Anadolu Toprakları’nın Ayrıcalığı
Değerli okuyucu, Anadolu Toprakları eşi benzeri olmayan ve dünyanın hiçbir kara parçası ile karşılaştırmasını yapamayacağımız ayrıcalıklı topraklardır. Öylesine ayrıcalıklıdır ki, üzerinde yetiştiremeyeceğimiz hiçbir bitki yoktur. Peki, bu ayrıcalık nereden kaynaklanıyor? Bu ayrıcalığın nedenlerine sırasıyla bakalım:
- Buzul Çağlar Dönemi
Dünyamız, bugüne kadar dört dönem buzul çağı geçirmiştir. Buzul çağının her biri iki ile üç milyon yıl sürmüştür. Son buzul çağıysa, milattan on sekiz bin yıl önce sona ermiş ve yaklaşık 250 000 yıl sürmüştür. Anadolu Toprakları son buzul çağını yaşamamıştır. Yaklaşık 250 000 yıl olarak tahmin edilen dördüncü buzul çağı Anadolu Topraklarını etkisi altına almamıştır.
Buzul dönemde bitki (tohum) ve mikrobiyolojik floranın kendisini geliştirmesi ve adaptasyon faaliyetleri durur. Topraktaki bir tohum filizlenip gelişemez, çiçek açamaz. Toprakta bulunan mikroorganizmalar da faaliyetlerini durdururlar. Tıpkı bir derin dondurucuda mikropların ürememesi gibi. Mikroplar (bakteriler ve virüsler) çoğalamazlar. Aynı şekilde buzul altında kalan tohumların de gelişmesi söz konusu değildir. Tıpkı donmuş topraklarda tohumların gelişmesinin mümkün olamayacağı gibi… Kısaca, buzul çağda bitkiler ve mikroorganizmalar yaşamlarını sürdüremezler, gelişimleri ve adapte olma özellikleri de durur. Bir bitki baharda filizlenir, çiçek açar, tohumları toprağa dökülür. Toprağa dökülen tohumlar bir sonraki bahar mevsiminde tekrar filizlenir, çiçek açar ve tohumları tekrar toprağa düşer. Her bahar mevsimiyle bu yaşam tekrar ederek devam eder. Her defasında bitki tohumlarının genetik yapısı çevre şartlarına bağlı olarak kendisini mükemmele doğru geliştirir. Bu durum genetik yapıya sahip her canlıda aynıdır. Kendisini geliştirme programı, her canlının genetik yapısında vardır.
İşte, Anadolu toprakları yaklaşık 250 000 yıl süren dördüncü buzul çağı yaşamadığı için bitkiler ve mikroorganizmalar doğal yaşamlarına devam ederek genetik gelişimlerine ve toprakla uyumluluklarına ve de bulundukları ortamın çevre şartlarına göre de uyum faaliyetlerine devam etmişlerdir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz. Anadolu topraklarında yetişen bitkiler 250 000 kez çiçek açıp tohumlarını toprağa dökmüşlerdir. Bu döngü 250 000 kez tekrar etmiş demektir. Anadolu toprakları, 250 000 yıl farkla, buz altında kalan diğer ülke topraklarına göre öndedir. 250 000 yıllık bu gelişmişlik farkı Anadolu toprakları üzerindeki bitki örtüsünü rakipsiz ve ayrıcalıklı kılmıştır. Bu zaman zarfında Anadolu topraklarının bitki örtüsü kendisini geliştirip en mükemmel bir şekilde genetik gelişimlerini tamamlarken, dünyadaki birçok bölgenin bitki florası buzul çağından dolayı gelişmede ve bulundukları bölgenin toprağına uyumlulukta geri kalmıştır (yerinde saymıştır).
- Klimatoloji
Dünyanın hangi bölgesine bakarsanız en fazla 3 farklı iklim (meterolojik-klimatolojik) içeren haritaya sahiptirler. Anadolu'ya baktığımızda ise, 6 farklı klimatolojik bölge görürüz. Önceleri rus asıllı alman klimatolog Wladimir Köppen ve daha sonra yine alman asıllı klimatolog Rudolf Geiger ortak çalışmaları neticesinde 1936 yılından beri geçerli olan ve bugün dahi tüm dünyanın kabul ettiği Köppen-Geiger iklim bölgeleri haritalarını çıkarmışlardır. Bu haritalara baktığınızda Anadolu'da 6 farklı iklimin hüküm sürdüğü bölgesel haritayı görmekteyiz. İklimdeki bu altı farklı çeşitlilik Anadolu Topraklarında yetiştiremeyeceğimiz bitkinin olmadığının da göstergesidir. Gerçekten de topraklarımızda yetiştiremeyeceğimiz herhangi bir bitki yoktur.
Bazı durumlarda bazı ağaçlarda tohumu veya fidanı ilk ekildiğinde bir takım zorluklar ile karşılaşabiliriz; Bunun sebebi adaptasyondur. En geç birkaç yıl içerisinde dikilen ağaç bulunduğu toprağın mikrobiyolojik florasına, iklimine ve çevre şartlarına uyumluluğunu geliştirerek verimli hale dönüşür. Örneğin, kivinin ülkemizde ilk tarımı yapıldığında adaptasyon süreci yaşanmıştır. Artık adaptasyon süreci geride kalmış, gayet başarılı tarımı yapılmakta ve kaliteli ürün alınmaktadır. Daha önceleri kivi tamamen ithal ediliyordu.
Anadolunun 6 farklı iklim bölgelesinin (zone) olması biyolojik çeşitlilikte zengin endemik bitki florasının oluşmasında ve bu yapının korunmasında en önemli faktörlerden bir tanesidir. Değerli okuyucu, doğayı anlar, onun kurallarını öğrenir ve de ona ayak uydurursak doğa her dönemde biz insanlara nimetlerini sunmaya devam eder. Ancak, doğayı anlamadan, tanımadan ve kurallarını öğrenmeden değiştirmeye kalkışırsak onu cezalandırmış oluruz. İşte, tabiatı cezanlandırırsanız, tabiat da sizi cezalandırır. Bugün yaşadıklarımız buna en güzel örnektir. İnsanoğlu, tabiatın tohumlarını değiştirdi. Tükettiğimiz nimetlerin (sebze, meyve ve tahıl) tadı-tuzu yok. Tohumları değiştirdiğimiz için bu nimetlerin içerikleri de eksik kalmıştır. Tohumları değiştirilmiş bu ürünlerin birçok etkin maddesi eksik veya yetersiz olduğu için bağışıklık sistemi yeteri kadar güçlenemediğinden, yatkın olduğu hastalıklara kolayca yakalanabilmektedir. Kısaca, tohuma müdahale etmek, NİMETİ İLLETE DÖNÜŞTÜRMEK anlamına gelir.
- Kükürt ve Bor
Güney Doğu Anadolu'da kükürt içerikli zengin topraklar bulunur. Afşin-Elbistan yöresinde her yıl yapılan Lahana yarışmasında ağırlığı 45 kiloya varan lahana yetiştirilmektedir. Elbistan'da ortalama ağırlığı 35 kg olan lahana yetişmektedir. Görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Acaba ne kadar hormon vererek bu hale getirdiler diye düşünenler bile oluyor. Hormonla hiç alakası yoktur. Elbistan bölgesi kükürt içerikli zengin linyit kömür yataklarına sahiptir. Toprağının kimyasında bulunan kükürt bu ağırlıkta ve büyüklükte lahana yetişmesinde en önemli rolü oynamaktadır. Unutmayınız, lahana, brokoli, karnabahar, turp, hardal, soğan, sarımsak, pırasa hepsi zengin kükürt içeriklidir. İsimlerini yazdığım tüm bu ürünler, insan sağlığının korunmasında çok fonksiyonel, çok amaçlı besinlerdir. Anadolu Topraklarında yetişen bu ürünler dünyanın herhangi bir kara parçasında yetişen cinsleri ile mukayese dahi edilemez.
İç Anadolu'nun kuzeyi ve doğu Ege bölgesinin zengin Bor içermesi, bu bölgelerde yetişen tıbbi bitkilerimizi, dünyanın en üstün ve en ayrıcalıklı bitkileri yapmaktadır. Özellikle bu bölgelerde yetişen bitkilerin segonder metabolitlerinin farklılığı ve şifa gücü, toprağının içerdiği bor'dan kaynaklan-maktadır.
- Biyolojik çeşitlilik
Değerli okuyucu, Trabzon-Çaykara-Sürmene yöresinin ortak vadileri olan Sultan Murat Yaylası öylesine ayrıcalıklı ki, ilk seyahatimdeki şaşkınlığımı halâ unutamam. Tek bir vadide 80 çeşit armut ve en az 50 çeşit erik ve elma türünü bir arada görebiliyorsunuz. Bölge insanın yaşlıları her türün ismini size teker teker sayıyor. İşte, size birkaç armut türünün o yöredeki adları:
- Bsomolikap
- Şekerap
- Gontrap
- Kastonap
- Koçinap
- Karpuzap
- Şimonap
- Mayap
- Ağrap
- Limonap
- Kundurap
- Gayzurap
- Alikanap
- Alyanak
- Ksilap
- Dalkırap
- Rus armudu
- Masrapap
- Milap
- Brokopap
- Zilbano
- Değirmenap (tükenmiş, yok olmuş)
- Alevrap
- Abizika (tükenmiş, yok olmuş)
- Lazap
Bunlar, Sultan Murat Yaylasını ziyaretim sırasında not aldığım armut türlerinden bazıları. Yukarı Hopşera (Akdoğan) köyündeki caminin önünde gördüklerim karşısında gözlerim doldu; 10 metre karelik toprak yüzeyinde en az 18 çeşit bitki türü saydım. Kırkkilit (equisetum arvensa) bitkisinden, ısırgan türlerini (dişi ve erkek), havucun gen kaynağını, karanfilin başlangıç türünü, marulun gen kaynağını gördüm. Ve bu bitki örtüsünün %40 ı 15-20 günde bir değişiyor. Karayemiş (laz kirazı) tabiki bolca vardı. O bölge insanlarının "şeytan tayyaresi" dedikleri karahindiba nasıl bir endemik bitki olmuş düşündüğüm zaman hayretler içerisinde kalıyorum. Bu zengin biyolojik çeşitlilik bize Allah'ın bir lütfudur. Ne kadar çok farklı bitki bir arada bulunursa, o kadar zengin biyolojik çeşitlilik var demektir. Biyolojik çeşitlilik (çok sayıda farklı bitkilerin bir arada bulunması) yeni yeni bitki türlerinin ortaya çıkmasında en etkili özelliktir.
Köydeki bazı yaşlılar ile konuştum. Sohbet arasında söz gençlerden açılınca, bir duraksama oluyor. Sessizleşiyorlar. Gözlerini ve yüzlerini vadiden aşağıya çevirip, fısıldar gibi mırıldanıyorlar; "onlar büyük şehirlere gittiler, burada sadece biz yaşlılar varız " diyorlar. Konuyu değiştiriyorum, anlıyorum ki, bu onların yalnızlıklarının ötesinde yüreklerinin derinliklerinden yükselen sessiz çığlıkları, özlem duyguları çırpınmaya başlıyor. Anadolu'nun binlerce köyü bugün aynı durumda, yaşlılara terk edilmiş, gençler büyük şehirlere göç etmişler. Anadolu Topraklarının binlerce köyü yaşlılara emanet edilmiş. Büyük şehirlere göç etmiş gençlerine zaman zaman köylerinde yetişen gerçek organik meyve, tahıl, baharat gönderiyorlar. Unutulmamak, hatırlanmak isteklerinin ötesinde çocuklarını, katkısız doğal ürünlerle beslenmelerini istiyorlar. Biliyorlar ki, köyde yaşayan insanlar daha uzun sağlıklı yaşıyorlar. Artık günümüzde doğada yaşayan yaşlılar, büyük şehirlerde yaşayan gençlerini gömer oldular. Kimbilir, bu acıyı yaşamamak adına, içgüdüsel olarak gençlerine köylerinden doğal ürünleri hazırlayıp gönderiyorlar. Yaşlıların gençlerini gömmeleri sadece savaş dönemlerinde olur. Barış ve huzurun olduğu bir ülkede normalde gençler yaşlılarını gömerler. Ancak, günümüz insanı büyük şehirlerde her türlü gıdasını doğal olarak tüketemedikleri için (katkılı olmayan ne kaldı ki) kolayca ve erken yaşlarda yatkın oldukları hastalıklara kolayca yakalanıyorlar. Anadolu köylerinde yaşayanlar doğal ortamda doğal gıdalarla beslenip (katkısız, hormonsuz, zirai ilaçsız ve gübresiz) ve de tertemiz havasını soluduklarından, pınarlarından kanakana serin suları içtiklerinden uzun sağlıklı yaşıyorlar. Anadolu insanın bu anlamda devlete de pek bir yükü yok, hastane ve ilaç masrafları hemen hemen yok denecek kadar az. Büyük şehirler yaşayanlar sağlıklı ve doğal besini pek bulamadıklarından, kolyca hastalanıyorlar, uzun süreli iş kayıplarına neden oluyorlar. Büyük şehir yaşamının insanları ise büyük şehirlerin hastanelerinde MR'lar, tomografiler, doppler sonografiler, çeşit çeşit detaylı tahliller yaptırarak hastalıklarına teşhis koydurmaya çalışıyorlar. Avrupa'da mecbur kalınmadıkça doktorlar MR ve tomografiye izin vermiyorlar. Her iki görüntüleme yöntemi de risk oluşturuyor. MR demek, en az 500-600 adet röntgen filmi çektirmek anlamına geliyor. Yani fazlasıyla ışın alıyoruz. Düşünün, tek bir röntgen filmi çekileceği zaman kurşun yelek giydiriliyor. Neyse ben konuyu çok fazla dağıtmak istemiyorum.
Sultan Murat Yaylasında dolaşırken, Allah'a şükrettim, "Yarabbi, bu nasıl bir zenginlik bize lûtfettiğin" demekten kendimi alamıyordum. Dualarımda, "Anadolu Topraklarının bu biyolojik çeşitliliğinde, büyük şehirlerde yaşayan Anadolu insanını, tohumunda ve bitkisinde emin kıl ve sahip çıkmalarında idrak gücü ver Allah'ım" diyorum.
Değerli okuyucu, olay sadece Sultan Murat Yaylası değil, onun gibi nice yörelerimiz, vadilerimiz ve de yaylalarımız var. Bizdeki yayla anlayışı sıcaktan kaçmak için gidilen yer olarak bilinir. Bu topraklara nankörlük ediliyor ise, tek nedeni cehaletimizdendir. Allah, bizleri okumuş cahillerden korusun. Harita 3 e baktığımızda Karadeniz Bölgemizin; Avrupa-Kafkasya-Sibirya florasını, İç Anadolu Bölgemizin; İran-Türkmenistan-Moğolistan florasını ve Akdeniz Bölgemizin ise, Tüm Avrupa'da yetişen endemik bitki florasının aynısına daha zengin bir şekilde sahip olduğumuzu göstermektedir.
Değerli okuyucu, size Anadolu Topraklarında yetişen soğanımızın nasıl zengin bir tür çeşitliliğine sahip olduğunu aşağıdaki dünya haritası üzerinden vermek istiyorum. Bakınız Harita 4. Bu harita üzerinde Anadoluda 150 çeşit soğan türü yetiştiğini görmekteyiz. Bu harita yabancı kaynaklardan alınmıştır. Yabancı kaynaktan alıntı yaptığımı özellikle vurgulamamın amacı, yabancıların topraklarımızın üzerinde yetişmekte olan biyolojik çeşitliliği bizlerden daha iyi biliyor olmalarıdır. Ne acıdır ki, bizler bu konuda eğitilmedik, cahil bırakıldık. Çer-çöp denildi, ot denildi, koca-karı işi bu bitkiler denildi. Yıllar önce bitkiler üzerine ilk konuşmaya başladığımda bana "şarlatan" diyen bilim adamlarını hatırlıyorum. Savcılıklara şikayet edildim. Defalarca ifadem alındı. Eğer, bu konuda toplum eğitilmiş olsaydı, okullarda eğitimi verilse idi, bugün Anadolu Toprakları dünyanın en zengin bitki bölgelerine sahip olmuş olurdu. Katma değeri yüksek binler tür bitkimizi işleyip ihraç ediyor olurduk.
Toplumu eğitirsek toplum ülke toprağının bitkisine sahip çıkar. Bu konuyu kapatırken size bir acı gerçeği daha örnek olarak vermek istiyorum. Ülkemiz insanlarına narenciye dediğinizde suyu sıkılır içilir veya kabuğu soyulur yenir şeklinde öğretildi. Türkiye yıllardır portakal çiçeğinin esansını veya kabuğundan elde edilen yağı kozmetik ürünlerde kullanmak amaçlı ithal ediyor. Reva mı?
Narenciye suyu çıkartan fabrikalar tonlarca kabuğu çöpe atıyor. Tonlarca kiraz sapı hasat zamanı çöpe atılıyor. Anatolius türü çınar yaprağı heba olup gidiyor. Düşen yaprağın üzerine onun kıymetini sorgulamadan basıp geçiyor. Ülkemizde son yıllarda nar yoğun bir şekilde üretilmeye başlandı. Nar suyu üretim tesislerinde kabuklarının da tonlarcası çöpe gidiyor, halbuki, almanlar nar kabuklarından gribe karşı önleyici "grip çayı" yapıyorlar ve milyonlarca adet "Granatapfeltee" olarak eczanelerde ve süper marketlerde satıyorlar.
Onun içindir ki, her namazımda; "Yarabbi, Anadolu Topraklarında yaşayan insanımızı tohumlarında ve bitkilerinde emin kıl" diye dua ediyorum. Değerli okuyucu, Anadolu Toprakları ve üzerinde yetişen nimetler, bize Yüce Allah'ın bir lutfudur. Bakınız 102 nolu surenin en son ayeti olan 8. ayette Yüce Allah ne buyuruyor.[Summe (sonra) le (mutlaka) tus'elunne (sorgulanacaksınız) yevmeizin (o gün, hesap günü) anin naîm (nimetlerden)] "Size verdiğim nimetler mutlaka hesap günü sorgulanacaksınız."
Allelopatik özellik
Değerli okuyucu, doğaya çıktığınızda size huzur veren bitki dünyasını görürsünüz. Yemyeşil bir doğa, rengârenk bitkiler, değişik ağaçlar hep birarada insana huzur veriyor. Halbuki size huzur veren o bitki dünyasının kendi arasında nasıl bir yarış ve nasıl savaş var, bir bilseniz… Ayrıca, bitkilerin üzerine çıkan böceklere, parazitlere karşı o bitkinin açtığı savaş öylesine güçlüdür ki, bu durumu bitkinin kimyasına baktığınızda anlayabiliriz. Toprakta bulunan mikroorganizmaların bitki köklerine vermeye çalıştıkları zarar da hiç yabana atılmayacak ölçüde. Tüm bunlar ekolojik dengenin unsurlarıdır. İşte, her bitki çevresindeki diğer bir bitkiye ve mikroorganizmalara karşı mücadele vermek zorundadır. Bu mücadelesinde bitki kendisini nasıl savunuyor? Bitki, üzerine çıkan kendisine zarar vermek isteyen parazite veya böceğe karşı bağışıklık sistemini harekete geçirerek zehirli madde üretiyor. Böcek bitkiyi ısırdığında bu zehirli madde böceğe zarar verir. Ancak, bitkinin kendisini koruma amaçlı ürettiği bu zehirli maddeler insan sağlığı için faydalı maddelerdir. Doğada, bitkilerin kendi aralarındaki ve yine mikroorganizmalara karşı açtığı savaşa "allelopati" denir. Bitki dünyasında ne kadar zengin biyolojik çeşitlilik var ise, o denli zengin çeşitli savaş var demektir. Allelopatik etki o kadar güçlü demektir. Allelopati ne kadar güçlü ise; bitkilerin bağışıklık sistemi de o kadar güçlü demektir. Bitkinin, bağışıklık sisteminin güçlenmesi bitki çeşitliliğinin zenginliğine bağlıdır. Bağışıklık sistemi güçlendikçe bitki o kadar güçlü etkin madde üretir. Bu etkin maddelere "segonder metabolitler" denir. Kendisini savunma amaçlı olarak zaralılara karşı üretilen bu etkin maddeler (segonder metabolitler), biz insanları hastalıklara karşı koruyan, tedavi eden etkin maddeleri oluştururlar.
Şimdi şu sorunun cevabını arayalım. Bir bitki monoflora (tektip bitki) içerisinde mi daha güçlü etkin maddelere sahiptir, yoksa biyolojik çeşitlilik içerisinde mi, etkin maddeleri daha etkilidir? Biraz daha farklı olarak soruyu şöyle soralım. Diyelim ki, karaciğer enzimleriniz yüksek ve lavanta kürü uygulayacaksınız, fotoğraf 1 deki lavantayı mı (monoflora), yoksa fotoğraf 2 de gördüğünüz lavantayı mı tercih edersiniz?
foto 1 (monofloral lavanta)
foto 2 (multifloral)
Bir soru daha, serada yetişen sebze veya meyveyi mi, yoksa açık alanda yetişenleri mi tercih edersiniz?
Değerli okuyucu, dalından düşen herhangi bir yaprak, portakalın veya elmanın kabuğu, tükettiğiniz kirazın sapı, tarladan toplanan mısırın dış kabukları veya püskülleri, herhangi bir meyvenin tohumu, velhasıl doğanın ürettiği herhangi bir şey çöp değildir. Eğer insan, doğanın ürettiği herhangi bir şeye çöp diyor ise, biliniz ki o konuda bilgi sahibi olamdığı için veya ilmi yetmediği için çöp diyebilmektedir.
Allah, doğanın yaratıcısıdır. Bu konuda gayet açık ve sarih ayetleri var. Bu alemi süs olsun veya eğlence olsun diye yaratmadığını, tam aksine hikmetle yarattığını ve de hikmetle yarattığı nimetleri biz insanların hizmetine sunduğunu bildiriyor.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.