Dünya çapında doğulu bir yönetmen
Bir şekilde terk edilmiş ama mazlum olmayan, kendi ayakları üzerinde çocukların incelikli filmleriyle tanıdığımız Japon üstat Hirokazu Kore-eda, yeni filmi “Shoplifters” ile Altın Palmiye kazandı.
"Mecburiyetten bir araya gelen insanlar üzerinden aile dediğin nedir, bunu sorgulamak istedim. İlla da kan bağına değil seçilmiş aileye inanıyorum"
Son 20 yılın en sıra dışı Japon yönetmenlerinden biri olan 1962 Tokyo doğumlu Hirokazu Kore-eda, bir yönetmen olarak gerçekçi yaklaşımı ile izleyicilerin hayatlarına dokunmadan önce bir yazar olmak için çıkmıştı yola. Waseda Üniversitesinde Edebiyat bölümünü bitirdi.
Ancak sinemaya olan yoğun ilgisi nedeniyle Hirokazu Kore-eda kendisini kamera arkasında buldu. TV için bağımsız küçük bir firma adına bir belgesel dizisi çekti. Filmlerindeki insani yaklaşımın nedenlerinden biri de belki de bu belgesel çalışmaları.
Maboroshi no Hikari'nin etkileyici güzelliğinde, After Life'ın insanın iç bakışına yönelten yapısında ya da bir samuray taşlaması olan Hana'da yönetmenin sinemaya ve hayata bakışı açık şekilde görülmektedir. Zihnindekileri eşsiz şekilde görselleştirme konusundaki hüneri ve insanın içine işleyen duygusallığı sunuşu ile Hirokazu Kore-eda, Japonya'nın en önemli yönetmenlerinden birisi olarak kabul ediliyor.
Yönetmenin eserlerindeki ana öğe "insan"dır. Yapıtları insan hikâyeleri üzerinedir. Ancak filmleri sadece insanlık üzerine olmakla kalmaz, insana ait merakları ve gizemleri de içinde taşır. Yönetmenin kurgusunda ve anlatım dilindeki insan ruhuna bakış, eserlerini sıra dışı kılar.
İNSANİ YAKLAŞIMIN NEDENLERİNDEN BİRİ BELGESEL ÇALIŞMALARI
1990'ların başında belgesel yapımlarla Japon halkının günlük hayatındaki karanlık noktalara ışık tutan yönetmen 1994 yılında ödüllü August without Him adlı belgeselini yaptı. Belgeselde bir AIDS hastası ve aktivist olan Hirata Yutaka'nın son aylarını anlattı. Belgesel ödüller alsa da Hirokazu Kore-eda, belgesel formatının kısıtlamaları içinde sıkıştığını hissetmeye başladı. Belgesellerde, konu olan kişiler kameranın varlığından haberdardılar ve davranışları da yapay kaçmaktadır. Böylece yönetmen sonraki çalışmasını kurmaca bir film olarak gerçekleştirmeye karar verdi.
Sanatçı 1995 yılında kurmaca filmi Maboroshi'yi yaparken belgeselci yanını bir tarafa bırakmak yerine yine belgeselci gözü ile filme yaklaştı ve bu da eşsiz bir yapımın çıkmasına neden oldu. Aslında Miyamoto Teru'nun eseri bildik Hollywood tarzı anlatımla beyaz perdeye aktarılabilirdi. Ama Hirokazu Kore-eda'nın elinde harika bir sinematik hal aldı. Film, kocasının beklenmedik intiharının ardından hayatını yoluna koymaya çalışan genç bir annenin hikâyesini anlatıyordu.
DOĞAL IŞIKLA AYDINLATILMIŞ İÇ MEKÂNLAR VE MABORASHİ
Maborashi, birçok geleneksel film yapım tekniklerinden kaçınılarak yapıldı. Filmde başrol oyuncusu olarak yeni bir oyuncu olan Esumi Makiko ve kısa ama önemli bir rol olan intihar eden eş rolünde de yine yeni bir aktör olan Asano Tadanobu ile çalıştı. Tamamı tanınmayan oyunculardan oluşan bir film çekmek kumar gibi görünebilir. Filmde uzun sahneler kullandı. Dikkatlice oluşturulmuş mizansenler, Ozu'dan ödünç aldığı aşağıdan çekimler (low-angle shots) kullandı. Özellikle tamamı ile doğal ışık kullanma kararı sanatsal yönden büyük risk içeriyordu.
Sonuç şaşırtıcı derecede başarılıydı. Japon denizinin iniş-çıkışlı kıyısı boyunca yapılan çekimde yönetmenin kamerasına muhteşem doğal güzellikler yakalandı.
Anlaşılması güç doğal ışıkla aydınlatılmış iç mekân sahneleri ve engebeli araziden görülen manzara, filmin kahramanı kafası karışık annenin iç dünyası ile paralellik taşıyordu. Aslında yönetmen tüm sahneleri genç kadının duygularını yansıtmak üzere kurgulamıştı. Film yönetmene Japonya'da ve Japonya dışında büyük bir ün ve Venedik Film Festivalinde en iyi yönetmen ödülünü kazandırdı.
BELGESEL VE KURMACA ARASINDA AFTER LIFE
Maborashi'nin başarısının ardından yönetmen 1998 yılında After Life adlı filmi yaptı. Film belgesel ve kurmaca arasında net olmayan bir çizgide duruyordu. Film öteki dünya ve varoluş konularına değiniyordu. Filmde amatör ve profesyonel oyuncularla çalıştı. Filmde ölü ruhlar cennete gitmeden önce bir ara istasyonda beklemekteydiler. Burada cennete ya da sonsuzluğa ulaştıracak hayatlarındaki tek anıyı belirlemeye çalışırlar. Filmde röportajlar vardır. Röportajlar profesyonel olmayan oyuncularla yapılmıştır, Filmin evrensel teması Japonya dışındaki seyircilerin de beğenisini topladı.
Hirokazu Kore-eda'nın gerçek ve kurguyu harmanlama; yapımı, kurgu olsa bile, mümkün olan en doğal hali ile sunma becerisi ve işlediği temalar filmlerini "insan" kılıyor. Bu da yönetmenin uluslararası başarısını açıklıyor.
DISTANCE(2001)
Cannes Film Festivalinde Altın Palmiyeye aday oldu. Film, kıyamet sonrası dini bir oluşumun neden olduğu katliamın sonuçlarına odaklanıyordu. Katliamın üçüncü yıldönümünde dört arkadaş sevdiklerinin küllerini döktükleri bir gölde bir araya gelirler.
Burada katliamdan kurtulan tek kişi ile karşılaşırlar. Filmde flashbackler, hatıralar ve uzun çekimler yer alıyor. Film bize şu soruyu soruyor: "Karakterler kendileri ile sevdiklerinin o anlayamadıkları şiddet fiilleri arasına mesafe koyabilirler mi?"
NOBODYKNOWS(2004)
Film, anneleri kendilerini ansızın haber vermeden terketmiş dört ergen kardeş hakkında. Gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Kardeşler, Tokyo'daki dar dairelerinde yaşarken hayatlarına devam etmeye çalışırlar.
Yetişkinlerin dünyasını çocuk gözü ile anlatan bu filmde yönetmen tutarlı olmayı başarıyor. Yürek burkan bir gerçeklik taşıyan film çocukların dramını ve terkedilmelerini yavaş bir dille resmediyor.
Filmin 14 yaşındaki oyuncusu Yûya Yagira 2004 Cannes Film Festivalinde en iyi aktör ödülünü kazandı.
HANA(2006)
18.yüzyılda yaşamış bir samurayı anlatan bir dönem filmi. Bununla birlikte yönetmenin tarzına uygun olarak türün birçok alışılmış öğesinden uzak duran bir yapım. Ana karakter Aoki Sozaemon, klişe bir samuray karakteri değil.
Babasının katilinden intikam almak isteyen sevimli ve yumuşak bir karakter. Bununla beraber kana susamış ve hırsla çalışan biri değil. Yönetmen karakteri daha insancıl bir hale getirmiş.
STILL WALKING(2008)
"Hala yürümeye devam ediyorum. Ama küçük bir kayık gibi sallanıyorum"
Filmin bu sözleri Blue Light Yokohoma adlı romantik şarkının sözlerinden alınmış. Sözlerin filmde duyulması bu trajikomik yapıma daha şiirsel bir hava veriyor.
Seyirci, ölen büyük oğulları Junpei'yi anmak için her sene bir araya gelen Yokoyoma ailesi ile tanışıyor. Junpei, on sene kadar önce bir çocuğu kurtarmak isterken denizde boğulmuştur.
Filmde melodram ya da histeri yoktur. Doğal performans, karakterlerin içindeki duyguların ortaya çıkarılmasını sağlamaktadır.
I WISH (2011)
Yönetmen bu filmde çocuk ruhunu yakalamayı ustalıkla başarıyor. Gerçek hayatta da kardeş olan Koki ve Oshiro Maeda ayrılan anne babası nedeni ile farklı yerlerde yaşayan iki kardeştir.
İki kardeş ayrı yönlerden gelen iki trenin tam karşılaştıkları anda bir dilek tutarlarsa gerçekleşeceğine inanırlar. Ailenin yeniden bir araya gelmesini dileyeceklerdir. İki kardeş masum bir şekilde bu mucizevi inanca sığınırlar. Film çocukluk düşlerine ve masumiyetlerine odaklanır. Film, mucizeyi gerçekleştirmek üzere arkadaşları ile yola çıkan kardeşlerin pastoral hikâyesini anlatır.
LIKE FATHER, LIKE SON (2013)
Para ve başarı hırsıyla kendini kaybeden bir iş adamı, Ryota, hayatına tutku ile devam etmekteyken altı yıldır büyüttüğü oğlu Keita'nın aslında biyolojik çocuğu olmadığını öğrenmesi ile sarsılır.
Çocuklar hastanede karışmıştır. Bu gerçek onu varoluşçu bir sorgulamanın içine sürükler. Gerçek oğlu Ryusei ise tamamen başka bir sosyal sınıftan bir ailenin yanındadır. İki aile bir araya gelip zor seçimler yapmak zorundadırlar.
Yönetmen bu yapımda kendi kişisel ve içsel duygularından ilham almış. Kızı doğduğunda hissettiği duygulardan etkilenmiş. Bu harika filmde birçok ilginç konu yer almaktadır. Mesela iki ailenin çocukları değiştirmeleri konusunda düşünceleri gibi.
MANBIKI KAZOKU (2018)
Bu sene 71'incisi düzenlenen Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü Japon yönetmen Hirokazu Kore-eda'nın yönettiği "Manbiki Kazoku" (Bir Aile İşi) adlı film kazandı.
Beşinci kez Cannes'da yarışan başarılı yönetmen, küçük hırsızlıklar yaparak yaşamını sürdüren bir aileyi anlattığı son filmiyle altı sene sonra Altın Palmiye'yi Asya kıtasına geri getirdi.