Gözün delici ve benzersiz gücüne duyarlılık gösteren bir usta "Nuri İyem"
Nuri İyem Türk resim sanatının en büyük ustalarından birisidir. Sanatla dolu ömrünü, çok sayıda değerli ürünle taçlandırmış ve Cumhuriyet tarihinin toplumsal, siyasi ve kültürel seyri içerisinde, bir sanatçı olarak var olmanın tüm zorluklarına rağmen kesintisiz olarak üretmiş, sergiler açmış, yazmış ve tartışmıştır.
Henüz üç yaşında iken 1918 yılında annesi ve ablası ile birlikte babasının görevi gereği bulunduğu Mardin'e bağlı bir ilçe olan Cizre'ye gitti. İleriki yıllarda gözleri sanat yaşamının portrelerine konu olacak ve kendisi ile çok yakından ilgilenen ablasını 1922 yılında kaybetti. İlkokula Mardin'de başladı.
Ailesiyle geldiği İstanbul'dan 1923 yılında annesi ve teyzesiyle gittiği Arnavutluk İşkodra'da mahalle mektebine ardından da İtalyan İlkokulu'na devam etti. Ortaokulu, tekrar döndüğü İstanbul'da okuyan Nuri İyem, Pertevniyal Lisesi öğrencisi iken yaptığı resimlerini dönemin Akademi hocası Nazmi Ziya Güran'a gösterince, Akademi'ye kabul edilebileceği yanıtını aldı.
ESTETİK DERSLERİ VE AHMET HAMDİ TANPINAR
1933 yılında girdiği Akademi'de öğreniminin ilk yılında Nazmi Ziya Güran'ın öğrencisi oldu. Daha sonraki yıllarda Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Leopold Levy ile çalıştı. Estetik derslerini ise daha sonraki yıllarda yakın dostu olacak olan Ahmet Hamdi Tanpınar'dan aldı. 1937 yılında birinciliği dönem arkadaşı Ragıp Gürcan ile paylaşarak mezun oldu. 1938 yılında İkinci Dünya Savaşı sıralarında asteğmen olarak Trakya'ya gitti.
"Annem, babamdan çok önce ressam olmak istediğimi öğrenmiş, çok üzülmüştü. Ah oğlum bu resimler yüzünden cehennemde yanacaksın der, ağlar dururdu. Annemi çok sonraları ressamlığın cehennemlik bir meslek olmadığına portrelerini yaptıran Fatih Sultan Mehmet'ten başlayarak, diğer sultanları da sıralayarak ancak inandırabilmiştim."
Askerliğini yaptıktan sonra Giresun'a resim öğretmeni olarak atandı. Mezun olduğu okula 1940 yılında "Yüksek Resim Bölümü"nde okumak üzere tekrar geri döndü. Leopold Levy'nin öğrencisi oldu. 1944 yılında "Yüksek Resim Bölümü"nü Nalbant adlı çalışması ile ikinci kez birincikle ilk mezun olarak bitiren sanatçı, aynı yıl Nasip Özçapan'la evlendi.
"Resme olan tutkum arttıkça arttı. Derslere boş vermeye başlamıştım. Kendimi tamamen resme adamıştım. Evde resim... Sınıfta resim... Karakalem, yağlıboya... Ne bulursam onunla çalışıyordum."
1941 yılında Avni Arbaş, Agop Arad, Turgut Atalay, Haşmet Akal, Kemal Sönmezler, Selim Turan, Fethi Karakaş, Ferruh Başağa ve Mümtaz Yener gibi toplumcu-gerçekçi sanat anlayışını paylaştığı arkadaşları ile Yeniler Grubu'nun kurucusu oldu. Grup, "Liman Kenti İstanbul" konulu ilk sergisini Beyoğlu Matbuat Umum Müdürlüğü binasında açtı.
TAVANARASI RESSAMLARI VE ASMALIMESCİT
Türkiye'nin ilk özel resim dersanesini Beyoğlu Asmalımescit S. Önay Apartmanı çatı katında Fethi Karakaş ve Ferruh Başağa ile birlikte kurdu. Buradan yetişen öğrencilerin ilerleyen yıllarda Tavanarası Ressamları adlı bir grup kurduklarına şahit oldu.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, Bir heykel kadar sımsıkı, yeşil mehtap aydınlığı kadar zarif, geçmiş zamanın havasını içinde taşıyan eski fresk ve ikonalar kadar yalın dediği kadın yüzleri, köyden kente göçün yoğunlaştığı, bireye ait sosyal hakların kadınlar aleyhine işlediği bir dönemin ürünüdür. Mahur, çekingen, güzel, utangaç ve melankolik halleri ile bu yüzler, hem ölen ablasının hayali imgesi hem de zamanı aşan ikonik bir sembol olarak Nuri İyem'in sanatının billurlaşmış bir örneğidir. Sanatçının aynı tarihlerde gerçekleştirdiği, Anadolu gerçeğine ulusalcı bir bakışla yaklaştığı "göç" resimlerinde de, çalışan, emeğini topraktan çıkaran kadınlar sembolize edildi.
Boyut ve soyut sonrası olmak üzere iki dönem altında biçimlenen sanatı akademi merkezli sanat görüşlerine karşıt bir seçenek üzerinde kimliğini oluşturan sanatçının 2001 yılında Evin Sanat Galerisi tarafından resimlerinin yer aldığı koleksiyonlar tespit edilerek görselleri arşivledi. Projenin devamı olarak, 1504 resimden oluşan "Dünden Yarına Nuri İyem" Retrospektif sergisi açılan ve sergiye gelen tüm yapıtların yer aldığı iki ciltlik kitabı yayımlanan sanatçı, Ulus'taki evinde 90 yaşında 18 Haziran 2005 tarihinde vefat etti.
Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilen sanatçının, aralarında kendisi gibi sanatçı eşi ve hayat arkadaşı Nasip İyem'in de bulunduğu cenaze törenine katılanların yakalarına, sanatçıyı "Anadolu Kadınları" temalı bir tablosunun önünde gösteren fotoğrafı takıldı.
KOPACAK FIRTINALARI BEKLEYEN BİR USTA
Renkten giderek arınarak, kırık beyazlardan kahverengi tonlarına açılan veya sarının çeşitli tonları içinde çoğalan kahverengiler…
Nuri İyem, Türk resim sanatında gözün delici ve benzersiz yoğunluktaki anlatım gücüne en fazla duyarlılık göstermiş ressamdır. Yaşam deneyimi, gözlem birikimi, sentezlenmiş bilgiler ve izlenimler arttıkça, bu gözlerde özellikle kadın simasının yumuşaklığı ile kontrast oluşturan kuvvetli, iri, umut ve çığlık dolu haykırışlı gözlerde ustalaşmıştır.
1960'larda ise renkten giderek arınarak, kırık beyazlardan kahverengi tonlarına açılan veya sarının çeşitli tonları içinde çoğalan kahverengiler ile soyut uygulamalar gerçekleştirmiştir. 1960'ların sonunda soyutla somutun kesiştiği ince çizgide yapıtlar yapmaya başlayan sanatçı, boya katmanlarının pütürlü dokusu ile oluşturduğu lekesel figürler ile yeniden portre tarzına yönelmiştir.
Resme olan tutkusu ile anne ve babasının ona karşı olan tutumunu kendi sözleri ile şöyle aktarır:
"Resme olan tutkum yüzünden babamdan yediğim tokatlarla , söze başlamam gerekiyor önce: Mardin'de ilkokuldaydım. Bir tatil günü evde renkli kalemlerle resim yapıyordum. O zamanlar kullandığımız renkli kalemler kalitesiz olduklarından uçları hemen kırılıyordu. Külüstür bir çakı ile kırılan uçları açmak için uğraşıyordum. Ama kalemleri yontmak çok zor oluyordu. İşte, tam bu sırada duvara gömülü dolap içinde bir kutuda duran babamın usturaları geldi, aklıma. Çoktandır o usturaları kullanmadığını da biliyordum. Ama usturaları almaya korkuyordum. Babam evde olmadığı zamanlar, berbere gittiğinde almak daha kolayıma geliyordu, tabii. Usturalarla, renkli uçları kırılıveren kalemleri daha kolay yontabiliyordum.
Yontabiliyordum ama usturaların o keskin ağızları da çabucak kırılıyordu. Resim yaptıktan sonra usturaları kutuya koyup dolaba kaldırdım. Kopacak fırtınayı bekliyordum. Şimdi bunları hatırladığımda yaşananların üzerinden sadece bir iki ay geçmiş gibi geliyor, bana. Babam dolabın kapısını açmış, elinde usturalarla önünde durmuş ve beni çağırıyordu. Yanına gittiğimde hiçbir şey söylemeden tokatları indirmeye başladı. Yeterince tokatladığına inanınca da usturaları bu hale niçin getirdiğimi sordu. Olayı olduğu gibi anlattım. Usturaları çok uzun zaman önce gördüğümü, kalemlerin uçunu açarken bu kadar kolay kırılacaklarını hiç sanmadığımı ve kendisinin de kullanmadığına göre lüzumlu olmadığını düşündüğümü söyledim. Babamın usturalarını kullanarak yaptığım resme ne oldu şimdi hatırlamıyorum. Ama resim yapmak, öylesine heyecan ve keyif verici bir şeydi işte."