Korona düşünceleri: “Evde Ramazan” ve sonrası
Elli sekiz yaşındayım. Tekne orucu tutmaya başladığım günlerden itibaren elli civarında Ramazan idrak etmişim demektir. Çocuklukta, ailemizle gittiğimiz camilerde, teravih cemaatinin arka saflarının da arkasında akranlarımızla gülüp koşturduğumuz günleri tatlı birer hatıra olarak saklıyorum. Tam imam selam verecekken tahiyyat pozisyonu alıp cemaatle beraber namazı bitirme rolü yapmak ve ardından çocuk muhayyilemizde silinmez izler bırakan salavatın nağmelerine kendini bırakmak. Giden günler geri gelmez; kubbede bir sedâ bırakır sadece. Uzun yıllar sonra, yaşadığımız sitede her Ramazan akşamı komşulara teravih kıldırmak ve ardından sosyal mesafe endişesi olmadan yapılan tatlı sohbetler. Tavşan kanı çaylar eşliğinde tabii ki….
İşte böyle hatıralarla dolu elli Ramazanın ardından, yepyeni ve bambaşka bir mübarek ayla tanıştık: "Koronalı Ramazan". Ve mine'l-garâib…
Birkaç gün önce kavuştuğumuz mübarek Ramazan ayında, her zaman alıştığımız şekilde iftarlar, teravihler, davetler, sohbetler olmayacak bu defa; olmamalı. İzolasyon her zamankinden daha önemli. Bir sonraki Ramazana, daha birçok Ramazana, güneşli günlere, sevinçli bayramlara sağlık ve afiyet içinde kavuşmanın yolu, bu Ramazanda önlemleri sıkı sıkıya uygulamaktan geçiyor. Bunu idrak etmeyen bazıları var İslam dünyasının değişik köşelerinde. Ah bir bilseler, teravih cemaatlerinde yahut toplu iftar davetlerinde virüs bulaştırdıkları kardeşlerinin vebalini. İslam'da "dinin gayeleri" olarak bildirilen 5 hedeften biri olan "hayatın/canın korunması" prensibini çiğneyerek Ramazan'dan feyz alınamayacağını… Onlar ne yaparsa yapsın, biz doğru olandan şaşmayalım. Bu Ramazan farklı olacak. Bu Ramazan "evde" olacak.
Bu Ramazan alıştığımız bazı rutinlerden mahrum olacağız, evet. Kim bilir, belki de bazı mahrumiyetler Ramazanın anlamını daha iyi kavramamızı getirir beraberinde. Ramazan, her istediğine ulaşamayanların halini anlamaksa eğer, belki de bu Ramazan Afrikalı çocuğun yüreğindeki ıstırabı biz de hissederiz. Sokağa çıkma yasağını duyunca önünde kuyruklar oluşturduğumuz marketlerdeki, kasaplardaki nimetleri belki de ömür boyu tadamayan o masumun yüzü gelir gözümüzün önüne.
Sosyal mesafe aslında pek de doğru bir tarif değil. Sevdiklerimizle, çevremizdekilerle, yakınlarımızla "sosyal mesafe" değil "fiziksel mesafe" koymak gerek aramıza. İzolasyon günlerinde, tam da tanımına uygun şekilde sosyal medyayı kullanarak sevdiklerimize sık sık ulaşmak, yüzlerini görmek, seslerini duymak şart. Hele Ramazanın o güzel, o huzurlu atmosferinde… Yani "fiziksel mesafemizi artıralım ama sosyal ilişkimizi koruyalım".
Unutmayalım. Tedbir alıp tevekkül etmek bize düşen. Bir de sabır, bir de dua. Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Bu da geçer Yâ Hû diyelim! Umudu yaşatmak Rabbimizin emri, boynumuzun borcu... "Ey kendilerine karşı haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin!" ayetini hatırlayalım dara düştükçe. Göğsümüz sıkışırsa bir an, "İnşirah" okuyalım ki inşirah bulalım.
Bu farklı Ramazan'ı bir fırsat bilelim. Hayatımızı yeniden bir gözden geçirelim. Öncelik ve önem sıralamamızı bir daha yapalım. Bir milat olarak, korona sonrası günlerde Yaratan'la, yaratılanla, tabiatla, sevenlerle, sevilenlerle ilişkimizi yeniden ve daha güçlü olarak inşa edelim. Bu dünyaya ve ötesine daha bir başka bakalım.
Korona tedbirleri sebebiyle, çevremizde işini, aşını kaybeden nice insan var. Belki birçoğu komşumuz, yakınımız… Bugünler geçecek elbet. Ama komşuluk hatırı baki kalacak. İşte bunu bize hatırlatan, "(Allah) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim" hikmetini gündemimize getiren kampanyalar var iyilik sevenlerce düzenlenen. Bir tanesi şuracıkta: https://twitter.com/komsulukhatiri. Katılalım. Komşuluk hatırını yere düşürmeyelim. Akif'in "Kocakarı ile Ömer"ini unutmayalım. Belki de yanı başımızdaki bir göz odada, aç torunlarını oyalamak için ocaktaki tencerede taş kaynatan bir teyzemiz vardır; açlıktan gözüne uyku girmediği için ağlaşan yavrular vardır. Fark edelim, akledelim, himmet edelim.
Derin bir uykudan uyanıyor gibiyiz. Uzun zaman önce Kızılderili Şefi Seattle'ın Amerikan Başkanına yazdığı mektuptaki meşhur ifadelerine nazire olarak Ferhat Kardaş'ın verdiği hüküm ne kadar da anlamlı bugünlerde: "Son virüs dünyaya yayıldığında, son insan dışarı çıkamaz hale geldiğinde, son şehir enfekte olduğunda beyaz adam paranın, doların, atom bombasının, petrolün, doğalgazın ve kanlı elmasların yenmeyen şeyler olduğunu anlayacaktır." (Takip etmek isteyenler için: https://twitter.com/munzevifikirler )
Bu korona süreci, sahte ihtiyaçlar, suni gündemler, gerçeği çarpıtan illüzyonlarla dolu bir dünyada yaşadığımızı bize bir kez daha hatırlattı. İnşallah bu idrak, bu farkındalık kalıcı olur hayatımızda. Korona günleri geride kaldığında, şairin dediği gibi güneşli, mavi, güzel günlere kavuştuğumuzda insanın maddiyattan, hakikatin sahte kimliklerden daha değerli olduğu, az da olsa sevgiyle harmanlanmış nimetlerin kıymetinin bilindiği bir hayatı hep beraber yeniden keşfedeceğiz.
Yine, yeni, yeniden…
Prof. Dr. M. İhsan Karaman
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- 18. yüzyıldan günümüze “Ulemânın koronavirüsle imtihanı” (16.03.2020)
- Yeşilay 100 yaşında… (08.03.2020)
- Çılgınca tüketmek için çılgınca üretmek (24.02.2020)
- Bir kalkınma sorunu olarak bağımlılıklar ve inanç temelli çözüm önerileri (17.02.2020)
- Hasta saygınlığı ve mahremiyet ihlalleri üzerine (05.03.2018)
- Kudüs: İnsanlığın kırmızı çizgisi… (15.12.2017)
- Sinsi katil: Sigara (29.10.2017)
- Medya, gençliğimiz ve geleceğimiz (01.10.2017)