Doğu’nun dünya sinemasına armağanı
1951 Venedik Film Festivali’nde sürpriz şekilde Altın Aslan’ı göğüsleyerek batı sinemasının at gözlüklü tutumunu paramparça eden Akira Kurosawa, sonraki yıllarda da artarak devam eden başarısını –ve saygınlığını- insan ruhuna ayna tutabilmesine borçlu. Doğduğu coğrafyanın saldığı dirençli köklere tutunarak birçok farklı kompozisyonu sinemasında yeşerten Kurosawa, Japon insanının kültürel ögelerini temel alarak her zaman evrensel dersler çıkartan eşsiz bir sinema dili yarattı.
"Sanat bir iletişim yöntemi değil, ölüme karşı bir dirençtir."
Ana akım sinema dışındaki sinema kültürlerinden biri olan Japon sinemasının içerisinde Akira Kurosawa sinemasının geleneksel Japon kültürü ve Batı kültürü bağlamında incelenmesiyle ana akım sinema ve yerli sinemalar arasındaki fark ve etkileşim de bir izdüşüm olarak anlaşılmaya çalışılabilir. Kendi içinde belirli görsel ve kültürel göstergelere sahip Japon sanatının; küreselleşen dünyada ortaklaşan görsel ve kültürel göstergelerle birleşimi Kurosawa sinemasıyla anlaşılabilirse, bu diğer yerel sinemalar için de bir portatif oluşturabilir.
1985 yılı yapımı Ran, usta yönetmen Akira Kurosawa'nın senaristliğinde de rol aldığı epik bir drama filmidir. Bafta, Altın Küre, Mavi Kurdela ve Japon Akademi gibi birçok organizasyonda kendini gösteren yapımın en bilindik başarıları ise 1985 yılında en iyi kostüm alanında kazandığı akademi ödülü ve yine aynı yıl en iyi yönetmen, en iyi sinematografi ve en iyi sanat yönetmenliği dallarında aldığı akademi adaylıklarıdır. Eser, tamamen Uzakdoğu'da geçen senaryosuna rağmen hikâyesinin kaynağını Shakespeare'in "Kral Lear" filminden almıştır.
GRİFT BİR HİKÂYE VE İKTİDAR HIRSI
Film, bulunduğu bölgenin en güçlü "daimyo"su olan Hidetora'nın yaşlılığını öne sürüp tahttan çekilerek hükümranlığını üç oğlu arasında pay etmesini konu alır. Küçük oğlu Hidetora'nın bu davranışını alaycı bir biçimde eleştirmesinden ötürü Hidetora en küçük oğlunu sürgüne gönderir. Daha sonra ise büyük iki kardeşin iktidar hırsı yönetimi devretmesine rağmen "Ulu Hükümdar" nişanını teslim etmeyen Hidetora'nın kendi oğulları tarafından hedef olmasına sebep olacaktır. Kardeşlerin kendi arasındaki iktidar entrikaları da buna eklendiğinde kimsenin suçsuzum diyemeyeceği ve neredeyse hiçbir şeyin siyah ve beyaz olarak ayrılamayacağı girift bir hikâye ortaya çıkar.
BİR UZAKDOĞU RENGİ
Batılı eseri anlayıp, sindirerek kendi kültürü ile sentezleyerek neşv-ü nema bulmuş bir eser.
Batıdan uyarlanan temel hikâyesine karşın ana karakter Hidetora 1500'lü yılların başında Japonya'da hüküm süren güçlü daimyo Mōri Motonari'den esinlenerek oluşturulmuştur. Japonların "Daimyo" ile kastettikleri bölgesinin en belirgin gücü olan feodal beylerdir. Burada konusu geçen "Daimyo" kültürü ise 12.yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar Japonya içerisinde varlığını sürdürmüştür.
Filmin tüm atmosferi başarılı bir şekilde Uzakdoğu renklerini yansıtmaktadır. Bu durum usta yönetmen Kurosawa'nın batılı bir eseri alıp olduğu gibi Uzakdoğu versiyonunu çekmeyi değil de bu batılı eseri anlayıp, sindirerek kendi kültürü ile sentez olmuş yepyeni bir halini ortaya koyma çabasını gösterir. Çalmak yerine ilham almayı kendisine şiar edinen Kurosawa'ya aynı özel muameleyi batı yıllar önce göstermiştir. Usta yönetmenin "Shichinin no samurai (Yedi Samuray)" filmini Hollywood 1960 yılında "Magnificient Seven (Yedi Sİlahşörler)" olarak çevirdiğinde de aynı başarılı sentezi yakalamıştır.
Filmin oyunculukları, görsel sanatlardaki ince işçiliği, savaş sahneleri ve diyalogları öne çıkan eşsiz noktaları olarak dikkat çekiyor. Yaşlı daimyo Hidetora'yı canlandıran aktör Tatsuya Nakadai filmde depresif yanını ortaya koyan abartılı makyajı ve kısa ama bir o kadar etkileyici tiradları ile filmin en önemli unsuru diyebiliriz. Hâlihazırda sinema kariyerine yine Kurosawa'nın "Yedi Samuray" filminde ufak bir rolle başlayan Tatsuya Nakadai, 1961 yılında Kurosawa tarafından çok başarılı bir yapım olan "Yojimbo" filminde önemli bir rolde başarılı bulunduktan sonra 1985 yılında Kurosawa'dan "Ran" başrolünü alabilmiştir. Elbette bu aralıkta onlarca başka filmde de rol alan aktörün kimyası birçok sinema eleştirmenine göre en çok Kurosawa ile uyuşmuştur.
12 milyon dolarlık bir bütçe ile çekilen film şimdilerde yeşil perdenin istilası altında olan sinema sektörü için çok az sayılabilecek bir miktar olmasına rağmen 1985 yılında ve özellikle Akira Kurosawa için muazzam bir kaynaktı.
KAREKTER ARKLARI VE DİYALOGLAR
Filmin bir diğer ilginç noktası kin, hırs, umut, sabır, ihanet, bağlılık, itaat ve isyan gibi birbirine zıt onlarca ruh haline defalarca dokunuş yaparak insanın zihnini zorlayan bir duygusal değişim hızına sahip olmasıdır. Bu durum o kadar zorlayıcıdır ki yalnızca bu sebep bile karakterlerin akıl sağlıklarını etkilemiştir. Aslında insana dair her duyguya temas etmesi ile gayet insancıl bir noktada duran filmde bu düşünceyi destekleyen şu kısa diyaloglar bile kendine yer bulmuştur;
"Kendimi hiçbir şeyin ortasında hissediyorum."
"Bu gayet insani bir durum."
"İnsan bu dünyaya ağlayarak gelir ve yeterince ağladıktan sonra da ölüp gider."