Türkiye Hedefte
ABD'nin Irak'ı işgalinin hemen arefesinde ABD'ye gittim. 11 Eylül olayları henüz tazeydi ve bu bahaneyle Afganistan çoktan işgal edilmişti. Sırada Irak'ın işgali vardı ve kamuoyu buna hazırlanıyordu. Medyada son derece güçlü bir propaganda çarkı dönüyor, Saddam Hüseyin'in nasıl bir 'şeytan' olduğu gündüz kuşağındaki 'kadın programları'nda bile konuşuluyordu. Medyanın toplum üzerinde kurduğu baskı o kadar yoğundu ki hiç kimsenin aklına 11 Eylül'le Irak'ın ne alakası var demek gelmiyordu. Toplum bizzat medya ve siyasetçiler tarafından adeta hipnotize ediliyor ve herhangi bir itirazın önü tıkanıyordu. Herhangi bir politik ajandayı hayata geçirmek için medya nasıl kullanılır ve bu amaca yönelik medya kampanyası nasıl yürütülürün sofistike bir örneğini izliyorduk.
Kitle iletişim araçlarının kitleleri nasıl güttüklerini, adeta beyinlerini yıkadığını ve yığınları herhangi bir kişi/grup/kliğin isteklerine boyun eğer hale getirdiğini 2003'te Irak işgal edildiğinde sonuçlarıyla birlikte görmüş olacaktık. Modern tarihin gördüğü en sudan savaş sebepleriyle Irak, ABD tarafından işgal edildi ve o günden bugüne topraklarında yaşayan insanlar huzur yüzü görmediler. Milyonlarcası katledildi, inanılmaz silahlar üzerlerinde denendi, sistematik işkenceler, tecavüzler yaşandı fakat bunların hiç biri Saddam'ın asla bulunamayan kitle imha silahlarının yahut anti-demokratik uygulamalarının binde biri kadar medyada kendilerine yer bulamadılar.
Şii misin, sünni mi?
ABD'de yaşarken Mormon bir öğretmenle tanışmıştım. Zaman zaman bazı etkinliklere davet eder yahut bizzat beni alıp götürürdü. Birgün bana 'sünni misin, şii misin?' şeklinde bir soru sordu. O güne dek hiç öyle bir soruya muhatap olmadığım ve sorunun kendisini de çok ayrıştırıcı bulduğum için 'Müslümanım ve önemli olan tek şey de bu' şeklinde karşılık verdim. Soruya bozulduğumu farketmiş olacak ki alelacele bir cevap verme isteğiyle 'yanlış anlama, Ortadoğu'da bir sünni-şii savaşı çıkacakmış duyduğuma göre, bu nedenle sordum' şeklinde cevap verdi. Şaşkındım fakat söylediği cümleyi ne kadar aptalca bulduğumu çok iyi hatırlıyorum. 'Şaka yapıyorsun herhalde, mezhep için neden savaşalım, ortaçağ Avrupa'sında değiliz!' şeklinde yanıt verdim. Sonra bu konuşma üzerinde fazla düşünmedim çünkü gerçekten aptalca, temelsiz, mesnetsiz bir cümle gibi görünmüştü gözüme ve Amerikalıların kendileri dışındaki dünya hakkındaki cehaletlerinin bir örneği olarak kodlamıştım bu olayı.
Bu olay yaşandıktan kısa bir süre sonra Irak işgal edildi. İşgal, Irak'ı sadece somut anlamda yıkmadı. Irak'ın üzerinde yükseldiği ve içinde bulunduğu geniş coğrafyaya bağlandığı tüm toplumsal fay hatları on yıllardır süregelen işgal sırasında harekete geçirildi. Bu belki de yeni tür bir dünya siyasetinin en sofistike örneğiydi.
Askerler toprakları silahlarla zaptu rapt altına alırken, siyasetçiler, düşünürler, ajanlar bu fay hatlarını derinleştirmenin yollarını aradılar. Kalıcı ayrılıkların tohumlarını atmak üzere Irak toprağını sabırla, bir gergefi işler gibi işlediler. Zamanları da, imkanları da, onları haklılaştırmak üzere alesta bekleyen güçlü bir medyaları da vardı. Tüm bu çabaların en görkemli ürünü DEAŞ adlı canavar oldu. İster, ABD Başkanı Trump'ın başkanlık yarışı sırasında serdettiği sözlerle 'bizzat Hillary Clinton tarafından kurulmuş' olsun, isterse bölgede ekilen düşmanlık tohumlarının ve harekete geçirilen toplumsal fay hatlarının olası bir neticesi olsun DEAŞ yaratıldı. Bu coğrafyanın doğal seyri içerisinde bu kadar korkunç bir örgütün de, böylesi bir mezhep savaşının da yeri yoktu aslında. Heyhat ki, Amerikalı arkadaşımın on yıl kadar önce çıkacağından bahsettiği mezhep savaşı çıkmıştı. Meğer muhatap olduğum soru ve aptalca bulduğum o kehanet aslında planlanan bir geleceğe dairmiş ve bizler hiç bir şey yapamadan bu kötücül proje hayata başarıyla geçmiş.
Türkiye hedefte
Bugün benzer bir projenin Türkiye için de hayata geçirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Özellikle sosyal medya üzerinden 'halkı kin, nefret ve düşmanlığa sevketmek' üzere bir kampanyanın son hızla devam ettiğine şahitlik ediyoruz. Toplumu oluşturan ne kadar sinir ucu varsa kaşınmaya çalışılıyor. Evladı askerde olan annelerin endişesi, çocuk sahibi olamayan kadınların üzüntüsü, iş bulamayan babaların garipliği, emekli maaşını yetiştiremeyen insanların çaresizliği, şehirlerin uğradığı tahribatın yarattığı kayıp duygusu, doğaya, ağaca olan özlemimiz, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik karşısında duyduğumuz öfke ve daha nice bam telimiz bu kampanyada birer kurşundan ibaret. Yalan yanlış, çarpıtılmış ve çoğunlukla da icat edilmiş sözde haberlerle beynimiz yıkanmaya çalışılıyor. Geçmişte konvansiyonel medyanın yaptıkları bugün sosyal medyaya havale edilmiş durumda. Hesap ortada. Birbirimize düşelim de hangi gerekçe ile olursa olsun. Gerisini getirmek üzere bekleyenler zaten belli…
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.