Rektörlüğün kısa tarihçesi
Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör atanması birkaç günden beri tartışılıyor. Tartışmaların siyasi tarafına ve kimi çıkar gruplarının yönlendirilmesi konusuna girmeden, üniversite tarihi içinde rektörlerin atanma biçimlerini anlatmaya çalışayım.
Dünyada üniversite adını kullanan ilk eğitim kurumu, Bologna Üniversitesi'dir. 1088'de kurulan bu üniversiteyi, 1200'de kurulduğu kabul edilen Paris Üniversitesi takip eder. Daha sonra Avrupa'da başlıca merkezlerde üniversiteler kurulur. Üniversitelerin bugünkü halini alması ise sekiz asrı bulacaktır. Tarihçiler, bu sekiz asrı dört evreye ayırır. Biz de bu dört evrede rektörlük makamının gelişimini aktarmaya çalışalım.
MODERN ERKEN DÖNEMDE ÜNİVERSİTELER
İlk kurulan Bologna ve Paris Üniversitesinde iki farklı yapı vardı. Bologna'yı öğrenci örgütlenmesi doğururken Paris hoca örgütlenmesi sonucu ortaya çıkmıştı. O vakitler, öğrenciler ve öğretmenler rektörü birlikte seçerdi. Ancak, bu özerkliğin bedeli olarak devlet veya kiliseden yardım alamazlardı. Hocalar, öğrencilerden ücret talep ederken talebeler de verdikleri ücretin karşılığını almak isterdi. İki grup da birbirlerine karşı haklarını savunmak için örgütlendi. Kendini güçlü gördükleri anda bu gücü diğer grup aleyhine kullanmaktan çekinmediler. Bu da birtakım sıkıntıları beraberinde getirdi.
İLK REKTÖR BİR ÖĞRENCİ İDİ
Rektör, üniversiteden önce mahalle papazı için kullanılan bir unvan idi. Daha sonra üniversitedeki öğrencilerin başı olarak kullanıldı. Bologna'da, rektörü öğrenciler kendi arasından seçerdi. O yüzden, 25 yaşından büyük rektör görülmezdi. Rektörlük, masrafları oldukça ağır olduğu için ancak zengin ailelerin çocukları bu yükün altından kalkabilirdi. Öğrenciler, üniversitede mezheplerine ve dinlerine göre örgütlenirdi ama rektör herhangi bir dini gruba üye olamazdı.
Paris'te, 1266'ya kadar, rektör sadece dört ilâ altı hafta için seçilirdi. Üç ay, oldukça uzun bulunurdu. Zaman içinde, iş-güç rektör seçmeye dönünce süre bir veya iki yıla uzatıldı. O zamanlarda rektörün temel görevi geçit törenlerinde ön safta durmaktı. Tabiî tüm şehir yöneticilerinin ve seçkinlerin davetli olduğu törende ön safta olmak büyük onurdu. Mesela İspanya'daki bir törende Kral Ferdinand (ö. 1564), Alcala Üniversitesi Rektörü ile Kardinal Ximenes arasında oturuyordu.
Rektör, aynı zamanda öğrencilerin sıradan yargıcıydı. Ciddi suçlamalar nedeniyle tutuklanan herhangi bir öğrencinin işkenceye maruz kalması durumunda rektörün hazır bulunma hakkı vardı.
Rektör ayrıca, yalnızca öğrencilerden oluşan Universitas konseyine de başkanlık ederdi. Bu konseyin görevleri arasında; devlet hizmetinin incelenmesi, düzeltilmesi ve bütçenin belirlenmesi için bir sonraki akademik yılda kullanılmak üzere profesörlerin listesini hazırlamak bu kurulun görevi idi.
1500'lü yıllardan itibaren, hem Papalık hem de yerel yönetimin ileri gelenleri ve yönetimde söz sahibi soylular tarafından rektörlük makamı, öğrenci gruplarının elinden alınmaya çalışıldı. Buna ancak, 1590'da muvaffak olabildiler. Artık üniversiteye rektör atanması ve hoca tayin edilmesi rektörün ve öğrenci meclislerinin elinden alınıp şehrin soyluları arasından seçilen iki kişilik heyete teslim edilmişti. Modern erken dönemlerde, zamanla üniversitelerin kiliseye olan bağlılığı azalırken devletin etkisi arttı. Reform sonrası yeni üniversitelerde, öğrenci kontrolündeki girişimlere engel olmak için şiddetle mücadele edildi ve öğrenci birlikleri yönetim kademelerinden uzak tutuldu. Yönetim, hepsi hoca olan rektör, dekanlar ve senato tarafından yürütülmeye başlanıldı. Öğrencilerin yerini hocalar, kilisenin yerini de devlet ve kamu aldı.
Bu durum, üniversite yönetimi bünyesinde öğrenci etkisini zamanla azalttı ve etkileri, rektör seçiminde oy kullanmakla sınırlandırıldı.
II. KUŞAK ÜNİVERSİTE: HUMBOLDT ÜNİVERSİTELERİ
Avrupa'daki siyasi ve bilimsel gelişmelere bağlı olarak üniversiteler de değişti. Humboldt modeli denilen bu yeni sistemin iki önemli özelliği vardır: İlki üniversite dışında yürütülen bilimsel araştırmalar için alt yapı oluşturup profesörlerin yönetiminde uzmanlaşmış kürsü kurulmasıdır. Diğeri de ulus devletlerin doğmuş olması sonucu milli kültürün öne çıkarılmasıdır.
Bu yeni modelde, üniversite, bilimsel ve örgütsel bağımsızlık kazandı. Kurullar eliyle yönetildi. Eşitler arasında biri olarak görülen rektör, üniversitede kadrolu profesörler arasından bir yıllığına seçilirdi. Profesörlere daimî kadro verildi. Üniversite, toplumun tüm kesimlerine açıldı ve devlet tarafından finanse edildi. Tüm bu gelişmeler, üniversite yönetiminin kurumsal bir yapı kazanmasını sağladı. Araştırma ve öğretim birliği ilkesi, günümüz üniversitesinin yapısını oluşturdu.
ÜÇÜNCÜ KUŞAK ÜNİVERSİTELER: ABD ÜNİVERSİTELERİ
Amerika'da gelişmeye başlayan üçüncü kuşak üniversitelerde; rektör, artık daha uzun süreli olarak seçilen/atanan, önder niteliği ön plana çıkan, toplam kalite anlayışında girişimci bir konumdadır artık. Erken modern çağların merasimlerde kostümüyle törenlerin ilk safında kurulan rektörden, giyim kuşamıyla diğer hocalardan farkı olmayan rektöre evrildi.
Üniversitedeki değişiklikler isme de yansıdı ve multiversite kavramı ortaya çıktı. Bu dönüşüm, dünyanın sanayi toplumundan bilgi toplumuna, Fordist üretimden esnek üretime geçişi ile yakından ilgili idi ve yansıması üniversite yönetiminden üniversite yönetişimine geçişi kolaylaştırdı. Dünyadaki ekonomik ve siyasal değişimler, üniversitenin idari yapısını da etkiledi. Devlet, artık üniversite hizmetlerinin sağlayıcısı olmaktan çok düzenleyicisi olma işlevini üstlenmeye doğru bir eğilim sergilerken, bunun doğal sonucu, üniversiteler de mali sorunlarını gidermek için ihtiyaçlarını öğrencilerden ve girişimci üniversite olmanın gereği olarak üniversite-sanayi işbirliği çerçevesinde piyasaya yönelik bilim üretimi karşılığı piyasadan karşılamaya başladı.
ABD üniversiteleri, Avrupa'dan farklı olarak kendine has yönetim biçimi geliştirdi. Her eyalette rektör seçimi veya ataması farklılaştı. Genel yapı, bir mütevelli ve onun tarafından seçilen bir başkan tarafından yönetilmesidir. Rektörün görev ve yetkileri, Avrupa üniversitelerine göre oldukça sınırlıdır.
DÖRDÜNCÜ KUŞAK ÜNİVERSİTELER
Teknolojideki gelişimler ile salgın gibi küresel sorunlardan sonra 'Dördüncü kuşak üniversiteler' olarak isimlendirilen geleceğin üniversiteleri, sürekli öğrenmeyi öğreten, uzaktan eğitime ağırlık veren üniversitelerdir. Salgın döneminden sonra ise kurumsal organizasyonlar sanal ortamlarda tesis edilmeye başlanıldı ve ne olacağına dair farklı görüşler ileri sürüldü.
Temel sorun şu: Dünya dördüncü kuşak üniversiteleri konuşurken biz ne yapacağız veya yapmalıyız? Nasıl bir rektör istiyoruz? Üniversite hocalarının temsilcisi mi, yoksa patronu mu? Devlet parası ile patronluk yapacak, toplantılarda ve törenlerde ön sırada oturmaya can atan bir gösteriş budalası mı, yoksa şu rekabetçi dünyada üniversiteyi ayakta tutmak için çabalayan hamal mı?
Şimdi Boğaziçi'ne atanan rektörü bu açıdan düşünün. Boğaziçi'ni geleceğin dünyasında rekabet edebilecek duruma getirebilecek donanıma sahip mi, değil mi? Bence tartışmamız gereken nokta burası.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Bir üniversiteye kötülük nasıl yapılır? (03.01.2021)
- Türkün Duyuşu, Türkün Deyişi (30.12.2020)
- Kızılbaş sufiliği ne demek ola? (27.12.2020)
- Hoş geldin Alman Aleviliği, hoşça kal Kızılbaş sûfîliği (24.12.2020)
- İBB’nin Şeb-i Arûs’u (19.12.2020)
- Şeb-i Arus: Vuslat günü (17.12.2020)
- Araz’ı ayırdılar (13.12.2020)
- Akademisyenlerin konuşma özgürlüğü (10.12.2020)