Sinemada yeni dönem eleştirisi ve hakikat arayışı…
Yönetmen, senarist ve yapımcı Mesut Uçakan her hafta VAV TV'de, sinemaya ilişkin birçok konuyu önemli konuk ve genç misafirlerle birlikte irdelememize fırsat tanıyor. Sinema alanında birbirinden değerli isimlerin yer aldığı "Sonsuz Kareler" programının bu bölümünde “Sinemada yeni dönem eleştirisi ve hakikat arayışı…” konuları ele alındı. Bu başlıklar minvalinde sinemada yeni döneme dair detayları irdelemeye çalıştık.
Sinemanın yolculuk serüvenine baktığımızda pek çok olaydan beslendiğini görmek mümkün. İlk olarak Lumiere Kardeşler ile başlayan sinema serüveni (28 Aralık 1895) devamında Osmanlı'nın başkenti İstanbul'a geldi. Türk sinemasının başlangıç tarihi ise Ayastefanos'ta yaptırılan Rus anıtının yıkıldığı 14 Kasım 1914 günü olarak kayıtlara geçti. Anıtın yıkılışını ise Fuat Uzkınay filme aldı. (Uzkınay'dan çok daha önce de kayda alınan filmlerin olduğu belirtilir.)
Daha da önceye bakarsak sinemanın varoluş tarihi aslında ilk çağlarlara kadar gider. Mağara resimleri bunun en güzel örneklerinden biri. İlk fotoğraf 1826'da çekilmiştir örneğin. Yani sinema aslında her geçen gün kendine olağanüstü yetenekler eklemeyi ve bunu izleyiciye farklı farklı duygularla yansıtmayı çok önceden hedeflemiş bir sanattır. Sinema için yaşanmışlıklar, yaşanacaklar ve yaşanıyor olanlar çok önemli malzemeler içerir. Bir anıtın yıkılışını kayda alma fikrinin ana temasında da bu amaç vardır. İzleyiciye yaşanılan duyguyu en gerçekçi biçimde yansıtmak... Bugünkü konumuz olan sinema ve dönüşüm meselesine kısa bir giriş yaptıktan sonra değerli yönetmenler ne demişler, gelin birlikte irdeleyelim.
🎬SİNEMA MALZEMESİNİ TOPLUMDAN ALIR
Sinema üzerinden hayatı okumaya çalıştığımızda aslında o kadar da kolay olmadığını görürüz. Çünkü hayatı okumaya ve sorgulamaya başladığımızda pek çok soru da beraberinde gelir. Sinema çok yönlü bir sanat olması dolayısıyla hayatın içinden bir ayna niteliği taşır ve doğal olarak yaşamda mevcut toplumun da bir aynası niteliğindedir. Nasıl ki bir toplumda süregelen savaş sonrasında sinema bundan etkilenmiş ve malzemelerini ona göre seçmişse, yaşam da aynı bu şekildedir. Bir toplumun içinde bulunduğu her şey sinemanın ana malzemesini oluşturur. Bunun için "Hayat nedir?" sorusunu sorup gerçekçi bir şekilde cevap almak için ilerlemek istediğinizde, ince ve derin bir yürüyüşe çıkmış olduğunuzu da fark etmiş olursunuz.
🎬 SİNEMADA YENİ DÖNEM
Savaşlar, kıtlıklar, doğal afetler... Hepsi insanlığın zihninde derin belki de onarılması güç izler bırakmıştır. Günümüzde de bizzat tanıklık ettiğimiz gibi, virüs salgını da bu derin izlerden biridir. Sinema böylece içinde bulunduğu anormal şartlardan ötürü, yönünü yepyeni bir yere çevirmeye başlayacaktır. Kısaca malzemesini yaşanan olylardan toplayarak, koşullara nasıl adapte olacağını, yönetmenlerin bu koşulları nasıl değerlendireceğini kısa süre içinde seyircisine gösterecektir ki bunun en basit örneği çevrim içi platformlara geçiş yapan yapımlardır, diyebiliriz.
🎬 AŞK OLMADAN HAKİKATE ULAŞILABİLİR Mİ?
Hayatı sorgulamaya başladığımızda bir yandan da aşk sarmalına girmiş oluruz. Aşk denildiği zaman da konuşulacak meseleler, hissedilecek heyecanlar, duygular birden beliriverir etrafımızda... Aşkı konuşabiliyor olmak diğer yandan toplumda olduğu gibi sinemada da etraflıca irdeleyebilmek anlamına gelir. Biliyoruz ki aşk sinemanın ana malzemesidir. Aşkın olmadığı bir filmi düşünmek hemen hemen zordur. Bilim kurguda dahi aşkla karşılaşmanız mümkündür. Aşkı algılayış biçimimiz toplumsal hayatımızda bize tam bir fotoğraf verir.
Yönetmen Mesut Uçakan, "aşk dendiğinde hemen kadim şairlerimiz gelir aklımıza" der ve şöyle devam eder.
"Tabi ki burada Fuzuli'den söz etmemek olmaz. Fuzuli'nin "Leyla İle Mecnun"unda şöyle bir anektdot yer alır:
"Mecnun aşkından o kadar çok üzülür ve aklını yitirir ki babası artık bu duruma dayanamaz ve Mekke'ye gidip dua etmesini ister. Mecnun ise yaşadığı aşktan daha büyük daha ötelerde bir aşk talebiyle dua eder:
" Ya râb belayı aşk ile kıl aşina beni / Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni"
"Ya Rabbi öyle bir aşk belasıyla müptela kıl ki beni, bir an bile ondan koparma..."
Aşk olmadan hakikate ulaşmak mümkün değildir. Hakikatın aşkla direkt bağlantısı vardır çünkü aşk size hakikat sancısı verir ve sizi bir yere taşır. O taşıdığı yer "En-el Hak" denilen yerdir yani sevenin sevgilisine kavuştuğu yer…
Biz sinemadaki bütün çabalarımızda sürekli bu aşkı anlatma ve günümüz insanına iletme heyecanını yaşadık. Pratikte mücadelesini de verdik çünkü inanıyoruz ki günümüz insanını kurtaracak olan şey; bu aşkı kendi içinde bir nebze de olsa hissedebilmesidir. Aksi takdirde toplumlar bu kaos ortamında sürüklenip gidecek."
🎬 İSLAMİ SİNEMA VE HAKİKAT ANLAYIŞI
1990'lı yıllardan sonra bir değişim içine giren İslami sinema günümüzde sinemacılar tarafından bir dava haline gelmeye başladı. Mesut Uçakan, Yücel Çakmaklı gibi isimleri burada örnek olarak zikredebiliriz. Uçakan'a göre, İslami sinemanın ilk örneklerini Yücel Çakmaklı verir. Yeni dönem İslami sinemadaki dönüşümleri anlayabilmek için, ilahi aşkın nasıl ve ne yönden işlendiğini iyi okumak gerekir. Anlatmak istediğiniz "hakikati" kırpmaya başlarsanız, yani maddi bir kazanım elde etme çabasına girerseniz, o sizin yapmak istediğiniz şey anlamına gelmez. O hakikati yavaş yavaş deforme edersiniz.
Semih Kaplanoğlu, insanın hakikati keşfetme noktasında önemli bir eksiklikten bahseder. "Eşyanın hakikatini görme eksikliği…" Bu eksiklik Kur'an-ı Kerim'de Kehf suresinde Hz. Musa ile Hızır kıssası olarak geçer. Bu kıssa bugünün dünyasında yaşadığımız çalkalanış ve insanın gittiği yön açısından en dikkate değer kıssalardan bir tanesi..
Genç kısa film yönetmenlerinden olan Zeynep Karaca; ilahi aşkın yani hakikatin sinemada nasıl işlenebileceğine şu sözleriyle değiniyor:
"En ufak beşeri aşkta bile yaşadığımız coşku, heyecan, her an onu düşünme, onunla var olma ve kavuşma isteği varken ilahi aşkta bu daha farklı bir boyuta çıkıyor. İlahi aşkta artık O'ndan başkasını gözün görmüyor. Edebiyatta Şeyh Galip'in, Mevlana'nın, Fuzuli'nin kadim eserleri aslında bize ilahi aşkın sırlarının boyutlarını anlatıyor."
🎬 "SİNEMA BİR YOLCULUKTUR"
Sinemanın bir yolculuk olduğunun vurgusunu yapan Uçakan şöyle devam ediyor; "Kemale ermek için o süreci yaşamak lazım. Seyru Süluk dediğimiz mesele o yürüyüşü ifade eder. Bir terbiye sürecidir bu. Şimdiki gençlerimiz bu terbiyeyi alamazlarsa mükemmel bir film yapabilme şansları çok az olur çünkü mükemmel bir filmi yapabilmenin en kritik noktalarından biri, aşk kavramıyla izah etmeye çalıştığımız hayatın hakikatini keşfetmektir. Bunu keşfedemediğiniz zaman sanatın gerçeği olan doğallığı hissedemezsiniz, yakalayamazsınız."
"Yaşamadığımız bir şeyin hayatından" söz edilemeyeceğini ifade eden Karaca ise şu sözlerle izah ediyor durumu: "Biz nasıl bir hayat yaşıyorsak, o hayatın karşılığı bizim yaptığımız işlerde ortaya çıkar. Eğer biz irfandan, ilimden, duygu dünyasından uzakta varlık gösteriyorsak; bizim ürettiğimiz eser de o oluş şeklinin uzağında olacaktır. Örneğin, Sezai Karakoç'un medeniyet tabirini anlatırken kullandığı kavramlar vardır. Öncelikle bir fert Müslüman olmalı sonra toplum Müslüman olmalı sonra cemaat Müslüman olmalı sonra medeniyet Müslüman olmalı. Yani bu dört aşamalı bir süreçtir. Biz eğer bu aşamların hepsini birlikte yürütemiyorsak buna karşın ürettiğimiz eser de ya Batı'dan çalıntı ya da Doğu'dan krıntı olacak."
ÖZGE ÖZKUL
ozge.ozkul@fikriyat.com.tr
💠
"Sonsuz Kareler" programını her pazar 13.00'te
Fikriyat.com üzerinden ve VAV TV frekans ayarlarından izleyebilirsiniz
🎬 Sinemaya dair işlediğimiz özel dosyalarımızı okumak için tıklayın
💠
🎬 MESUT UÇAKAN KİMDİR?
▪ Mesut Uçakan, 1953 Kırıkkale doğumlu... İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu'ndan mezun oldu.
▪ 1973'de sinema yazarlığına başladı. Altı sayı süren "Mutlak Fikir Estetiği ve Sinema" adlı bir dergi çıkardı. 1977 yılında "Türk Sinemasında İdeoloji" adlı kitabını yayınladı; 1979'da "Lanet" filmiyle yönetmenliğe başladı.
▪ Çalışmalarını özellikle İslami değerler üzerine yoğunlaştırdı.
▪ 1982'de "Rahmet ve Gazap", 1984'de "Öç", 1985'de "Sessiz Ölüm", 1986'da "Yapayalnız", 1987'de "Zeynepler Ölmesin", 1988'de "Reis Bey", 1990'da "Yalnız Değilsiniz", 1991'de "Sonsuza Yürümek", 1992'de "Çöküş", "Sevdaların Ölümü", 1993'de "İskilipli Atıf Hoca/Kelebekler Sonsuza Uçar", 1995'te "Ölümsüz Karanfiller", 2005'te "Anne ya da Leyla" ve 2006'da "Anka Kuşu" filmlerini çekti.
▪ 1987'de TRT için "Kavanozdaki Adam", 1989'da Diyanet İsleri Başkanlığı için "İnsanlar Yaşadıkça" ve 2005 yılında yine TRT için "Otel İstanbul" dizilerini yönetti. 1982'de Türkiye Yazarlar Birliği tarafından "Rahmet ve Gazap" filmiyle yılın yönetmeni seçildi.
▪ 1988 yılında "Reis Bey" filmi, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından en iyi film seçildi ve Uçakan, bu filmiyle Kültür Bakanlığı başarı ödülü kazandı. Ayrıca Uçakan, "İskilipli Atıf Hoca / Kelebekler Sonsuza Uçar" filmiyle Antalya Portakal Halk Jürisi ödülü, Türkiye Yazarlar Birliği en iyi yönetmen ödülü ve BİRSAD en iyi film ödülünü kazandı.
**
VAV TV RESMİ WEB SİTE
VAV TV FREKANS AYARLARI
►https://www.vavtv.com.tr/frekanslar
**
SOSYAL MEDYA ADRESLERİ
► https://facebook.com/vavtv
► https://twitter.com/vavtvresmi
► https://instagram.com/vavtvresmi
Soru, görüş ve önerileriniz için aşağıdaki iletişim bilgisinden Vav TV'ye ulaşabilirsiniz.
► iletisim@vavtv.com.tr
___________________________________________
FİKRİYAT.COM SOSYAL MEDYADA!
Fikriyat'ı aşağıdaki sosyal medya adreslerinden takip edebilirsiniz;
👉 Fikriyat.com mobil uygulamasını ise buradan indirebilirsiniz.
**
TÜM ÇALIŞMALAR YOUTUBE KANALIMIZDA!
Fikriyat.com sitesinde ve mobil uygulamasında yer alan tüm video içeriklerini eş zamanlı olarak da youtube kanalımız üzerinden izleyebilirsiniz.
YOUTUBE 🔔 Fikriyat
Görüş ve önerileriniz için bizlere ulaşabileceğiniz e-posta adresimiz: fikriyat@fikriyat.com.tr