Balkanlar’da Ortodoksluk Türkler sayesinde var
Yunanistan Başpiskoposu İeronimos, İslamiyet ve Müslümanlar aleyhine konuştu. Halbuki Osmanlılar’ın Rumeli fetihleri, Balkanlar’da Katolikleştirilmek üzere olan Ortodokslar’ı mezhep değiştirmekten kurtarmış, bugünkü Yunanlılar’ın dedeleri, Türkler’i “Bizi Katolikler’in elinden kurtar” diye davet etmişlerdi.
14. yüzyılın son çeyreğinde Balkanlar siyasi bakımdan birlik halinde değildi. Balkanlar, birçok devletçikler ve feodal senyörlükler halinde parçalanmıştı. Aralarındaki rekabet ve çekişmeler Osmanlılar'a karşı birlikte hareket etmelerini engellediği gibi, Türkler'le birbirlerine karşı işbirliği yaptıkları için Osmanlı fetihlerini kolaylaştırdı. Rahmetli Halil İnalcık Hocamız, araştırmalarında Türk fetihlerinin nasıl olduğunu teferruatlı olarak anlatır.
Yunanistan Başpiskoposu İeronimos
ORTODOKSLUK KURTULDU
Balkanlar, Stefan Duşan (1331- 1355) idaresinde kurulan bir Sırp İmparatorluğu suretiyle birliği kazanır gibi olmuştu. Ancak Duşan'ın 1355'te ölümünden sonra devlet hızlı bir şekilde parçalandı. Halil İnalcık, Sırp İmparatorluğu'nun zayıflamasından sonra Osmanlılar'ın, Balkanlar'da hamilik rolünün başladığını söyler. İki büyük devlet, kuzeyde Macaristan, batıda ve güneyde ise Venedik, siyasi parçalanmadan istifade ederek Balkanlar'da yayılma politikası güdüyorlardı. Bu iki devlet, siyasi ve askeri hâkimiyetle beraber Katolikliği de temsil ediyordu. Bundan dolayı hâkimiyetleri Balkanlar'da halk kitleleri tarafından benimsenmedi. Fakat bu iki devletin yaptığı tazyik neticesinde Balkanlar, Katolik olmaya mahkûm gibiydi. Osmanlılar'ın bu devletlere karşı mücadele etmeleri, böyle bir tehlikeye set çekerek Balkanlar'da, Ortodoksluğun yaşamasını sağladı. Balkanlar'ın sosyal şartları da Osmanlı yayılışına yardım etti. Bizans'ın siyasi otoritesinin zayıflamasıyla birlikte vilayetlerde bulunan senyörler, mali ve hukuki imtiyazlarla merkeze karşı gittikçe daha bağımsız hâle geldiler. Bu durum, onların köylü üzerindeki angarya ve vergileri artırmalarıyla neticelendi. Osmanlı fethiyle mahalli senyörlükler yerine merkezi ve mutlak bir devlet otoritesi bölgeye yerleşti ve bu tür feodal angaryalar kaldırıldı.
GÖNÜL ÇELME SİYASETİ
Osmanlı fetihleri sadece kılıçla olmamıştı. Halil İnalcık, Osmanlı fetihlerinin kılıçtan ziyade istimalet (gönül çelme) ismi verilen uzlaştırıcı bir politika ile gerçekleştirildiğini ve Osmanlılar'ın Balkanlar'da kılıç ve ateşle yerleştikleri iddiasının artık bilimsel yayınlarda yer almadığını söyler.
İstimalet, Müslüman olmayan ahalinin çeşitli vaatlerle kazanılması sayesinde Osmanlı hâkimiyet sahasının genişletilmesidir. Osmanlı idaresi yaptığı propagandayla İslâm'ın ananevi müsamaha politikası çerçevesinde gayrimüslimlere can ve mal güvenliği ile dinlerinde serbestlik tanıyor ve eski feodal bağlılıklarından kurtarıyordu. Osmanlı idaresini kabul eden gayrimüslimler, askerlik hizmeti yerine "cizye" vergisini ödedikleri takdirde hayatları, malları ve dinleri devletin teminatı altına alınırdı.
Gazilerin akınlarından kaçarak kalelere sığınan ahali, Osmanlı hâkimiyetinin yerleşmesi ile birlikte düzenli bir devlet idaresinin koruyucu güvenliğine kavuşuyordu. Bunun sonucu olarak birçok yer kendiliğinden Osmanlı hâkimiyetini tanımaktaydı.
MİLLİ KİMLİKLER KORUNDU
Osmanlılar gayrimüslim halkın yanı sıra, Ortodoks kilisesini ve manastırlarını da himaye ederek vergilerden muaf tuttular ve onların dini vakıflarına dokunmadılar. Osmanlılar feodal yerli askeri sınıfın imtiyazlarını ve feodal haklarını kaldırmakla beraber, onları kendi askeri sistemleri içine almışlardı. Böylece köylüyü, kiliseyi, şehirli halkı ve askerleri kendi saflarına çektiler. Bu yüzden Osmanlı idaresine direnen mahalli hanedanlar ortadan kaldırıldıktan sonra fethedilen yerlerde hâkimiyet kolay kurulmuştur.
Osmanlılar, fethettikleri bütün bölgelerin dini ve milli kimliklerini korumalarını sağladılar. Gerek Balkanlar'da, gerekse Ortadoğu'da olsun Osmanlılar çekildikten sonra buralardaki halkın dillerinde ve dinlerinde büyük bir değişim olmadı. Bazı ülkeler, Osmanlı fetihlerinden önceki durumlarından daha ileri bir duruma geldiler. Örneğin, Osmanlı fethi sırasında Katolik olma tehlikesi ile karşı karşıya olan Sırbistan'da Ortodoksluk devam ettiği gibi, ayrıca Sırp milli kilisesi de kuruldu. Böylece Rum Patrikhanesi'nin nüfuzundan çıkan Sırplar, Helen kültürünün tesirinden kurtulup milli kimliklerini yaşatabildiler. Oysa Osmanlı İmparatorluğu'nun asırlarca kaldığı yerlerde 50-100 sene kalan İngilizler ve Fransızlar, kendi dilleriyle birlikte dinlerini de dayatmışlardı. Bu iki ülkenin sömürgelerinin çoğunda resmî dil hâlâ İngilizce veya Fransızca'dır. Bu ülkelerde Osmanlı hâkimiyetinden sonraki dönemde bitmek bilmeyen kaos ve kargaşa da hâlâ devam ediyor.
YUNANLILAR'IN DEDELERİ, TÜRK İDARESİNE KAVUŞMAK İÇİN DUA ETMİŞLERDİ
II. Murad, 1430'da Selânik'i kuşattığında Yanya halkının temsilcileri gelerek Osmanlılar'ı şehirlerine çağırdılar. Şehrin anahtarlarını da Selânik yakınlarındaki Kleidi köyüne getirdiler. Fatih döneminde ise Mora'daki Rumlar ve değişik bölgelerdeki Sırplar, Osmanlı padişahını, kendilerini despotlardan kurtarması için çağırmışlardı.
Rumlar'ın yaşadığı Mora, II. Viyana bozgun yıllarında Venedik tarafından işgal edildi. Ancak Katolikler kendi inançlarını Ortodoks ahaliye zorla kabul ettirmeye çalışınca Rumlar, Venedikliler'i dışladı. Fransız diplomat De la Motraye, 18. yüzyılın başlarında Mora'ya uğradığında Rumlar'ın Türk idaresine geri dönmek için dua ettiklerini görmüştü. Rumlar, Türkler'in kendilerinden daha az vergi aldıklarını ve ibadetlerini istedikleri gibi yapmalarına karışmadıklarını söylüyorlardı. Halk Venedikliler'in evlerine el koyduklarını, kadın ve kızlarına tecavüz ettiklerini ifade etmişti. Ayrıca Rumlar, Katolik din adamlarının Ortodoksluk aleyhinde konuşup, Katolikliği kabul etmeye zorladıklarını, halbuki daha önce idaresinde yaşadıkları Türkler'in asla böyle bir şey yapmadıkları gibi kendilerine mümkün olan bütün özgürlükleri de tanıdıklarını söylemişlerdi. Venedikliler, Ortodoks papazların atanmalarını da yasaklamışlar, alt düzey ruhbanları Katolik hiyerarşisine sokmuşlardı. Venedikliler'den bizar olan Rumlar, İstanbul'daki Rum Patriği aracılığıyla Osmanlı padişahının kendisini kurtarmasını istediler. Mora ve bazı Ege adalarındaki Rumlar, III. Ahmed'in kendilerini Venedik idaresinden kurtarmasını talep ediyorlardı. III. Ahmed'in annesi Gümnuş Emetullah Sultan da Rumlar'ın isteklerini destekledi. Rum Patriği savaş sırasında Venedikliler'i destekleyenler olursa kiliseden çıkarmakla tehdit bile etmişti.
Sadrazam Şehid Ali Paşa 1715'te Mora'ya girdiğinde Rumlar, direnmedikleri gibi Osmanlı birliklerine yardım ettiler. Ali Paşa, Venedikliler gibi halktan bedava erzak teminini şart koşmak yerine her şeyin ücretini ödemiş, Rumlar'a yabancı işgaline uğramış bir Osmanlı tebaası gibi davranmıştı. Nitekim fetihten sonra Rumlar gelerek Osmanlı Devleti'ne bağlılıklarını bildirdiler.
Erhan Afyoncu - Sabah