Fenninde mahir, emsali nadir müneccimbaşılar
Müneccimbaşı, müneccim-i sânî ve müneccim birimlerinden oluşan müneccimbaşılık, sistemli ve teşkilatlı bir Osmanlı Devleti müessesesiydi. Bu müessese, Osmanlılardan önceki devletlerin teşkilatları içinde bulunmadı ve ilk defa Osmanlılarda ortaya çıktı. Osmanlı öncesi Türk ve İslam devletlerinin idarecileri her ne kadar yanlarında müneccim bulundurmuşlarsa da, ilişkileri müessese konumunda olmamıştı.
İslam bilim literatüründe, ilm-i ahkâm-ı nücûm, sınaat-i ahkâm-ı nücûm veya kısaca ilm-i nücûm, ahkâm-ı nücûm, ilm-i hey'et ve ilm-i eflâk diye adlandırılan ve on dokuzuncu yüzyıla kadar astronomi ve astrolojiyi birlikte barındıran bu ilimle uğraşanlara da müneccim denirdi.
İSLAMİ DÖNEMLERDE YERİNİ NASIL ALDI?
Müneccimbaşılık, ilk defa Osmanlı Devleti'nde kurumsallaşmış olsa da, müneccimlik Osmanlı'dan çok önce vardı ve Osmanlı öncesi Türk ve İslam devletlerinin saraylarında müneccim bulunuyordu. Sadece İslam'ın ilk dönemlerinde, İslam inancının astrolojiye izin vermemesi sebebiyle müneccimlere rastlanmıyordu. Ancak Hz. Ömer, yeni tayin ettiği valilileri uğurlarken, onlara namaz vakitlerinin ve kıblenin tayini için yıldız ilmini iyi öğrenmelerini tembihliyordu.
Birinci Abbasi döneminde Arapça'ya çevrilen klasik eserler arasında, astronomi ve astroloji konusundaki eserler de yerlerini aldılar. İslam medeniyetinin astronomi ve astrolojiyi tanımaya başladığı bu dönemde Abbasiler, müneccimlere fazlasıyla önem verir hale gelmişlerdi.
İkinci Abbasi döneminde ise hükümdarlar, önemli işlerin birçoğunu müneccimlere danışır olmuşlardı. Bu dönemde Halife Me'mun ilk İslam Rasathanesi' ni kurdurdu. Daha sonra Selçuklular ve İlhanlılar da rasathaneler kurmuş ve müneccimlere oldukça önem vermişlerdi. Bu dönemde kurulan en önemli rasathane ise Semerkant'ta, Uluğ Bey tarafından kurulan rasathanedir. Bu rasathanede çok önemli âlimler çalışmışlar ve dönemin en müthiş "zîc"ini hazırlamışlardı.
MÜNECCİMBAŞILIĞIN KURULUŞU
Osmanlılarda ilk olarak on beşinci asrın sonlarına doğru varlığı anlaşılan bu müessesenin ne zaman ortaya çıktığı konusunda kaynaklarda kesin bir tarih bulunmaz. Tahminler on beşinci yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıktığı yönünde. Personelin az sayıda olması, takvim, zayiçe, imsakiye gibi belirli ve sınırlı işleri olması sebebiyle on dokuzuncu yüzyıla kadar bir değişiklik geçirmeden varlığını devam ettirdi. Bu da ilk devirlerden beri müneccimlerin devlet teşkilatı içinde olduğunu ancak müesseseleşmenin daha geç olduğunu gösterir. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren ise bazı sebeplerle bir takım değişiklikler geçirmeye mecbur olmuştu.
Osmanlı'da müneccimlerin yaptıkları takvimlere ilk defa İkinci Murat döneminde rastlanır. Daha sonra Fatih Sultan Mehmet'in, İstanbul'u kuşattığı sırada, son hamleyi yapmadan önce müneccimlere danıştığı, Tacizade Cafer Çelebi'nin Mahrûse-i İstanbul Fetihnâmesi adlı eserinde kaydedilmiştir.
Fatih'ten sonra tahta geçen İkinci Beyazıt astronomiye önem verdi. Onun döneminde İstanbul'a gelen müneccimlerin sayısında ve İstanbul'da çalışma yapan müneccimlerin nücûm eserlerinde ve takvimlerinde artış gözlenir.
Saraya müneccim alındığına dair ulaşılabilen en eski belge İkinci Beyazıt dönemine ait. 1537-1544 tarihleri arasında yazıldığı düşünülen, saraydaki "Cemaat-ı Müşaherehoran"ın tamamını veya bir kısmını içeren defterin "Cemaat-ı Münecciman" başlığı altında üç müneccimin adı ve aldıkları ulûfeler belirtilmişti:
1- Seydi İbrahim bin Seyyid, müneccim, fî yevm 15 akça (Seyyid müneccim oğludur, Sultan Beyazıt zamanından berü ulûfeye mutasarrıftır.)
2- İshak, müneccim, fî yevm 14 akça (Sultan Beyazıt zamanından berü ulûfeye mutasarrıftır.)
3- Sinan, müneccim, fî yevm 10 akça (Saatçı Ömer oğludur).
HANGİ GÖREVLERLE SORUMLUYDULAR?
Takvim hazırlamak müneccimbaşıların en önemli göreviydi. Her sene nevruzda yani 21 Mart gününde takvim çıkaran müneccimbaşılar, iki türlü takvim hazırlarlardı. Bunlardan birincisi, senenin ay ve günlerini gösteren rakam takvimiydi. İkinci takvim türü ise yeni girilen senede meydana gelecek işler hakkında müneccimbaşının tahminler ile yapılması uygun olan veya olmayan işlerin yazıldığı ahkâm takvimiydi.
Müneccimbaşılar her sene padişah ve devlet ricali için rakam takviminden başka bir de ahkâm takvimi hazırlamaktaydılar. Bu takvimler, ahkâm-ı sâl, ahkâm takvimi veya tali'-i sâl takvimi isimleriyle bilinirlerdi. İlk zamanlar rakam takviminin içinde yer alan ahkâm takvimleri daha ileri tarihlerde ayrı bir risale olarak hazırlanmaya başlanmıştı. Müneccimbaşıların yaptığı bilinen ilk ahkâm takvimi, Müneccimbaşı Mehmed Çelebi'nin hicri 1026 senesi Ahkâm-i Sâl'idir.
Ahkâm takvimleri genel olarak üç kısımdan oluşmaktaydı. Birinci kısımda giriş ve dualar bulunur devamında başta padişah ve vezirler olmak üzere tabaka tabaka kişilerin ve grupların ahkâmları yazılırdı. İkinci kısımda, takvimin hazırlandığı nevruzdan bir sonraki nevruza kadar olan aylar yazılarak her ayın ahkâmı yazılırdı. Üçüncü kısımda ise o yılda gerçekleşecek Güneş ve Ay tutulması hakkında bilgi verilirdi.
Müneccimbaşılar, her sene Ramazan ayından önce imsakiye de hazırlarlar ve Şaban ayının son on günü içinde önce sadrazama ve padişaha, sonra da ileri gelen devlet adamlarına sunarlardı.
Uğurlu saati hesaplamak için yapılan hesapların tümüne zâyiçe denir. Bu iş astrolojinin konusuna girmesine rağmen astronomik hesapları da gerektirir. Müneccimbaşılar yaptıkları çalışmalar sonucunda, Osmanlı'da eşref saat, saat-i muhtar, vakt-i muhtar ve vakti sa'd denen zamanı tespit ederler, yapılacak işlerin bu zamanlarda yapılmasını önerirlerdi. Osmanlılarda uğurlu saate göre yapılan kayda alınmış ilk işin, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u kuşattığı sırada, son hamlesini müneccimlerin belirlediği saatte yapmasıydı.
Ayrıca müneccimbaşılar, müneccimbaşılık dışında başta müderrislik ve kadılık olmak üzere ilmiye sınıfının yaptığı çeşitli vazifelerde bulunabilmekteydi. Bunların başında müderrislik ve kadılık geliyordu. Ayrıca muvakkit, hassa tabipliği, hekimbaşılık, vakanüvislik, musahib-i padişahi, tarikat şeyhliği, hattatlık gibi mesleklerde yerlerini almışlardı.
MÜNECCİMBAŞILIK MÜESSESİNİN İDARİ YAPISI NASILDI?
Osmanlı Devleti'nde devlete ait her türlü iç ve dış idari işleri uzun yıllar Topkapı Sarayı ve Bâb-ı Ali'den yürütüldü.
Müneccimbaşılar, sarayda yaşamak zorunda olmayıp, dışarıda evleri bulunan padişah hocası, hekimbaşı ve cerrahbaşı gibi sarayın "bîrun erkânı" arasında yer alıyorlardı. Atama ve azil işlemleri hekimbaşının atama yazısıyla oluyordu. Ancak hekimbaşı da müneccimbaşı da saray görevlisi oldukları için Silahtar Ağa'ya bağlıydılar.
MÜNECCİMBAŞI OLMAK İÇİN BELLİ ŞARTLAR GEREKİYORDU
Takvim hesabını yapmak, usturlab aletini nasıl kullanıldığını bilmek, nücum ilmini, yıldızların ve burçların tabiatlarını bilmek, yıldızların hareketlerini hesap etmeyi, zîç ve takvim yapmayı bilmek, yıldızların hareketlerine göre hendesi delilleri doğru olarak bilmek müneccimbaşı olmak için temel şartlardı.
Osmanlı Devleti'nde müneccimbaşı olmak için bu bilgilere sahip olmanın yanında en önemli şart ilmiye sınıfına mensup olmaktı.
HİLAF GİYME TÖRENİYLE ATANIRLARDI
Müneccimbaşılık makamının, müneccimbaşının görev azli ya da vefatı haliyle boş kalması durumunda yerine tayin edilecek kişinin tespiti yapılırdı. Eğer müneccim-i sani bu makama getirilecek kadar yeterli görülürse ataması yapılır aksi durumunda saray dışından bir kişi aranırdı. Yeni tayin edilecek kişi ilk olarak hekimbaşı tarafından şeyhülislama arz edilir, şeyhülislam da sadrazama bildirirdi. Sadrazamın onay yazısından sonra tayin ruûs defterine kaydolunurdu.
Resmi tayin işlemi tamamlandıktan sonra hilat giyme merasimi gerçekleşirdi. Bu merasim on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısına kadar sadrazam konağında, daha sonra da Bâb-ı Ali'de yine sadrazam huzurunda yapılırdı. Yeni atanan müneccimbaşı, sadrazam önünde hilat giydikten sonra göreve başlayabilirdi. On dokuzuncu asrın başlarından itibaren müneccimbaşılara, tayinden sonra bir de rütbesine uygun nişan takılırdı.
BU İŞİN KARŞILIĞINDA NE ALIYORLARDI?
Müneccimbaşıların yaptığı işlerden ve ilmiye mensubu olmasından dolayı çeşitli gelirleri vardı. Ayrıca kendisine verilen arpalıklar da önemli bir gelir kaynağıydı.
Her sene yaptıkları takvimden dolayı nevruziye adı altında belli bir miktar atıyye alırlardı. On altıncı asırda saraya takvim sunan müneccimler bazen bin, bazen bin 500, bazen de iki bin akçe atıyye almaktaydılar.
Osmanlı Devleti'nde takvim neşretme hakkı sadece müneccimbaşıya aitti. Takvimlerin matbaada basılmaya başlamasından sonra müneccimbaşıların takvim geliri senede 50-60 bin kuruşu bulmuştu.
Ayrıca müneccimbaşı, askeriye, kalemiye ve seyfiye sınıfı memurları gibi ulûfe alırdı. Üstelik belli saray birimlerinden farklı olarak, üç ayda bir değil ayda bir maaşları saray tarafından verilirdi. İlk aylık maaş, on dokuzuncu asırda Müneccimbaşı Sadullah Efendi'nin kendisine ve talebelerine verilen 5 bin 500 kuruşluk maaştır.
Bunlarla beraber padişahların tahta çıkmalarıyla da cülûs bahşişi alırlardı.
MÜNECCİMBAŞILARIN PAYELERİ, ELKABI, KIYAFETLERİ VE NİŞANLARI
Paye, ilmiye rütbeleri için kullanılan bir tabirdi. Müneccimbaşılar hem müderris hem kadı olabildikleri için her iki vazifenin de çeşitli rütbelerini almışlardı. Alabildikleri en yüksek paye, ilmiye sınıfının alabildiği Rumeli Kazaskerliği ve Süleymaniye Müderrisliği Payesi'ydi.
Osmanlı Devleti'nde her meslek erbabına ait, vasıflarını ifade bulunduğu makamı belirtmede önemi olan elkab bulunurdu. Müneccimbaşıların da elkabı vardı.
Müneccimbaşılar genel olarak ilmiye sınıfının kıyafetlerini giyse de merasime ya da arza çıkarken hususi bir elbise giyme usulü vardı. Müneccimbaşıların örf denen bir başlığı, sincefli adlı hususi bir kıyafeti bulunmaktaydı.
Bugüne kadar yapılan araştırmalarda müneccimbaşılara tahsis edilen özel bir nişana rastlanmadı. Fakat müneccimbaşılar bu makama tayin edildikleri zaman rütbeleri yükseltilir ve bu rütbeye uygun bir nişan verilirdi.
OSMANLI'DA GÖREV YAPMIŞ MÜNECCİMBAŞILAR
Osmanlı'da görev yapmış müneccimbaşıların listesine, müneccimbaşılık kurumunun kaldırılıp yerine başmuvakkitlik kurumunun kurulmasından sonra, 1952 yılına kadar başmuvakkitlik görevinde bulunmuş olan Ahmed Ziya Akbulut'un not defterinden ulaşabiliyoruz. Onun defterinde Osmanlı'da görev yapmış olan müneccimbaşılar 33 kişi olarak belirtilmiş ve isimleri de sıralanmıştı:
1- Mehmed Çelebi,
2- Müneccimbaşı şüd Hüseyin Efendi,
3- Becâyiş-i Hasan Efendi "Küfrî" el-muhallas-ı Bahaî,
4- Müneccimek Mehmed Efendi "Şekîbî" muhallas,
5- Derviş Ali Efendi "Mevlevî",
6- Arabzâde Mehmed Efendi,
7- Edirneli Hacı İsmail Efendizâde Mehmed Efendi,
8- Sâniyen Arabzâde Mehmed Efendi,
9- Eyyubî Ahmed Efendi,
10- Sâlisen Arabzâde Mehmed Efendi,
11- Hüseyin Efendi (Edirne'den geldi),
12- Mustafa Efendi ibn-i Derviş Ahmed Efendi,
13- Mustafa Zekî Efendi,
14- Ahmed Efendi ibn-i Hüseyin Efendi,
15- Fethiyeli Sânî Halil Efendi,
16- Sânî Abdullah Efendi,
17- Sânî Mehmed Abdullah Efendi,
18- Abdullah Efendizâde Mehmed Sâdık Efendi,
19- Nu'mân Efendi ez-tarîk-i kuzât,
20- Mehmed Sâdık Efendi bi-azl-i-Nu'mân Efendi,
21- Sânî Mehmed Râkım Efendi,
22- Sânî Hüseyin Hüsnî Efendi
23- Sânî Sa'dullah Efendi,
24- Osman Sâib Efendi,
25- El-hâc Edhem Efendi,
26- El-hâc Mehmed Tâhir Efendi,
27- Müneccimbaşı İbrahim Efendi (Şehzâde Cami muvakkiti),
28- Kâmil Efendi,
29- Nureddin Efendi,
30- Mustafa Âsım Bey,
31- Nâşit Bey,
32- Ârif Efendi,
33- Hüseyin Hilmî Efendi (Vefâtı 13 Eylül 1924)
On beşinci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan müneccimbaşılık, son müneccimbaşı olan Hüseyin Hilmi Efendi'nin 1924 senesinde vefat etmesinden sonra yerine müneccimbaşı tayin edilmedi.Bu müessesenin yerine başmuvakkitlik adı altında yeni bir müessese açılmış, başına da Muvakkit Ahmed Ziya Akbulut getirilmişti.
(Derlenmiştir.)