Akıl ve kalp
Klasik Düşünce Okulu'nun en önemli dersleri arasında erken dönem tasavvuf teorisyenlerinden Hakim Tirmizi'nin 'Kalbin Anlamı' isimli risalesi ile erken dönem tasavvufun etkili yazarlarından birisi sayabileceğimiz Haris b. Esed el-Muhasibi'nin Akıl Risalesi yer alıyordu. Her iki risaleye daha sonra Farabi'nin Meşşai felsefenin akıl teorisini özetleyen en iyi örneklerden sayılabilecek Akıl Risalesi'ni ekleyince, üç kitapla birlikte erken dönem Müslüman coğrafyada akıl üzerinde yapılmış ciddi tartışmalara katılmış olduk. Öyle anlaşılıyor ki, Post-Hicaz evresinde Müslümanlar, bir yandan felsefe, öte yandan tasavvuf ve kelam, başka bir yandan fıkıh usulü metinlerinden akıl bahsini tartışmaya başlamış, akıl ile vahiy ilişkileri kadar farklı akıl teorileri karşısında bir insan tasavvuru teşkil etmeye gayret etmişlerdi. Doğrusu, eserlerin ismi bile başlı başına şaşırtıcı ve cazip gelmişti. Bu meyanda akıl üzerinde yazı yazmak hiç kuşkusuz beklenilebilecek bir şeydi. Fakat konuya müstakil eserler tahsis etmek, farklı akıl teorilerinin farkına vararak bilinçli ve açık tercihler yapmak yüksek bir entelektüel zenginlik idi. İslam'ın Hicaz sonrasında yerleştiği bölgelerde neyle karşılaştığını görebilmek kadar, nasıl bir bilinçle hareket ettiklerini görmek de mümkün olabiliyordu. Bu bakımdan risaleler, Müslüman toplumun aşina olduğu üç akıl teorisinin temsilleri olmak üzere, hali hazırda da kıymetini koruyan, çağdaş Müslüman düşüncenin akıl ve bilgi tartışmalarına katkı sağlayabilecek örnekler olarak duruyor.
Risaleler arasında Hakim Tirmizi'nin eserinin ise başka bir önemi vardır. Bunun nedeni kalbin akla göre daha muamma ve belirsiz bir konu teşkil ediyor olmasıdır; sadece geçmişte değil, günümüzde belki daha çok olmak üzere, kalp akla göre daha belirsizlik taşır, kalbin anlamını tespit etmek ve kalp derken neyden söz ediyoruz, hakkında bir fikre varmak çok zordur. Gerçi Tirmizi kitabı, ilahi naslarda kalbin kullanımı üzerinden başka bir takım kavramlarla ilişkisini tespite odaklanmıştı. Bu itibarla kalp ile yakın anlamda kullanılan sadr, fuad, sır ve lüb gibi tabirlerle kalbin farkını tespit etmek başlı başına bir sorun iken aynı zamanda bir tefsir ameliyesidir. Tirmizi böyle bir yorum ameliyesine girişerek kalp hakkındaki işimizi daha da güçleştirir; en azından farkında olmadığımız büyük bir meseleye dikkat çeker: Kalp ile eş anlamda kullandığımız birçok kelime özel bir anlama sahiptir, onların farkına vararak ilahi beyandaki incelikleri keşfedebiliriz. Her şeye rağmen kalple ilgili bu risalenin akılla ilgili literatürün parçası olduğunu düşünerek aynı kapsamda değerlendirebiliriz.
Kalp üzerindeki yanılgılar akıl üzerindeki görüş ayrılıklarından daha çok, hatta daha tehlikelidir. Bu itibarla öteden beri kalp ile akıl arasında bir ayrım -neredeyse tezat- kabul edilerek akıl eleştirisi bunun üzerine bina edilir. Birçok insan için akıl, katı ve değişmez kuralları olan, buyurgan, doğuştan getirdiği ilkeleri veya kalıplarıyla evreni tanımaya çalışan, hepsinden önemlisi sınırları olan bir şeydir. Arapça kökünden hareketle söylenen 'bağlamak' tabiri aklın kendi kendini bağlaması gibi düşünülür bu eleştirilerde. Bir tarikat erbabının konuşmasında 'bizde beyin sakatat türü sayılır' demişti. Kalp üzerinden aklı eleştirenler için akıl hakkındaki en mühim ve en önemli iddialardan biri budur: Aklın 'ilke' sandığı şey gerçekte onu varlıktan kopartan gerçeği anlamak ile önünde perde teşkil eden sınırlar demektir. Buna mukabil kalp ise sanki bütün sınırların dışına çıkarak insanı özgürleştiren bir kabiliyet, hatta sınırsız ve sorumsuz kabiliyet olarak kabul edilir. Bu yönüyle kalp, insanlar için hayal gücüne denk veya onun kaynağı sayılır. İşin en tehlikeli ve hatalı kısmı da burasıdır. Bu ayrım bilgi ile duygular, kesin hükümler ile görece yaklaşımlar, hepsinden önemlisi ise nesnel ve genel geçer doğrular ile sübjektif yaklaşımlar arasındaki ayrımdan beslenerek insanı daha korunaklı bir alana taşıma amacı taşır. İnsanlar nesnelliğin içermiş olduğu buyurganlığı, insanı ve toplumları dönüştürmedeki uzlaşmaz tavrını, insanı ve toplumu bir noktaya taşımadaki ısrarını şikayet konusu yaparak, bir hoşgörü ikliminde kalmak istedikçe, akıl ile kalp arasındaki ayrımı büyütmüşlerdir. Bu yönüyle "kalbime göre" tabiri "bana göre" ile eş anlamlı hale gelerek aklın dayatmasına karşı bireyselliğimiz vurgulanır. Öte yandan "kalbi olmak" samimiyet ve içtenlik anlamına gelirken "kalbin kırılması" ise kalbin insanın manevi varlığının bütün boyutlarını hamil hale gelerek en geniş anlama kavuştuğu tabiri anlatır.
Kalbe dair bunca atıf, esas itibarıyla nesnel kriterleri ve ilkeleri olan makuliyet zemininde tezahür eden eşitsizliğin görece daha belirsiz bir zeminde telafi edilmesi arzusundan beslenir, bunda tereddüt yoktur. Akla karşı kalbi savunmak, aklın yargılayıcı doğasına karşı kalbin toleransına sığınmak, insanlar arasındaki eşitliği geri çağırmak demektir. İnsanları bölen aklın nesnelliğine karşı kalbin sıcaklığına dönebilirsek, herkes gerçek değerini bulabilir, herkes bir yer edinebilir, en çok talep ettiğimiz şey olan eşitlik arzusu bu sayede tahakkuk edebilir, hepsinden önemlisi içimizdeki o büyük arzu, yani 'Ben' -büyük harfle ben- olabilme arzusu kendi cennetimizde tahakkuk edebilir, kendi tahtımızda oturma imkanı elde edebiliriz.
Bu itibarla duyguların merkezi sayılan kalp üzerinden akla yöneltilen eleştiriler, özünde, iktidar arzusundan doğar.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Ahlak zafiyete yol açar mı? (06.12.2021)
- Nefs ve Akıl: Nefs Kötülüğü mü Emreder? (29.11.2021)
- Tasavvuf ve Akıl: Nefs Terbiyesi ve Akıl Eleştirisi (24.11.2021)
- Kelam geleneğinde akıl: Yetersiz akıl ve vahiy (21.11.2021)
- Sezai Karakoç’un Ardından (17.11.2021)
- Klasik düşüncede aklın üç hali (14.11.2021)
- Müslüman Düşüncenin Doğası: Nesnel Bilgi ve Nesnel Gerçeklik (10.11.2021)
- Sübjektif akılcılık ve din (07.11.2021)