreler çatışması şeklinde vermiştir.
Fatih semti doğuyu, Harbiye ve Şişli batıyı temsil ederken, Bu semtlerde yaşayan insanların kültürel farklılıkları ve çatışmaları bu iki farklı mekân unsurlarının çatışması halinde işlenir. Neriman, Fatih'te doğan yüzünü Beyoğlu'na çeviren ve iki semt ve kültürü arasında bocalayan bir genç kızdır.
Şinasi, Fatihli kalmayı tercih eden Şişli ve Harbiye'dekilere karşıt bir pozisyonda yer almıştır. Batıya karşı değil, ama kültürel yönden milli özelliklere sahip çıkan sağduyulu bir gençtir. Harbiye, ona göre batı kültürünün yozlaşmış tarafıdır.
Macit batılı yaşamı ve kültürü temsil eden bir gençtir. Fatih'in kültürel muhiti ile Harbiye'nin kültürel muhiti, doğu ile batı, eski ile yeni, yozlaşma ile batılılaşma veya geleneklere bağlı kalarak batılılaşma düşüncelerinin çatıştığı mekânlar ve sosyal çevreler olarak karşımıza çıkar.
ZAMAN
Romanda vaka zamanının yılı ile ilgili bir belirleme yoktur. Darülelhan'ın 1917-1927 yılları arasında Osmanlı Devleti'nin ilk resmî müzik okulu olarak İstanbul'da faaliyet gösteren dört yıllık bir eğitim kurumu olduğu göz önüne alınacak olursa Fatih-Harbiye romanında olayların bu tarihler arasında gerçekleştiği, ayrıca romanda geçen "Lozan sulhundan sonra (s. 60)" ifadesi ile de romanın vaka zamanının 1923 yılından sonraki süreci içerdiği düşünülebilir. Romanda vaka zamanının yılı ile ilgili bir belirleme olmamasına karşın ay olarak teşrinisaninin son gecelerine denk geldiği "Teşrinisaninin son geceleri. Hava kuru ve rüzgârsız. Yürüdü." (s. 41) ifadesi ile romanda belirtilir. Romanda yaşanan bütün olayların, Neriman'ın, Maksim Salonu'nda Macit ile buluştuğu gün ile başladığı ve on gün içerisinde gerçekleştiği bilinir.
TÜR OLARAK FATİH-HARBİYE
"Din yüzünden gerilemedik, gerilediğimiz için dinden ayrıldık."
Geleneklerden koparak özentili olmanın kişilerin ruh dünyası, davranışları ve hayatlarında yaratacağı sarsıntıları ele alan psikolojik bir romandır. Toplumsal değişimleri ferlerin ruh dünyasında oluşturduğu fırtınalar halinde incelemesine rağmen ele alınan bu konu sosyal bir sorun olarak da karşımızda durmakta olduğundan bu romanı sosyal bir psikolojik roman olarak da değerlendirmek mümkündür. Romanda ki mesajlar bireyler örnek verilip topluma iletilmekte, bireylerin örneği ile toplumsal bir sorun ele alınmaktadır.
MEKÂNLARIN POETİKASI
"Fikir sahibi olmaya mal sahibi olmaktan fazla ihtiyaç duyacağımız gün gerçek zenginliğin sırrını bulacağız."
Romanda ki olaylar Fatih, Harbiye, Şişli ve Beyoğlu'nda geçmektedir. Fatih, Müslümanların oturduğu, doğuyu temsil eden tarihi bir mahalledir. Evleri, sokakları, camileri, mescitleri ile tam bir geleneksel Müslüman mahallesidir. Harbiye, Şişli ve Beyoğlu genelde gayrimüslimlerin oturduğu, batılı yaşamın çöreklendiği, bu tarz yaşantıdaki insanlar ve mekânlarla dopdolu, batıyı temsil eden semtlerdir. Fatih ve Harbiye ikisi de İstanbul'un Avrupa yakasında ama kültürel yönden birbirlerinden çok çok uzak semtlerdir. Fatih'ten Beyoğlu'na tramvayla kısa bir sürede gidilebildiği halde bu iki semt kültürel yönden doğu ile batı kadar birbirlerinden çok uzak iki semttir.
YANLIŞ BATILILAŞMAYI BİREY BAZINDA GÖSTEREN BİR ESER
Peyami Safa, Fatih-Harbiye romanında kendi öz kimliğinden ve milli benliğinden uzaklaşan, Batılılaşmayı yalnızca şekil bakımından alan bireylerle kendi öz kültürüne ve milli benliğine sahip çıkan idealist bireyleri ele alır. Bu bireyler; yaşam tarzları ve düşünce dünyalarıyla Doğu Batı çatışması, yanlış Batılılaşma, yabancılaşma ve kimlik kaybı gibi pek çok açıdan irdelenir. Ayrıca roman, Türk toplumunun Batılılaşma sürecini, bu süreçte bireylerin ruhsal durumunu ve pişmanlıklarını hem birey hem de toplum düzeyinde yansıtır.
Yanlış Batılılaşmayı birey bazında gösteren Fatih-Harbiye romanı, Türk insanının ve toplumunun sosyal değişim karşısında kendi kültürel değerleri ile Batı kültürünün değerleri arasında yaşadığı çatışmayı ve kimlik sorununu gözler önüne serer. Fatih-Harbiye Türk milletinin, ulusal kimliğini/ ruhunu korumak için vermiş olduğu zorlu mücadelenin en güzel kanıtıdır. Bütün bu konuların arkasında derin (iç tabaka) anlamda yitip giden ulusal kimliğin korunması için verilen zorlu mücadele, bir milletin başka bir millet olma arzusu, birbirlerinin yerine geçme, başkası olma, başkasına benzeme, insanın kendisi olabilmesi/olamaması durumu ve roman karakterlerinin okuyarak ya da yazarak kendilerini bulmaları, kendileri olmaları anlamları görülür.