Nefs ve Akıl: Nefs Kötülüğü mü Emreder?
Tasavvuf metinleri nefsin kötülüğünü betimlerken öyle abartılı ifadeler kullanırlar ki ezeli bir bedbahtlık, telafi edilemez noksanlık ve ışıktan büsbütün mahrum kalmış bir karanlığı anlatan "mucusi telakki" ile karşı karşıya olduğumuzu zanneder, irkiliriz. Sufilerin ayırıcı nitelikleri arasında sayabileceğimiz iyimserlik, merhamet ve her durumda çözüme yakın olabilmek gibi tutumlar, bahis mevzu nefs olunca kaybolur, onların yerini Tanrı'nın iyilik ve keremi karşısında kötülük, nankörlük ve fitnelerin kaynağı olan bir şeyin mütemadiyen itham edilmesi alır. Tevhidi alemin her seviyede güç ve kudretten boşaltarak her türlü kudreti ve tesiri Allah'a tahsis etmede bulan tasavvufun nefse böyle bir kötülük gücü izafe etmesi başlı başına bir çelişki gibi görünüyor. Her şey Tanrı'nın elinde iken nefs böyle kötülükleri nasıl yapabilmektedir? Bu sorunun cevabı yine Tanrı'nın iradesine atıfla verilse bile, alt önermelere inildiğinde işin resmi değişir, güçten tamamen arınmış olan insan içinde bu kez sınırlarını ve kudretini kestiremediğimiz 'nefs' denilen bir şey alır. Nefs hakkındaki sözlerin ilk ve büyük çelişkisi, akıl ile ilişkinin kurulmamış olmasından kaynaklanan belirsizliklerdir. Nefsin temel niteliği düşünmek, anlamak ise kötülüğün kaynağı olan arzular ile düşünmenin ilişkisinin zeminde tesis edilmesi gerekirdi. Halbuki biz, bir çok metinde akıl ile nefs arasındaki ilişkiyi nefsin yetkinleşmedeki son merhalesi olan kamil nefse aynı zamanda kamil akıl dediğimizde fark ediyoruz.
Halbuki nefsin terbiyesinden söz ederken ortaya çıkan 'nefsin mertebeleri' metafizikçi sufilerin dilinde aynı zamanda aklın ve düşünmenin merhaleleridir. Nefsin kademe kademe olgunlaşmaya doğru intikali haddi zatında filozofların zihni bozan hallerden ve etkilerden arınarak cedel, retorik gibi ifade usullerinden burhani düşünceye yükselmesine benzer. Sufiler nefsin bu olgunlaşma sürecinde insan idrakini doğru idrakten engelleyecek bütün dış etmenlerden aklın özgürleşmesini sağlamaya çalışırken kamil nefs mertebesine ulaşınca doğru düşünmenin zemini olabilecek yetkin akla ulaşmış olurlar. Bu meyanda nefsin ilk ve 'ham' hali olan mertebe genellikle 'emmare' diye tabir edilir. Bu tabir, ilahi kitaptaki bir ifadeye dayansa bile, gerçekte nefsin mahiyetini anlamada ciddi bir yanılgıya yol açabilir. Kuran-ı Kerim'de 'nefs hiç kuşkusuz kötüyü emredicidir' denilir. Fakat burada izah edilmesi gereken bir durum vardır. Haddi zatında insan nefsi her zaman 'emmare' yani buyurgan ve icbar edici bir güçtür. Öte yandan nefsin bu buyurganlığını illa kötülük ile sınırlamak da bize yanlış bir insan telakkisi verebilir. Muhakkik düşünürler için nefs, iki saik ile hareket eder: Birincisi hazları ve faydaları elde etmek, öteki ise zarar veren şeylerden uzaklaşmaktır. Bu iki işi yaparken de nefs buyurgan bir üslupla insanı ve onun öteki güç ve organlarını zorlar. Bu itibarla nefs, herhangi bir bilgi veya düşünme olmaksızın içgüdüsel bir şekilde hareket eden arzuların, iç güdülerin ve yönelimlerin müşterek ismidir. Bu bakımdan yaptıkları da 'iyi veya kötü diye tasnif edilmeye gerek duymadan salt fayda odaklıdır. Nefsin davranışları ancak yine onun bir parçasını teşkil eden aklın olgunlaşmaya başlamasıyla birlikte iyi veya kötü diye tasnif edilebilir hale gelir, aklın gelişmesini belirleyen din, ahlak, yüksek düşünce gibi bilgi alanlarının ortaya çıkmasıyla birlikte nefs ile akıl arasındaki karşıtlık tecessüm eder. Bu bakımdan İslam düşüncesinin hakim kanatlarında nefsin ilk güdüleri için ikinci merhalede iyi veya kötü tabirleri kullanılabilir hale gelir.
Bununla birlikte böyle olması beklenen nefs telakkisi, zaman içinde bazı harici etmenlerin tesiriyle değişerek nefsin kötülüğü hakkında yerleşik bir kanaat oluşmuştur. Öyle ki nefsin kötülüğü, hatta çok kötülüğü neredeyse Hristiyanlıktaki ilgi günah gibi bir anlam kazanarak umutsuz bir vakaya dönüşmüştür. Bu bağlamda tasavvuf literatüründe ortaya çıkan karamsar nefs telakkisinin nedenlerini sadece ayet ve hadislerde bulmak, bunlar üzerinden dini bir akılla bu düşünceleri açıklamak doğru değildir. Mutezile ve Ehl-i sünnet insandan beklentilerini bir sınırda tutarak nefsin kötülüğü hakkında abartılı sözler söylememişlerdir. Bununla birlikte nefs terbiyesi tasavvufta büyük bir mesele haline gelerek dini hayatın ana konusu kabul edilmiştir. Sufilerin böyle bir kanaate varmalarının akla gelen birkaç nedeni vardır: Birincisi sufiler, nefsin ahlaklanma sonucunda erebileceği yetkinlikten söz ederken neredeyse nübüvvet ile kıyaslanabilecek büyük makamlardan, sadece peygamberlere ihsan edilebilecek lütuflardan söz ederek öteki Müslümanların hiç düşünemeyecekleri sözler söylemişlerdir. Velayet başlığı altında toplanabilecek bir çok kavram veya düşünce nefsin ulaşabileceği makamları izah ederken tasavvufa yönelik itiraz ve eleştiriler de en çok buradan gelmiştir. Velayet ile ilgili iddiaları hesaba katmadan nefsin kötülüğü hakkındaki düşünceleri anlayabilmek hiçbir şekilde söz konusu değildir. Burada paradoksal bir şekilde en kötü ve aşağıya gelen lütuflar ile Tanrı'nın keremi ve büyüklüğünün çelişkisi ortaya çıkacaktır.
Sufiler velayetin istismarıyla ortaya çıkabilecek yıkıcı neticelerin farkındaydılar. İnsanlar 'veli' olduklarını zannederek dinin temellerini sarsabilir, toplumsal menfaat ve iktidar peşinde koşabilir, bütün elde edilen bilgiler 'buğday' için tahvil edilebilirdi. Bu bir ihtimal değil, bütün dönemlerinde tasavvufun en çetin sınavı idi. Sufiler velayet ile neticelenen bu terbiyenin çetin ve meşakkatli aşamalarını anlatmak, bu süreci keyfilik ve sübjektiflikten koruyarak nesnel ilkelere bağlamak amacıyla nefsin kötülüğünü vurgulu bir dille anlatmış olmalıdırlar. Bu nesnel ilkeler, zamanla kurumsallaşarak mürşitlerin kontrolü altında tasavvufu ortaya çıkartmış, bunun dışındaki hareketler ise dereceli bir şekilde sapkın/dall görülerek dışlanmıştır.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Tasavvuf ve Akıl: Nefs Terbiyesi ve Akıl Eleştirisi (24.11.2021)
- Kelam geleneğinde akıl: Yetersiz akıl ve vahiy (21.11.2021)
- Sezai Karakoç’un Ardından (17.11.2021)
- Klasik düşüncede aklın üç hali (14.11.2021)
- Müslüman Düşüncenin Doğası: Nesnel Bilgi ve Nesnel Gerçeklik (10.11.2021)
- Sübjektif akılcılık ve din (07.11.2021)
- Yerden Yağan Rahmet (03.11.2021)
- Dinde Maksat Meselesi: Aklı Korumak ve Aklı Yetkinleştirmek (31.10.2021)