Memleket şairi: Faruk Nafız Çamlıbel
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde de yeni bir çığır açan Faruk Nafız Çamlıbel, Türk şiirinde ‘memleket edebiyatı’ akımını başlatır. Doğal güzellikleri ve sıcak, misafirperver insanlarıyla kaleme alınmamış bir destan gibi olan Anadolu’yu kaleme alan şair aynı zamanda “Beş Hececiler” edebi topluluğu içerisinde yer alır.
Faruk Nafız Çamlıbel, 18 Mayıs 1898'de İstanbul'da doğdu. Babası hazîne-i hâssa başmüfettişi Süleyman Nâfiz Bey, annesi Fatma Ruhiye Hanım'dır. İlk ve orta öğrenimini Bakırköy Rüşdiyesi ile Hadîka-i Meşveret İdâdîsi'nde tamamladı; bir süre devam ettiği Tıp Fakültesi'ni, karakterine uygun olmadığını görünce dördüncü sınıfta buradan ayrıldı.
19 yaşında İleri gazetesinde işe girdi. Kurtuluş Savaşı'nın destekçisi idi hatta 1920 yılında savaşın başlamasında 1 yıl sonra Yusuf Ziya Ortaç ve Nazım Hikmet ile birlikte Anadolu'ya geçti. Yalnız o, Damat Ferit tarafından ödüllendirilince Ankara hükümeti onu geri çevirdi ve İnebolu'dan İstanbul'a geri dönmek zorunda kaldı.
1922'de gazetenin temsilcisi olarak Ankara'ya gitti. 1922-1924 yılları arasında Kayseri Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Daha sonra Ankara Muallim Mektebi'nde, Ankara Kız ve Erkek liselerinde öğretmenliğe devam etti. Hâkimiyet-i Milliye ( Milletin hâkim olması, Millet Hâkimiyeti ) adlı yayında fıkralar yazmaya başladı.
YAHYA KEMAL'İN TAKDİR ETTİĞİ ŞAİR
Şiire çok genç yaşta başlayan Faruk Nafiz'in 1913-1917 yılları arasında Peyâm ve Servet-i Fünûn'da şiirlerini neşretti. Bu seneler arasında kaleme aldığı şiirlerinde genellikle aşk temasına değinir. Bireysel duyguların aruz ölçüsü ve süslü bir dille anlatıldığı bu dönem şiirlerinde Servet-i Fünun etkileri göze çarpar. Faruk Nafiz, "Şarkın Sultanları" adlı eseriyle sanatında önemli bir ilerleme kaydeder. 1919 senesinde "Dinle Neyden" ve "Gönülden Gönüle" adlı kitaplarını yayımladı. Yazdığı aşk şiirlerinde aruzu büyük bir ustalıkla kullandı. Bu da, onu Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Mehmet Akif ve Yahya Kemal ile birlikte aruzun son temsilcilerinden biri yaptı. Onun şiiri, özellikle bu özelliği sayesinde Yahya Kemal tarafından beğenildi.
Büyük Mecmua, Nedim ve Ümit dergilerinde, I. Dünya Savaşı'ndan sonra işgal edilen ülkemize dair "Bozgun", "Hisar", "Yaralı Arslan", "Münâcât" ve "İzmir" gibi şiirleri yayımlanır.
"Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor
Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor
Son macerayı dinlememiş varsa anlatın;
Ram etmek isteyenler o mağrur, asil atın
Beyhudedir, her uzvuna bir halka bulsa da;
Boştur, köpüklü ağzına gemler vurulsa da...
Coştukça böyle sel gibi bağrında hisleri
Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!
Son şanlı mâcerâsını tarihe anlatın:
Zincir içinde bağlı duran kahraman atın
Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor
Asrın baş eğdi sandığı at şâha kalkıyor!"
TÜRK ŞİİRİNDE ÇIĞIR AÇTI
1922 yılından itibaren bireysel temalardan uzaklaşıp topluma yöneldi. Bu sıralarda ülke, düşman işgalinden kurtarıldı. Anadolu, doğal güzellikleri ve misafirperver insanlarıyla kaleme alınmamış bir destan gibidir. Bunun farkına varan sanatçı, 1919-1922 yılları arasında aruzun yanında hece ölçüsüne de eserlerinde yer vermeye başladı.
Nafiz'in duygu ve düşünce yapısının şekillenmesinde büyük rol oynayan Anadolu yaşayışı, "Han Duvarları" şiirinde can bulur. Çamlıbel, bu şiirini öğretmenliği sürdürmek için Kayseri'den Ankara'ya giderken gördüklerinden esinlenerek kaleme aldı. Han Duvarları şiirinden önce aruz ölçüsüyle yazdığı aşk şiirleriyle şöhret yapan şair, bu şiirden sonra "Han Duvarları" şairi olarak tanınmaya başladı. Bu şiir, yalnızca Faruk Nafiz'in sanatının dönüm noktası olmayıp Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde de yeni bir çığır açtı. Çünkü bu şiirde ilk defa Anadolu coğrafyası ve insanı, romantik duygulardan uzak, tüm gerçekliğiyle anlatılır. Aynı zamanda Bu şiirlerle birlikte edebiyatımızda "memleket edebiyatı" denilen bir cereyan başlar.
"…
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!.."
Dil konusunda Yeni Lisan izinden yürüyen Nafiz, eserlerinde yalın ve akıcı bir dil kullandı. "Ana Dili" adlı dörtlüğünde, Türkçe sevgisini ve saygısını şöyle belirtir:
"Hangi sözlerle ninem gönlünü açmışsa bana,
Ben o sözlerle gönül vermedeyim sevgilime.
Sözlerim ninni kadar duygulu olmak yaraşır,
Bağlıdır çünkü dilim gönlüme, gönlüm dilime."
Faruk Nafiz'in yeni sanat anlayışını, 1926'da Hayat mecmuasında yayımlanan "Sanat" şiirinde bir beyannâme haline getirir. Bu memleketçi edebiyatımızın ilk bildirisi olarak kabul görülür. Burada Batı edebiyatı yok farz edilir ve cemiyete yönelme esas alınır. İstanbullu aydın ile Anadolu'daki halk arasında olumlu bir ilişkinin kurulması gerektiği belirtilirken Batı hayranlığı ve taklitçiliğinin karşısına da Anadolu insanı ve kültürü çıkarılır. Şiirde yerli ve ulusal sanat anlayışımızı, Batı sanat zevkinden üstün görülür ve Batı taklitçisi sanatçılar eleştirilir.
…"Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu'muz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... Ayrılıyor yolumuz"
"TÜRK'E DURMAK YARAŞMAZ, TÜRK ÖNDE, TÜRK İLERİ!"
Cumhuriyet'in 10'uncu yılında, Türklerin bağımsızlık mücadelesini, yeni kurulan Türk devletinin on yılda neler yaptığını ve gelecek hedeflerini anlatan bir şiir yazdı. Behçet Kemal Çağlar ile birlikte yazdığı şiir, Onuncu Yıl Marşı olarak kabul edildi ve marş olarak bestelendi.
"Çıktık açık alınla on yılda her savaştan;
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan,
Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan.
Türk'üz: Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi;
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!
Bir hızda kötülüğü, geriliği boğarız,
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
Türk'üz, bütün başlardan üstün olan başlarız;
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.
Türk'üz: Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi;
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!
Çizerek kanımızla öz yurdun hartasını,
Dindirdik memleketin yıllar süren yasını;
Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını...
Bütün dünya öğrendi Türklüğü saymasını!
Türk'üz: Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi;
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!
Örnektir milletlere açtığımız yeni iz;
İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz:
Uyduk görüşte bilgi, gidişte ülküye biz.
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.
Türk'üz: Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi;
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!"
Aynı yıllarda kendisi gibi hece vezniyle yazan Enis Behiç, Yusuf Ziya, Halit Fahri ve Orhan Seyfi ile birlikte "Beş Hececiler" adı verilen grup içerisinde anılır.
Faruk Nafiz'in bir de mizah yazarlığı cephesi vardır. Akbaba, Karikatür, Mizah dergilerinde 800'den fazla mizahî şiiri yazdı.
MİLLETVEKİLLİĞİNDEN ZİNDAN DUVARLARINA
1946'da siyasete atıldı ve 1946'dan 27 Mayıs 1960'a kadar Demokrat Parti İstanbul milletvekili olarak TBMM'de görev yaptı. 27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından tüm milletvekilleri ile birlikte bir süre Yassıada'da, daha sonra da Celâl Bayar ve diğer DP milletvekilleri ile birlikte Kayseri Kapalı Cezaevi'nde tutuklu kaldı. 16 ay sonra aklanarak serbest kaldı. Serbest kaldıktan sonra siyasete dönmedi. Yassıada'da arkadaşlarıyla birlikte yaşadığı baskıyı "Zindan Duvarları" adlı bir şiir ile anlattı ve şiiri kitap olarak yayınladı.
Son yıllarını Arnavutköy'deki evinde geçirdi. Bir vapur seyahati sırasında Fethiye civarında 8 Kasım 1973'te vefat etti. Büyük şair, Karacaahmet'te meftundur.