Fıkıh tarihi yazıları (I): Sahih Nokta-i Nazar arayışı
Fıkıh tarihi aynı zamanda bir bilim dalının tarihidir. Fıkıh biliminin bugünkü durumunu tespit edebilmek için tarihi gelişimini sahih bir nazarla ve dakik bir dönemlendirme ölçütüyle değerlendirmelidir. Nitekim dönemlendirme bilimler tarihi açısından bilimsel gelişmelerin izinin sürülmesi için imkânlar sunan bir vasıtadır. Sadece fıkhı değil, bütün temel dinî bilimleri dönemlendirmeyi mümkün kılacak bir yöntem arayışı isabetli çıkış noktaları sağlayabilir. Bununla birlikte genel anlamda tarihi dönemlere ayırma, üzerinde uzlaşılmış bir konu değildir. Bu tür kategorik ayrımlar itibarîdir ve bir düşünme aracıdır. Aydınlatıcı olduğu ölçüde geçerlidir ve sağlamlığı da yoruma bağlıdır. Doğa bilimlerindeki varsayıma benzer bir itibarîlik, tarih biliminde de mevcuttur. Fıkıh ve tarihi incelenirken temel iki disiplinin kesiştiği görülür. Bunlardan biri tarih, diğeri ise hukuktur. Tarih yazıcılığı ile hukuk tarihi yazıcılığında dönemlendirme problemi iç içedir. İslamî ilimler tarihi söz konusu olunca bu konuda günümüzde yapılan dönemlendirmelerin geçerliliği tartışmalıdır. Günümüzdeki dönemlendirmelerin özgün bir yönteme sahip olduğunu söylemek güçtür. Bunun için ilgili bilim dalı hakkında kâfi derecede bilgi birikimine ve sağlıklı bir yönteme ihtiyaç olduğu kadar, diğer bilimlerle mukayese de önemlidir.
Fıkıh tarihi yazımı da bazı ön kabullerin ve yanılgıların etkisinde kalmıştır. Mesela Osmanlı tarih yazıcılığında milliyetçi ve/veya oryantalist tarih yazıcılığı yanılgısına düşüldüğü gibi, çağdaş İslam hukuk tarihi yazımında da evvelemirde oryantalist, ayrıca selefî-modernist Arap milliyetçi tarih yazıcılığı yanılgısına düşülmektedir. Osmanlı tarih yazımında, artık 2000 öncesi on yıllar boyunca doğru kabul edilen temel varsayımların sorgulandığı bir döneme girildiği ve yeni bir üslûba doğru geçiş yapıldığı görülmektedir. İslam hukuk tarihi yazımında da aynı şekilde 2000'li yıllardan itibaren, son yüzyıldaki ön kabullerin sorgulanmaya başlandığı söylenebilir. Ancak haklı ve tutarlı eleştirilere rağmen ülkemizde önceki ön kabuller henüz etkisini kaybetmiş değildir. Haddi zatında İslam dünyasında son bir buçuk asırda üretilen eser, düşünce ve yöntemler en hafif ifadesiyle şüphe altındadır. Çünkü oryantalizm saldırıları, bilimde derinlik kaybı ve sığlaşma, ecdada dolayısıyla da ecdadın ürettiği her şeye karşı güven bunalımı bu dönemin temel özellikleridir.
Öncelikle tartışılması gereken noktalardan biri şurasıdır: "Çağdaş İslam hukuk tarihi yazımı olan içtihat-taklit merkezli tarih algısı bir kurgudan mı ibarettir, yoksa bir gerçekliği var mıdır?" Bu algılama biçiminin bilimsel perspektifle uyumu ve tarihsel gerçeklikle hangi ölçülerde örtüştüğü eleştirel bir yaklaşımla değerlendirilmelidir. Mesela bu noktada en büyük problemlerden biri bu yazım türünde Osmanlı döneminin bilinçli veya bilinçsiz şekilde görmezden gelinmesidir. İslam hukuk tarihinin ikinci yarısının Osmanlı dönemine tekabül ettiği düşünülürse bu ihmalin doğuracağı eksikliğin mahiyeti daha iyi anlaşılabilir. Yine bununla bağlantılı olarak bir diğer büyük sorun ise İslam hukuk tarihinin sahih ve aslına muvafık bir şekilde dönemlendirilmesi problemidir. Çağdaş İslam hukuk tarihi yazımının, tarihi içtihat merkezli bir yargıyla periyodik bölümlemeleri sahih bir tarih tasavvurunu oldukça güçleştirmektedir.
Uzun yüzyıllar devam eden Osmanlı dönemi, birçok müessese, uygulama ve bilgiyi içermektedir. Bu dönem biyografileri, bilimsel eserleri (metin, şerh, haşiye, risale vb.), fetva mecmuaları, kazaî uygulama kayıtları (şer'iyye sicilleri), kanunnâmeleri, şer'î-örfî hukuk uygulamaları, müesseseleri, siyasî ve ekonomik ilişkileri, son yüzyılındaki değişim ve dönüşümler vb. konuları ile gerçek bir çalışma alanı olarak karşımızda durmaktadır. Mesela şer'î-örfî hukuk ayrımının fıkıh tarihi bakımından sıhhatli bir değerlendirilmesinin yapılması yukarıdaki çalışmaların tamamlanmasına bağlıdır. Mesela bu dönemde örfî arazi uygulamalarının şer'î hukuk kalıbına dökülmesi ve resmî mezhep uygulaması gibi hususlarda Ebussuûd Efendi'nin katkısı araştırmaya değerdir.
Fıkıh tarihi ve literatürüne dair resim, birçok boşluk içermektedir. Resmin sahih ve eksiksiz bir şekilde tespiti yapılmadan, bilim dalı olarak fıkhın ilke ve amaçları tespit edilmeden, fıkıh tarihinin zaman ve mekânla ilişkisi kurulmadan ve de müesseseleri ortaya çıkarılmadan sağlıklı neticelere ulaşmak güçtür. Şunu da hatırlamak gerekir ki fıkıh tarihini bilmenin fıkıh eğitimi ve bilgisiyle doğrudan değil, dolaylı bir ilgisi bulunmaktadır. Osmanlı son dönem tartışmalarında söylendiği gibi fakih olmak için fıkıh tarihi değil, fıkhın kendisini tahsil etmek gerekir. Mecelle sonrası yakın tarihte İslam hukuk tarihi üzerine çoğunlukla Mısır merkezli yapılan çalışmaların hemen tamamı, 13–14 asırlık fıkıh tarihini içtihat-taklit dikotomisine hapseden bir okumaya dayanır. Bu anlamda İslam hukuk tarihi, fıkhı araçsallaştırmanın bir argümanı olarak kurgulanmış görünmektedir.
Fıkıh bilim tarihi, kurucusu, meseleleri, konusu, ilkeleri, kurumları ve teorileri dikkate alınarak ancak sağlıklı bir şekilde temellendirilebilir. Mesela Ebû Hanîfe'nin kurucu rolü fark edildiğinde fıkıh bilimi ve tarihi daha sıhhatli bir şekilde anlaşılabilecekitr. Fıkıh günümüzde kendi kavramlarını, kurumlarını ve müntesiplerini yeniden güncelleme adeta var etme mücadelesiyle karşı karşıyadır. ukayeseli araştırmaların yapılması, diğer İslam ve sosyal bilimleri ve de coğrafya, tarih, hukuk vb. bilimlerle irtibatın sağlanması, ulema arası ilişkilerin geliştirilmesi, literatürün gelişimi ve meselelerin seyrinin gün yüzüne çıkarılması, bilgisayar ve internet gibi günümüz teknik imkânlarından yararlanma, buna bağlı olarak istatistiksel dokümanlar, coğrafî dağılımlar ve sosyal ağ projeleri yapılması sayılabilir.
Murat Şimşek
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.