Lugatçıların şâhı, dilcilerin padişahı Mütercim Âsım Bey
Sağlam karakterli, imanlı, samimi bir müslüman olan Mütercim Asım Bey, Galata Mevlevihanesi’ne gider; Osmanlı hanedanına da büyük bir muhabbet beslerdi. Kendisi tam bir ayaklı kütüphaneydi; bu anlamda tarihçilik, lugatçılık, şairlik, naşirlik, iktisatçılık ve kelamcılık alanında kendini çok yönlü bir şekilde yetiştirmişti. Özellikle lugatçılık alanında eşi benzeri bulunmayan değerli bir hazineydi.
Lugatçıların şâhı, dilcilerin padişahı olan sözlük yazarı ve tarihçi Mütercim Âsım Bey, Antep'te dünyaya geldi. Doğum tarihini Ebüzziyâ Mehmed Tevfik ile Antep'te gördüğü bir şiir mecmuasına dayanan Hikmet Turhan Dağlıoğlu 1169 (1755) olarak kaydederler. Semerkantlı Şeyh Osman'ın soyundan gelen şair Husûlî Efendi'nin torunu ve Antep'in tanınmış âlim ve şairlerinden Antep Şer'iyye Mahkemesi başkâtibi Mehmed Cenânî Efendi'nin oğludur. Ataları arasında Nazmü'l-leâl yazarı Şeyh Ahmed Şihâbî Efendi ile Çarpınlı hattat Şeyh Ahmed Efendi gibi şair, lugatçı ve hattat birçok şahsiyet vardır.
Antep'te iyi bir eğitim gören Âsım, Arapça, hat ve dinî ilimleri tahsil etti. Şiir ve edebiyatı babasından ve o sırada Antep'te olan Kilisli Rûhî Mustafa Efendi'den öğrendi. Antep Mahkemesi Kalemi'ne devam ettiği sırada bir taraftan da tanınmış âlim ve şairlerin meclislerinde bulundu. Daha sonra Antep mukātaası mutasarrıfı Battalzâde Mehmed Nûri Paşa'nın divan kâtibi oldu.
Asım'ın macerası, doğduğu şehirde şöyle bir hadise ile başlar:
"Asım bir gün Ömeriye Camii'ne gider. Antep mirimiranı Nuri Mehmet Paşa da gelip hemen yanı başına oturur. Mütercim Asım'la Nuri Mehmet Paşa'nın tam önünde bulunan Molla Ahmet adında bir sofu, hutbe okunurken sürekli eliyle kulaklarını tıkar. Padişah için yapılan duayı bir türlü dinlemek istemez. Çünkü ona göre padişah zalimin biridir. Molla'nın bu hareketine çok kızan Nuri Mehmet Paşa, camide bulunduğu için ham sofuyu hançerlemekten o an için vazgeçer, ama dışarı çıkar çıkmaz şöyle bağırır: "Be Herif' Kur'an'da ve hadiselerde İblis, Firavun ve Nemrut adları okundukça eşek gibi dinlersin de zalimliği ispatlanmamış olan ve dinimize göre kendisine itaat edilmesi gereken padişahın adını zalimdir diye duymak istemezsin. Senin bu hareketin riyakârlıktan başka nedir. Bu davranışın halkala padişahı arasını açmak değil midir?" Paşa hemen orada bulunan cellada işaret eder, bu adamın boynunu vurması için emir verir. Ancak araya giren Mütercim Asım divan kâtipliğini yaptığı paşayı yatıştırmayı başarır ve ham sofunun canını kurtarır.
Daha sonraları makamına göz dikenler Mehmed Nûri Paşa Hakkında idam hükmü çıkardı. Antep'te çatışmalar başladı. Bu sırada Âsım Efendi de çok sıkıntı çekti ve Kilis'e kaçtı. Târih'inde (II, 227) bu felâket sonunda bütün malını ve servetini kaybettiğini, Antep'in zengin bir ailesinden olduğu halde sıkıntıya düştüğünü, özellikle kütüphanesinin yağma edilmesinden büyük üzüntü duyduğunu anlatır. Kilis'te sekiz ay kadar kaldıktan sonra geçim sıkıntısı yüzünden ailesiyle kardeşlerini Antep'e gönderdi, kendisi 1204'te (1789-90) İstanbul'a hareket etti.
YAĞMA EDİLEN KÜTÜPHANE HİKÂYESİ
İstanbul'dan gönderilen askerler büyük bir velvele ve gulgule içinde şehre girerler. Çok sayıda askerin hızla ve hışımla kendi evine geldiğini gören Asım Bey, damdan dama atlayarak bir kocakarının evindeki mağaraya sığınır. İbnülemin Mahmud Kemal Bey'in ifadesiyle "gâr-ı pür mâr" içinde, yılanların ve akreplerin arasında birkaç saat gizlenir. Şehirde ve çevresinde savaş dolayısıyla büyük bir sıkıntı baş gösterir. Halkın büyük bir bölümü Rakka ve Malatya taraflarına göç eder. Paşa da kaleye çekilip savunma hareketini sürdürür. Asım bu hengâmede malını mülkünü kaybeder. Antep'in soylu bir ailesinden olmasına rağmen beş parasız kalır. Fakat asıl onu perişan eden hadise, nefis eserlerden oluşan son derece değerli kütüphanesinin yağma edilmesidir. Bu kitap katliamı evlat acısı gibi bağrını deler. Bazı âlimlerin ve ırz ehli kimselerin yardımıyla Kilis'e kaçmayı başarır. Bu arada Halep tüccarlarına hayli borçlanır. Kilis'te büyük bir sıkıntı çektikten sonra çoluğunu çıcuğunu tekrar antep'e gimderir. Kendisi de:
Kalmadan hâk-i mezellette hemen ey Asım
Azim-i sûy-i semâsây-i Sıtambul olalım, diyerek Nedim'in bir taşına bütün Acem mülkünü feda ettiği İstanbul şehr-i şehîrinin yolunu tutar.
KENDİSİNE BAĞLANAN 300 KURUŞLUK ARPALIK
Âsım Efendi'nin ilim âleminde adının duyulmasına vesile olan çalışması, 1205-1212 (1791-1797) yılları arasında tercüme ettiği ve III. Selim'e sunduğu Tibyân-ı Nâfi' der Terceme-i Burhân-i Kātı' adlı eseridir. Padişah bunun üzerine "Sefâret, Vekāyi' tahriri ve nâmenüvislik" gibi bir göreve tayinle kendisine hareket-i dâhil rütbesiyle bir medrese ruûsu ve ev verilmesini, ayrıca 300 kuruş maaş bağlanmasını emretti.
Târih'inde (II, 72) kendisine bağlanan 300 kuruşluk arpalıktan istifade etmemesi için Şeyhülislâm Topal Atâullah Mehmed Efendi'nin Tirsiniklioğlu'nun tasarrufunda bulunan Pravadi kazasını tevcih ettiğini, başlangıçta 50-60 kuruş aldığı halde zamanla bunu da alamadığını belirtir. III. Selim'in Âsım Efendi'ye verdiği ev çıkan bir yangın sırasında yanınca padişah kendisine yeniden ihsan ve atıyyelerde bulundu.
CANINI ZOR KURTARDIĞI O YANGIN
Asım Efendi bu sırada otuz beş yaşındadır. Devir, Üçüncü Selim devridir. İstanbul'da devlet adamlarıyla ulemâ arasında rekabet hüküm sürmekte, türlü türlü entrikalar çevrilmektedir. Böyle bir ortamda taşradan İstanbul'a gelen Asım'ın ilgi görmeyeceği birtakım zorluklarla karşılaşacağı tabiidir. Nitekim ilk zamanlar büyük bir sıkıntı çeker, kimseyle ülfet ve ünsiyet edemez. Fakat ümidini ve azmini hiçbir zaman yitirmez, olağanüstü bir gayret gösterir. Tebrizli Hüseyin bin Halef'in Tınyan-ı Nâfî der Tercüme-i Burhan-ı Katı adındaki lugatını büyük bir başarıyla çevirir. Padişaha takdim eder. Üçüncü selim Asım'ın münasip bir göreve tayin edilmesini ister, üç yüz kuruş maaş bağlar, ev alır. Ancak bu sırada Mısır Vak'ası çıktığından ve yalan yanlış dedikodular etrafı kapladığından ailesini getiremez. Derken başka bir felaket olur, oturduğu mahallede çıkan yangın diğerleriyle birlikte onun da evini yakıp kül eder. Tarihinde bizzat belirttiği gibi Mütercim çırılçıplak canını zor kurtarır.
Arapça öğrenmek isteyenler için Tuhfe-i Vehbî'ye nazîre olarak 1213'te (1798) Tuhfe-i Âsım'ı yazan Âsım Efendi bir müddet sonra da Halepli İbrâhim b. Mustafa el-Mudarî'nin Nažmü's-sîre (Siyer-i Halebî) adlı Arapça kitabının tercümesini tamamladı ve III. Selim'e takdim etti.
1215'te (1800-1801) yine III. Selim'in yardımıyla Mısır üzerinden Hicaz'a gitti ve Medine'de hocası Abdullah Necib Efendi ile görüşerek onun tavsiyesiyle Şerh-i Siyer-i Halebî'yi yazdı (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2299). Dönüşte Şam ve Halep'e uğradı, oradan 1216'da (1801-1802) Antep'e ve Maraş'a gitti. İstanbul'a ailesiyle birlikte döndü ve Üsküdar'da Nuhkuyusu'ndaki evine yerleşti.
ASIM EFENDİ'NİN SÖZLÜKLERDEKİ BAŞARISI
İstanbul'a geldiği günlerde çok sıkıntı çekti, III. Selim ile II. Mahmud'dan yardım gördü. 9 Şevval 1215'te (23 Şubat 1801) kendisine Molla Gürânî Mescidi'nde ders okutma ruhsatı verildi. 1222'de (1807) Âmir Efendi'nin yerine vak'anüvis oldu, ölünceye kadar bu görevde kaldı. 15 Rebîülevvel 1229'da (7 Mart 1814) Süleymaniye müderrisi iken Selânik kadılığına gönderildi (Şânizâde, II, 215). Selânik'ten döndükten sonra 28 Kasım 1820 tarihinde İstanbul'da vebadan öldü; Karacaahmet Mezarlığı'nda Harmanlık'tan Miskinler'e giden yolun sağ tarafındaki set üzerine defnedildi.
Âsım Efendi başarısını en çok sözlükçülük alanında göstermiş, Farsça ve Arapça'dan Türkçe'ye çevirdiği iki eserle "Mütercim" unvanını almış, ayrıca vak'anüvis sıfatıyla yazdığı eser ve yaptığı tercümelerle tarih alanında adını duyurmuştur. Üç dilde şiir yazacak kadar güçlü bir edip olan Âsım Efendi'nin, Tibyân-ı Nâfi' ile Kāmus Tercümesi'nin önsözünde yer alan şiirleri bu alandaki maharetini göstermeye yeterlidir. Ayrıca Mecmûa-i Ebyât u Eş'âr'da şiirleri vardır. Tibyân-ı Nâfi'in önsözünde bulunan, en tanınmış gazeline Sünbülzâde Vehbi bir nazîre yazmıştır. Âsım Efendi'nin bestelenmiş bazı şiirleri de vardır. (TDV, İslamansiklopedisi, MÜTERCİM ÂSIM EFENDİ - Mustafa S. Kaçalin)
FÎRÛZÂBÂDÎ'NİN MEŞHUR LUGATINI ÇEVİRİSİ
Mütercim Asım, Hacca gidince Medine'de hocası Antepli Necip Abdullah Efendi ile görüşür. Bu sırada hocası, İranlı Fîrûzâbâdî'nin meşhur lugatını Türkçe'ye çevirmesini söyler. Asıl adı El-Okyanusu'l-Basit Fi Tercemeti'l-Kamüsi'l- Muhit olan bu muazzam sözlük Asım Efendi tarafından büyük bir vukufiyetle Türkçe'ye kazandırılır. (Dursun Gürlek, Ayaklı Kütüphaneler sf.23-35)