Zor günlerden geçerken
Zorluk derecesi hayli yüksek bir coğrafyada yaşıyoruz. Türkiye, batı dünyasının kaybedip de geri alamadığı tek toprak parçasıdır.
Anadolu'nun vatan kılınması kadar vatan kalmasının da bir bedeli vardır. Bu bedeli ödemeye yanaşmayanlar, ödeyenlere de itiraz edenler, kimin adına konuşmuş ve konuşlanmış oluyor?
Ecdadımız, Anadolu coğrafyasını elde tutabilmek için savunma hattını Tuna boylarında kurmuştur. Üç asırdan fazla süren ricattan sonra artık Anadolu'dayız. Savunma hattımız bu kadar ileride kurulmasaydı eğer, akıbetimiz kim bilir nasıl olurdu? Bunu bir düşünelim. "Orada ne işimiz var" sorusunu her fırsatta dile getirenlerin gayesini gerçekten de merak ediyoruz.
Siyaseti memleketin üstüne koyanlar, bu yaptıklarının altında kalmaya mahkûmdur. Milletimiz unutmaz.
Hemen burada dünden bugüne bir parantez açalım: Osmanlı devletinin gücünü asgari seviyeye indiren ve kaynaklarını tüketen şey, aralıksız dört asır süren ağır Rus baskısıdır. Aynı anda Kafkas, Kırım ve Balkan üzerinden gerçekleşen Rus baskısı bizim için yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Türkiye, ancak Ruslarla komşu olmaktan kurtulunca, yani doksanlardan sonra tam manasıyla kendine gelebilmiştir. Şimdi tekrar ve maalesef onlarla komşu olmuş bulunuyoruz. Sadece insanlar değil, milletler de kaderinden kaçamıyor.
Milletin ve memleketin tarihine derinden tesir edecek, kalıcı sonuçları olacak günlerden geçiyoruz. Böyle zamanlarda azami dikkat ve kuvvetli bağlılık gerekiyor. Öte yandan: Selçuk devrinden günümüze, bu toprakların hain kontenjanı daima yüksek olmuştur. Son yıllarda yaşadığımız hadiselerin özeti budur.
ANA MUHALEFETİN MİLLÎ OLMASI GEREKİYOR
Türkiye yurdunun en büyük eksikliği, millî bir ana muhalefete sahip olmayışıdır. İktidar partisine değil, adeta milletin değerlerine ve ülkemizin yükselişine muhalefet ediyorlar.
Gün geçmiyor ki ana muhalefet partisinden yakıcı bir hamle, çirkin bir çıkış gelmesin.
Örneğin, paralel ihanet şebekesinin bir numaralı hedefi olan ve bu musibetle en çok mücadele eden insanı "siyasi ayak" başlığı altında yıpratmaya çalışıyorlar. Aidiyet duygusunu kaybedip vatansız hale gelen ve sürekli yalan söyleyenler ile millî meselelerde dahi memleketten yana tavır almayan ve yalandan medet umanların aynı hedefe yönelmesi gayet doğaldır. Şaşırmıyoruz.
Türkiye dil, din ve ırk ayrımı yapmadan bütün mazlumların imdadına yetişiyor. Gelene kapılarını açıyor, gelemeyene gidiyor. Bu kıymetli ve maliyetli çabayı mezhepçilik olarak tanımlayan kim varsa, biliniz ki kendisi bunu yapıyordur. Evet, güney komşumuz olan iki ülkede mezhebe dayalı 'temizlik' yapılırken, ülkemizi mezhepçilik davası gütmekle suçlayanlar, neyi temsil ettiklerini açıklamalıdırlar. Bunlara "müttefik" diyen kimlerdi?
Bir soru daha soralım: İslamiyet'in ana yurdunu, baba ocağını "bataklık" olarak gören ve gösterenler, nereyi kıble bellediklerini açıkça söylemelidirler.
Savaşta insanlar değil de üniformalar hedef alınır. Bir zalimlerin yaptıklarına, bir de kahraman ordumuzun sınır ötesi harekâtlarına bakalım. Yazımızın öznesi olanlar bu konuda ne diyor?
Son söz niyetine: Türkiye şehitler diyarıdır. Ülkemizin neredeyse tamamı harp sahasıdır. Bu hakikate rağmen şehitlik ocağını küçümseyenler çıkabilir. Onları "nasipsiz" olarak görüyoruz.
İbrahim Tenekeci
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.