Ekrem Demirli

Yoksullar ve Kurban

İbadetleri insanların mali durumlarına göre tasnif ederek ele almak yaygın bir gelenektir. Böyle bir tasnife giderken dikkate alınan husus, ibadetleri yerine getirmede gerekli olan güç ve imkan, kısaca yeterlilik unsurudur. Binaenaleyh ibadetleri 'yapmak' üzerinden ele alınca yeterlilik olmazsa olmaz bir rükün şeklinde ortaya çıkıyor ve kendini kabul ettiriyor. Allah insanları yapabilecekleri işlerle yükümlü kılmışsa yoksula zekat vermeyi emretmek veya hastaya haccı ve cihadı emretmek gibi yükümlünün herhangi bir şekilde yerine getiremeyeceği işlerle insanı mesul tutmak ilahi adaletle uyumlu görülmemiştir. Her ne kadar 'Allah dilerse' diye başlayan cümleler ilkesel olarak Tanrı'nın yükümlü kılmasına sınır çizmeyi reddetmiş olsa bile, Müslüman toplumda durum fiilen böyle addedilmez. Bu nedenle ibadetleri yerine getirirken imkan ve yeterlilik bir rükün olarak kabul edilir, ibadetleri yerine getirebilecek imkanlardan geçici veya kalıcı olarak yoksun olanlar mazur sayılır, o ibadetin herhangi bir şekilde söz konusu kimseyi ilgilendirmediği kabul edilir. Bu durumda ibadetleri mali duruma göre veya başka bir takım yeterlilik şartlarına göre tasnif etmek, bir çok insan için akla en uygun yöntem gibi gelir. Bu meyanda zekat, hac, kurban ve sadakaları zenginlerin yerine getirmesi gerekli ibadetler saymak, bu yaklaşımın bir neticesidir; yoksullar ise bu ibadetlerde korunan ve himaye edilen kişiler olarak akla gelir. Bir zengin zekat vermekle yoksulu himaye etmiş, kurbanını yoksullara dağıtmakla yoksulla hemhal olmuş, sadaka ve öteki ibadetlerle imkan sahibi olmayan kimseleri gözetmiş sayılır. Ülkemizde zekat ve kurban gibi ibadetlerin kardeşlik ve paylaşım üzerinden ele alınmış olmasının nedeni budur. Bu durumda ibadetler, dikey bir ilişkiden daha çok yatay, tanrı ile irtibattan daha çok insanla ilişkiye zemin sağlayan toplumsal ahlak unsurları haline gelirler.

Vakıa ibadetleri bu şekilde tasnif etmenin insana makul gelmeyen yanı tam da burasıdır. İbadetler Tanrı ile insan arasındaki çok yönlü ilişkileri fark etmek, insanın habersiz kaldığı hakikati hatırlayarak hayatı derin bir bilgelikle yaşamanın yolunu bize ibadetler gösteriyorsa, burada dikkatin insanlar arası ilişkilere değil, doğrudan Tanrı'ya teksif edilmesi olması gerekir. Bu itibarla ibadetleri yerine getirirken yoksulları sürekli süreç dışında tutmak veya gözetip kollanılması gerekenler diye görmek, ibadetleri zenginlerin bir türlü yola gelmeyen 'azgın' nefislerini dizginlemek için başvurulan çareler olarak yorumlamak, Tanrı'nın muradı anlamamak olabilir. İnsanlar dünya hayatında ne kadar ehemmiyet verirlerse versinler, insanların zenginliği dinde büyük bir mesele değildir; zengin ve iktidar sahiplerinin nefisleri ise yoksullarınkinden daha 'azgın' ve daha dirençli kabul edilmez. İbadetler Tanrı ile insan arasındaki ilişkileri hatırlamak demek ise ibadetler her insan grubu için yeterli ve lazım ölçüde tespit edilmiş olmalıdır. Bu yönüyle böyle bir ibadet taksimini dinin ruhuna uygun görmemek daha makul bir yaklaşımdır.

İbadetleri bu şekilde tasnif etmek yerine, başka bir taksim yapılabilir: İbadetler herkes için farz kılınmıştır. İmkanı ve gücü olmayanlar ise ibadetlerde farklı görevler yerine getirmekle onlara katılırlar. 'Nefs cihadı' üzerinden meseleyi ele alırsak, nefs ile cihat etmek ibadetlerin ortak anlamıdır. Her mümin şu veya bu şekilde bu cihat içinde bir görevi üstlenir, böylece her insan ibadet cihadına katılmış olur. Bu yaklaşımla zekata baksak, zekatın öteki ibadetler arasında müşterek ifa edilen bir ibadet olmakla temayüz ettiğini görebiliriz. Çünkü zekat ancak belirli bir insan gurubuna verilmekle yerine getirildiğine göre, o insanlar tarafından alınmadan zekat ifa edilmiş olmayacaktır. Bu durumda zekat, veren ile alan olmak üzere iki kişinin ifa ettiği bir ibadettir. Böyle bir yorumla veren insan 'verdim' kibrinden alan insan ise 'aldım' ezikliğinden kurtulabilir, 'veren el' ile 'alan el' ayrı bir yorumla anlamını kazanır.

Kurban hakkında benzer bir düşünce geliştirmek mümkündür: Kurbanda dikkatimizi zenginliğe ve imkana verirsek, yoksulların payına düşecek olan şey etler olacaktır. Böyle bir ibadet içinde yoksulların durumunu etlerin taksimi esnasında konuşmak kurbanı hiç anlamamak demektir. Kurban insanın benliğini aşması, hayvani güdülerine karşı aklını ve ruhunu özgürleştirme iradesi ise o zaman yoksulların da bu özgürleşme sürecinde bir dahlinin olması gerekir. Başka bir anlatımla kurban 'zibh' yani kesme ile ikmal edilen bir ibadettir; geride kalan ürünler, yani etler ise başka bir meseledir. Kurbanın esas ve birincil kısmında yoksulların da bir özne veya şahit olarak bulunması gerekir ki, kurban onların da bayramı olabilsin. O zaman dikkatimizi mülkiyete odaklayarak kurbanın zenginlikle ilişkisiyle körleşmemek gerekir.

Bir hayvan öyle veya böyle kesilecektir; mesele kesilen hayvanın kimin nefsi olacağı veya kim kurban kesilirken hayvanı kendi nefsi olarak telakki edeceğidir. Burada zengin veya fakir olmak durumu değiştirmez, değiştirmemesi beklenir. Bu meyanda birisi kesiyor fakat öteki işin iç yüzünü anlıyor olabilir, birisi kesiyor, ikisi de hakikatini anlıyor da olabilir; fakat en talihsiz durum zenginin mülkünde olan bir şeyi kesip yoksulun ise bunu 'et' olarak almış olduğu durumdur.

Bazı ibadetlere yeni bir yorumla farz-ı kifaye diye bakmak gerekiyor. Yeni bir yorum derken fıkıhta kast edilen anlamıyla bir kişinin veya grubun yerine getirmesiyle ötekilerin sorumluluğunu düştüğü anlamındaki 'farz-ı kifaye'yi kast etmiyorum. Bu meyanda kısmen metafizikten ödünç alabileceğimiz bir bakış açısıyla, birinin ötekiler için bir işi yerine getirmesi veya ötekiler için de hakikati idrak etmesi, öteki insanların ise işin başında veya sonunda ona iştirak etmesini kast ediyorum. Hz. İbrahim bütün insanlar için oğlunu kurban sınavından geçirildi. Hz. Peygamber bütün insanlar için deveyi 'nefs' yerine kurban etmiş oldu. Biz de ona şahitlik ettik, kurban keserken veya bir kurban kesilirken tekrar o şahitliğe dahil olur, onu anar ve bilinçle tazeleniriz. Müslüman toplumda kurbana bu bilinçle iştirak edildiğinde, yoksullar ve zenginler aynı ibadetin 'özneleri' veya şahitleri olarak Hakk'a yaklaşmış olurlar. Çünkü kurban sadece takva ile kurbiyete vesile olabilecek bir ibadettir.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.