Köksüzlüğü kabul etmeyen bir modernleşmeci Ahmet Cevdet Paşa
Hocalarının vekâletiyle kendisinden büyük olanlara ders okuttu. O dönemin ilmi, edebi topluluklarına da dahil oldu. Kendi deyimiyle; “Eşyam azdı. Gelecek endişesini, yarın ne olacak korkusunu duymadan her gün istediğim yerde gezerdim. Dalgalı bir denize benzeyen bu hayatımı su değil de saman içinde yüzüyormuşum gibi geçirdim” diyen Cevdet Paşa’nın çocukluk hatırlarına değindik.
Ahmet Cevdet Paşa 1822 yılında Lofça'da doğdu. İlk öğrenimini burada tamamladı.1839'da İstanbul'a gelerek Fatih Camii'nde görev yapan önemli şahsiyetlerden ders aldı. İlahiyat, hikmet, Arap edebiyatı, Fars edebiyatı, matematik, tabiat, felsefe, tarih, jeoloji, coğrafya ve astronomi okudu. Ayrıca Fransızca öğrendi. Bunların yanında edebiyata merak saldı ve şiirler yazdı. Cevdet mahlasını kendisine şair Fehim Efendi verdi.
DÖNEMİNE IŞIK TUTAN FİKİR ADAMI
"Ahmed'in dünyaya gelmesi, babası İsmail Ağa'nın sevincini sonsuz kılmıştı. Ahmedcik, dedesinin şefkatli kanatları arasında büyüyüp serpiliyordu. Okumaya karşı büyük bir merak ve sevgisi vardı. Ahmed, İstanbul'un bilim ve kültür merkezi olduğunu duymuş, henüz görmediği bu şehrin kara sevdalısı olmuştu."
Ahmed Cevdet'in anılarını okuduğumuzda İstanbul'a gelişini şöyle anlatır:
" Benim için İstanbul'a gitmekten başka çare kalmamıştı. Annem ve babam bendeki fevkalade hırs ve isteğimi görüp çaresiz kabullendiler. Bunun üzerine büyük babam beni İstanbul'a gönderdi.1839 yılından önce İstanbul'a geldim."
AHMED CEVDET PAŞA'NIN ANILARI
" Osmanlı eğitim sistemine göre okumak isteyen bir öğrenci medrese adı verilen okula yerleşir, burada yatıp kalkardı. Mahalle ve Sıbyan mekteplerinden sonra devam edilen medreseler, günümüzdeki yatılı okullar gibiydi. Buralarda 15-20 kadar ders görülürdü.
Medreseler kanaat yeriydi. Talebeler pek az masrafla geçinirlerdi. Burada kalanlar nöbetle yemek yapar, diğer işleri görürdü."
ZEKİ VE ÇALIŞKAN BİR ÖĞRENCİYDİ
" Bu dönemin İstanbul'unda yüksek eğitim veren kaliteli bir okul vardır: Hamidiye Medresesi. Bu medreseye imtihansız talebe kabul edilmiyordu. Ben henüz İstanbul'un imtihan usulüne alışmamış olduğum halde bu imtihana girdim. Kazanıp, seyyar talebe olarak bir odaya alındım. Medresede kalan talebelerin kulakları ders konularından başka bir şey duymazdı. Boş düşünceler ve faydasız haberlerle kafalarını meşgul etmezlerdi. Medreselerin tahsil günlerinde belirli olan dersleri görürdük. Bundan başka tatil günleri olan Cuma günlerinde ufak tefek eski metotla hesap, cebir (matematik), geometri, astronomi ve diğer ilimlere ait pek çok okudum. Arkadaşlarım senenin üç ayını memlekette geçirirken ben İstanbul'da kalıp kitaplarımla uğraşıyor, ders günlerinden daha çok bilgi ediniyordum. Bu şekilde diğer talebelerin on yılda yapamadığı tahsili ben 5-6 yılda tamamlayarak ders kitabı okutmaya başladım. Bu arada Beyânü'l- Unvan adlı kitap yazdım. "
UYKU UYUMUYOR, SADECE DERS ÇALIŞIYORDU
" Önceleri de anlattığım gibi yüksek ilimleri öğrenebilmek için derslerin üzerine pek fazla eğildim. Önceleri yatağa yatmıyordum. Ders çalışırken uyukluyor, sonra yine uyanıp tekrar kitaba sarılıyordum. Tatil günlerinde bile dinlenmezdim. Bu yüzden zayıflamıştım. Hoca Hamid Efendi bu durumdan haberdar oldu ve bana sağlığımı korumam için ders gibi talimat verdi. İşte ondan sonra yatak edinip uykumu almaya başladım. Hocam, tatil günlerinde de dışarı çıkıp dolaşmam, temiz hava almam gerektiğini söyledi. Birkaç Cuma günü kırlara gittim ama hoşlanmadım. Hem temiz hava almak hem de Farsça öğrenmek için Çarşamba Pazarı civarındaki Molla Arap Tekkesi'ne devam etmeye başladım."
HOCASININ YANLIŞLARINI DÜZELTTİ
Hocalarının vekâletiyle kendisinden büyük olanlara ders okuttu. O dönemin ilmi, edebi topluluklarına da dahil oldu.
"Fatih Camii'nde Vidinli adında büyük bir hoca Mutavvel adındaki kitabı ders olarak veriyordu.üç yüzden fazla talebe bu dersi dinliyordu. Dersler tartışmalı geçiyor, telebeler zaman zaman hocaya itiraz edip açıklama istiyorlardı. Bir gün bir konuda hocamın görüşünün aksine olarak fazla ısrar ettim. Hocamın canı sıkıldı, beni azarladı. Azarlaması gücüme gitti. Ondan sonraki birkaç derste ağzımı açmadım. Başka bir gün, Hoca anlaşamadığımız konuyu güzelce açıklayıp "Lofçalı haklıymış" dedi. Hocanın daha önceki azarlamasından ne kadar kırıldıysam bu tavrından da o kadar memnun olmuştum."
Çocukluk ve delikanlılık dönemini bir türlü unutamayan Ahmed Cevdet Paşa Tezâkir adlı eserinde bu dönemlerini hasretle hatırlar.
" O dönemde ne güzel günler gördüm. Ne tatlı ömür sevdim. Her an gönlüm ılık bir meltemle, yüreğim sevinçle dolardı. O âlem ne güzel âlemdi. Bazen nesir (düzyazı) yazardım, bazen şiir. Bilginlerden ve edebiyatçılardan dostlarım çoktu. Gece medreseye gitmesem arayıp soranım yoktu. Mrsnrvi okuyanlardandım. Mevlevi Dergâhlarında saygı görürdüm. Eşyam azdı. Gelecek endişesini, yarın ne olacak korkusunu duymadan her gün istediğim yerde gezerdim. Dalgalı bir denize benzeyen bu hayatımı su değil de saman içinde yüzüyormuşum gibi geçirdim."
EDEBİYATTAN SİYASETE GEÇİŞİ
Çarşamba'daki meşhur Murat Molla Dergâhına ve Karagümrük'teki şair Fehim Efendi'nin konağına devam etti. Bu çevrelerde dönemin birçok ünlü şair ve bilginleriyle tanıştı. Dönemin şeyhülislamı aracılığıyla Reşit Paşa ile tanıştı ve yakınlık kurdu. Paşa'nın konağında Ali ve Fuat Efendilerle tanıştı. Maarif Meclisi üyeliği ve Darülmuallimin müdürlüğüne atandı. Bu kurumu düzenlerken büyük emek veren Cevdet Paşa 1851 yılında açılan ve İlk Türk akademisi olan Encümen-i Dâniş dahili üyeliğine seçildi.
FUAT PAŞA İLE BİR İLK
Ahmed Cevdet Paşa, Fuat Paşa ile birlikte ilk Osmanlı grameri sayılan, üç dilin ( Arpaça,Farsça ve Türkçe) gramerini açıklayan Kavâid-i Osmaniye adlı eseri yazdılar.
SİYASİ HAYATI DA EDEBİ HAYATI KADAR BAŞARI DOLU
1954'ten sonraki yıllarda da önemli vazifelerin başına getirilen Ahmet Cevdet, 1856 yılında Galata Mollası oldu. 1857'de Mekke payesi aldı. Meclis-i Âli-i Tanzimat üyeliğine getirildi.1861'de İstanbul payesine terfi etti. Bir süre Takvîm-i Vekâyi'i ıslah için kurulan komisyona üyelik yaptı. 1862'de şeyhülislam olacağı konuşulsa da bu göreve getirilmedi. Anadolu kazaskerliği payesi ile Bosna- Hersek müfettişliğine atandı.!966'da paşa oldu. 1868 yılında Divan-ı Ahkâm-ı Adliye reisliğine getirildi. Bundan sonra devletin en yüksek kademelerinde görev aldı. 1873'te Maarif Nazırı oldu.
Ahmet Cevdet Paşa bu görevlerinin yanında beş defa Adliye, iki defa Maarif, iki defa Evkaf, bir defa Dâhiliye ve bir defa da Ticaret ve Ziraat Nazırı oldu.
SİYASİ HAYATI EDEBİ YÖNÜNÜ HAYATI BOYUNCA ENGELLEMEDİ
Encümen-i Daniş Kurulu kararıyla 1774-1826 yılları arasını anlatan önemli ve ünlü eseri Tarih-i Cevdet'in yazımını ve İbn-i Haldun'un Mukaddime adlı eserinin çevirisini yaptı. 1855 yılında tarihinin ilk üç cildini bitirince vakanüvisliğe getirildi. Otoriteler eserin modern tarih anlayışına uygunluğunu kabul etmişlerdir. Osmanlı tarihçiliğinin en büyük başarılarından biri sayılır.
Başkalığında kurulan Mecelle Cemiyeti tarafından Mecelle'nin dört cildini yayımlandı. Şeyhülislam ile ters düşünce görevden alındı ancak Mecelle'nin 5'inci ve 6'ncı ciltleri ağır eleştirilince Ahmed Cevdet Paşa yeniden komisyon başına getirildi ve ciltler yeniden yazıldı. Mecelle'nin 16 kitabının hazırlanmasını sağladı.
Ünlü altı ciltlik Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa adlı eserinde Hz. Âdem – HZ. Muhammed arasındaki tüm peygamberlerin hayatı, 2. Murat Dönemine kadar İslam tarihini samimi bir dil ve sade bir üslupla yazdı.
1873 yılında Kavâid-i Türkiye (Kavâid-i Osmaniye'nin sadeleştirilmiş hali) uzun yıllar okullarda ders kitabı olarak okutuldu.
Şiirlerini, hayatının son zamanlarında Divançe'de topladı. Sürûri Mecmuası'nı da derlemiştir.
BATICILARA KARŞI İSLÂMİ DÜŞÜNCENİN SAVUNUCUSU
Uzun süre Mustafa Reşit Paşa'nın yardımcısı olarak çalışan Ahmed Cevdet Paşa, Batıcılara karşı İslami gelenek ve fikirlerin savunmasını yapmıştı. Bu durumdan dolayı da Sultan Abdülhamid'in de itibarını gördü. Mithat Paşa ile sürekli mücadele içindeydi. Medeni hukuktaki boşluğu Fransız hukukundaki kurallarla doldurulmasına karşıydı.
Cevdet Paşa genel faydacı yaklaşımını, devlet örneğiyle destekledi. Ona göre, "hıfz –ı nizâmât -ı düveliye ilm-i târih ile olur " yani devlet düzeninin korunması, devletin eski usullerinin tarih aracılığıyla tespit edilip saklanması ve yeri geldiğinde günün şartlarına uygun bir şekilde yeniden ele alınmasıyla gerçekleşir. Bu nedenle tarih eğitim ve öğretimi çok gereklidir. Bundan dolayı Cevdet Paşa, bazı ulemanın "ilm-i tarihin ta'lîm ve ta'allümü vâcib derecededir " dediğini aktardı. Buradan da anlaşılacağı üzere Paşa, tarihin amacını, geleceği belirleme ve gelecekte mümkün olduğunca az hata yapmanın yardımcı unsurlarından biri olarak gösterdi. Cevdet Paşa Şark vakanüvisliğine Garb tarih anlayışını getirdi. Ancak bunu yaparken kendi toplumunun değerlerini ve gerçeklerini görmezden gelmedi. Bu noktada Paşa'yı muasırlarından ayıran önemli bir husus ise, Batı'nın tarih felsefesinden etkilenmiş olmasına rağmen Tanzimat müellifleri gibi Avrupalılaşmamış olmasıdır. Kendisi tarihi, bir toplumbilimci nazarıyla ele almış ve bu şekil üzerine yazmıştır. Kendi tabiriyle " nev'î beşerin içtimaî mülâbesesiyle ârız olan ahvâl ", yani toplumsal olaylarla meydana gelen hadiseler değerlendirilirken, elbette o toplumun gözüyle bakıp değerlendirme yapmak gerekmektedir.
Eğitim meselesinde de Ahmet Cevdet Paşa'nın da medrese kökenli bir âlim olmasına rağmen modernleşmenin belirli kurallar ve ölçüler dâhilinde gerçekleşmesi gerektiğini söylemesi, bunun yanı sıra sonradan Encümen-i Daniş'in ikinci başkanlığını da yapmış olan ve yine medrese çıkışlı Hayrullah Efendi'nin Tıbbiye mezunlarından olması Tanzimat dönemi ulemalarının da tamamen yenileşme karşıtı olmadığının kanıtıdır. Ahmed Cevdet Paşa yenileşme sürecinde devletin özünü korumayı amaçlamıştır.
ABDÜLHAMİD'E ÖZEL
Ahmed Cevdet Paşa'nın, II. Abdülhamid'in emriyle kaleme aldığı Sultan Abdülhamid'e Arzlar (Ma'rûzât), aynı zamanda son asır Türk Tarihi'nin önemli kaynaklarından biri olma özelliğini de taşımaktadır.1839-1876 yıllan arasındaki tarihî ve siyâsî hâdiselerin hulâsasının yazılmasını isteyen II. Abdülhamid'e sunulması dolayısıyla Sultan Abdülhamid'e Arzlar "Ma'rûzât" ismini alan eser cüzdanlar halinde bulunmaktadır. Tamamı beş cüzdandan oluşan "Ma'rûzât" Yıldız evrakı arasında ele geçmiştir fakat birinci cüzdan kaybolmuştur.
Hayatını fikir ve devlet işlerine adayan Ahmed Cevdet Paşa, 25 Mayıs 1895 yılında Bebek'teki yalısında vefat etti. ( Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları, M. Nuri YILDIRIM; Ahmet Cevdet Paşa'nın Türk Eğitim Tarihi Açısından Önemi Üzerine Bir İnceleme, Erdem OKLAY)