Mustafa Özcan

Taş kafanın karakuşi halleri

Dünyanın başında ABD diye büyük bir gaile ve yük var. Halkı duygudan mahrum olduğu kadar başında da ebleh tipli liderlerin biri gidiyor diğeri geliyor. Amerikan aynasında, ebleh liderlerin geçit törenini izliyorsunuz. Bir ülke nasıl batırılır sorusunun cevabı 'ebleh liderlerinin cevelan ve deveranı sayesinde' olmalıdır. Tek tük bunun istisnaları olabilir. Bunlardan birisi de 20'inci yüzyılı Osmanlı'nın yıkılması şekillendirdi, 21'inci yüzyılı da yine Türkiye'nin küresel ölçekte tercihleri belirleyecek' gibi sözler sarf eden Bill Clinton olmalı… Esasında Bill Clinton'ın bahsettiği günler, Türkiye'nin kapısını çaldı, Arap Baharı ve Suriye meselesiyle birlikte geldi. Suriye meselesinde İran ile İsrail ekseninin ağır bastığı görülüyor. Lakin herkes sırasını savdığında mutlaka bir gün mesele, Türkiye'nin rolüne gelecek. Papaz Brunson davası incir kabuğunu doldurmaz bir dava. Lakin Trump ile yardımcısı alık surat Mike Pence meseleyi kişisel bir dava haline getirdi ve takıntıları oldu. Güç ile her şeyi elde edeceklerini, lehlerine çevireceklerini düşünüyorlar. Bununla birlikte Afrika tarihçisi Ali Mazrui'nin deyimiyle hayır diyebilen Türkiye küresel denklemleri değiştirebilecektir. Türkiye ilişkilerini çeşitlendirmeye çalışıyor. Buna mahkûm. Brunson davası sadece bir köpük. Asıl mesele Türkiye'nin bağımsız tercihleri ve bu tercihlerin Batı'yı rahatsız ediyor olması. Türkiye'nin kendisine hiçbir faydası olmayan Batı yolundan sapıyor olmasıdır. Türkiye'nin rolünü artırmak isteyen ve Amerikan müdahalelerine karşı çıkan herkes Amerikan yönetimleriyle çelişmiş ve çatışmıştır. Morrison Süleyman denilen Süleyman Demirel de buna dâhildir. ABD'nin has adamı bilinmesine rağmen yer yer Amerikalılarla sürtüşmüştür. Adnan Menderes Türkiye'yi her sokağında milyoner fışkıran küçük Amerika haline getirmek istemişse de Amerikan destekli darbe ile devrilmiş ve idam edilmiştir. Kısaca Adnan Menderes Türk-Amerikan ilişkilerine kurban verilmiş bir başvekildir. Kur'an buyruğuyla Hristiyan ve Yahudiler kendilerinden olmadıkça sizden tam olarak razı olmazlar. İmam-ı Şafii'den menkul bir söz vardır. Der ki, insanların hoşnutluğu ulaşılamayacak bir amaçtır ( rıda'nnasi gayetün la tünal). Amerikalıların hoşnutluğunu kazanmak da imkânsızı istemektir. Bu açıdan sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan değil gelmiş geçmiş bütün Türk liderleri zamanın birinde Amerikalılara ters düşmüştür.

Amerikancılık izafi bir kavramdır. Sizin Amerikancı zannettiğiniz biri belki de Amerikalılar nezdinde yeterli düzeyde Amerikancı değildir. Amerikalıları tatmin düzeyi kendilerine güven katsayısı kadar yüksektir. Amerika tabir caizse sıfırcı hocadır. Sözgelimi Pakistan Ziya ul Hak'tan beri bir fetret devri yaşamaktadır. Ziya ul Hak'ın karşı ağırlığı olarak Müşerref sivrilmiştir. Ayakta kalabilmek için Afganistan ve Keşmir'den (İşgal Altındaki Keşmir) el etek çekmesini, feragat etmesine rağmen Amerikalıları tatmin edememiştir. Elçisiyle birlikte Ziya ul Hak'ı öldüren Amerika Müşerref'i de taş çağına geri döndürmekle tehdit etmiştir. Amerikalılara şirin gözükmekten başka Müşerref ne kusur etmiştir? Onlar bütün dünyayı uşakları gibi görüyorlar. Faysal Kasımın attığı tweetteki gibi ABD'nin müttefikleri veya dostları yoktur vekilleri ya da uşakları vardır. Ya da İsrail örneğindeki gibi kendisi başkasına uşaktır, hizmetçidir. Taliban'ı devirme konusunda ABD'ye destek vermesine karşılık Müşerref yine de Amerikan makamlarına yaranamamıştır. Çünkü ABD tatmin hissinden mahrumdur.

Pakistan'ın asker kökenli eski Cumhurbaşkanı Müşerref Amerikan CBS televizyonuna bir mülakatta ABD'nin ülkesine yönelik tehditlerinden yakınmıştı. Pakistan Devlet Başkanı mülakatta, 11 Eylül 2001 saldırıları ardından ABD'nin Pakistan'dan 'gülünç' taleplerde bulunduğunu söyledi ve şöyle devam etti: "Pakistan İstihbarat Örgütü Başkanı bana gelip, Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Armitage'ın kendisine 'bombardımana hazır olun. Pakistan'ı taş devrine döndürürüz' dediğini aktardı." Müşerref Amerikan televizyonu CBS'e verdiği mülakatta bu açıklamayı yaptıktan sonra "bence çok terbiyesizce bir ifadeydi" diye konuştu.

Müşerref yine de bu durumda ülkesinin 'milli çıkarlarını' gözeterek ABD ile birlikte hareket etme kararı aldığını söyledi. Müşerref, "İyice düşünüp, milletin çıkarları doğrultusunda almak gerekiyordu. Ben de bunu yaptım" diye kendini savunmuştur. Tabii bunlar Müşerref'in tek yanlı doğruları.

Büyük devletlerle ilişki ayı ile yatağa girmeye benzer. Keza Mübarek de mücerrep bir biçimde 'Amerikan şalı örtünen çıplaktır' demiştir. Trump da iktidara geldikten sonra Pakistan'a benzeri tehditleri yinelemiştir. Bunun üzerine Pakistan'ı savunmak Çin'e düşmüştü. Afganistan nedeniyle Pakistan'ı tehdit eden Amerikan yönetimleri bu ülkeyi Çin ile Rusya'nın kucağına itiyor. Pakistan'ın yerine Türkiye'yi de koyabilirsiniz. İran'dan petrol almama noktasında sadece Türkiye'yi sıkıştırmıyor en iyi müttefiklerinden olan Hindistan'ı da aynı yönde baskı altında tutuyor. Velhasıl sıfatları küstaha çıkan Amerikalılara yaranmak mümkün değil. Dolayısıyla geçinmek de mümkün değil. Ecevit afyon yasağı dayatmasından dolayı 1977 yılında ABD ile sürtüştüğü gibi Irak işgali öncesinde de yine Amerikan yönetimine ters düşmüştür. Hatta Demirel'in de Irak'a örtülü operasyonlar talebi karşısında Amerikalıları terslediği bilinmektedir. Clinton, savunma bakanı William Cohen'i bir mektupla nabız yoklamaya Ankara'ya Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e gönderdi. ABD'nin Irak'a askeri müdahale fikrini Türkiye'ye açarak kara desteği isteyebileceğini ilk söylediği tarih 6 Kasım 1998 idi. Demirel "Yanlış olur" demiştir ( http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/dunya-saddam-yalaniyla-boyle-kaosa-suruklendi-40137014 ).

9 Ocak 1991 tarihindeki Amerikan Dışişleri Bakanı James Baker ile Irak Dışişleri Bakanı Tarık Aziz arasındaki Cenevre'de görüşme de başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu toplantıda yine James Baker'in benzeri bir tehdit savurduğu ve Irak'ı taş çağına geri döndüreceklerini söylediği ifade edilmiştir. Adamlarda taş çağı merakı bir türlü zail olmuyor.

TRUMP'IN İRAN TWEETİ

Amerikan idarelerinin tarzı bu. Tehdit dili kullanırlar. Dillerine ve üsluplarına özen göstermezler. Onun ötesinde kasıtlı olarak tehdit dilini yeğliyorlar. Trump, Pakistan'a yönelik tehditlerinden sonra selefi Obama'nın baş tacı ettiği İran'ı önce tehdit etti sonra da tavlamaya çalıştı. Karışık duygular arasında gidip geliyor.

Attığı tarihi tweet şöyle:

To Iranian President Rouhani: NEVER, EVER THREATEN THE UNITED STATES AGAIN OR YOU WILL SUFFER CONSEQUENCES THE LIKES OF WHICH FEW THROUGHOUT HISTORY HAVE EVER SUFFERED BEFORE. WE ARE NO LONGER A COUNTRY THAT WILL STAND FOR YOUR DEMENTED WORDS OF VIOLENCE & DEATH. BE CAUTIOUS!

Tweet mealen şu anlama geliyor: "İran Cumhurbaşkanı Ruhani'ye: BİR DAHA ASLA ABD'Yİ TEHDİT ETME YOKSA TARİHTE DAHA ÖNCE ÇOK AZ KİŞİNİN GÖRDÜĞÜ SONUÇLARA KATLANIRSIN. ARTIK ŞİDDET VE ÖLÜME DAİR ÇILGIN LAFLARINIZI SİNEYE ÇEKECEK BİR ÜLKE DEĞİLİZ. DİKKATLİ OL!"

Bu bir tarzdır lakin Trump bu tarzında da tutarlı değil. Havuç ve sopa politikası uyguluyor. 8 defa İranlılarla görüşme isteğinin reddini sineye çektikten sonra tekrar görüşme iltimasında bulundu. Ön şartsız bir görüşme istiyor. Şaşırtıcı bir kişilik bozukluğu.

İlginçtir, Trump selefleri Baker ile Armitage gibilerinin üslubunu kullanırken Hasan Ruhani de Saddam tarzıyla konuşmuştur. ABD'nin kendilerine sataşması halinde savaşların anasına hazır olması gerektiğini söylemiştir. Saddam Hüseyin de ABD'ye kafa tutarken 'ümmü'l mearik' yani savaşların anası deyimini kullanmış ve bu deyim literatür tarihine geçmiştir.

İran'la bir dargın bir barışık yola devam ederken Pastör Andrew Craig Brunson'ı bahane ederek Türkiye'ye karşı da tehdit dili kullanmaya başladı. Sürtüşme çetelesi ve listesine Türkiye'yi de dâhil etti. İki ülke arasında Başkan Johnson'ın mektubuyla başlayan kriz trafiği bitmek bilmiyor. En son Trump'ın ve yardımcısı Mike Pence'in tweetleriyle kriz yoluna devam ediyor. Elbette bu üsluplarıyla birlikte Türkiye'yi rencide ediyorlar. Türkiye ile yolların ayrılış noktasına doğru ilerliyorlar. Sonunda Bernard Lewis'in öngördüğü gibi ilişkiler İran-ABD ilişkilerine benzer bir seyir takip edebilir. ABD sürekli olarak baltayı taşa vuruyor. 1990'lı yıllarda ABD'ye hayır diyemeyen bir dünya vardı. Bugün ise Çin artık hayır diyebilmeyi bir lüks olarak görmüyor. Sol yanaklarına vurulunca sağ yanaklarını çevirmeyeceklerini söylüyor. Bu olsa olsa kendisini Mesih'in şakirdi olarak gören Pastör Brunson'a yakışır. O iki yanağını da çevirebilir. Yunus gibi dövene elsiz sövene dilsiz gerek diyebilir. Uluslararası ilişkiler ise artık bunu kaldırmıyor.

Üslub-u beyan ayniyle insan demişlerdir. Trump ve kafadarı taş kafalar tehdit dilini güç gösterisi olarak algılıyorlar.

Nitekim, WATERGATE skandalını ortaya çıkararak 1974 yılında ABD Başkanı Richard Nixon'ın istifasına yol açan muhabirlerden olan Bob Woodward (75), bu kez ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'ını konu alan bir kitapla kamuoyu önüne çıkmaya hazırlanıyor. Simon & Schuster yayınevinden 11 Eylül'de piyasaya çıkması beklenen kitabın adı, "Korku: Trump, Beyaz Saray'da." Kitabın, "Donald Trump'ın Beyaz Saray'ında başkanın büyük dış ve iç politika meselelerinde nasıl karar verdiğine dair ürkütücü hayatı anlattığı" belirtiliyor. Buna göre kitabın adı Trump'ın 2016 yılında Washington Post gazetesi için Woodward ve başka bir muhabirle yaptığı röportaj sırasında söylediği sözlerden geliyor. Trump, röportajda "gerçek güç saygıyla gelir" diyor ve sonra da "Gerçek güç, kelimeyi kullanmak bile istemiyorum ama: 'Korku'" diye devam ediyor. Bu modeli şimdi Pakistan, Türkiye ve İran gibi ülkelere uygulamak istiyor.

Bu durum karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan Johannesburg ziyareti sırasında Türkiye'nin alternatifsiz olmadığını söylemiştir. İsmet İnönü de Johson mektubu vesilesiyle ' bir gün yeni bir dünya düzeni kurulur, Türkiye de içinde yer alır' demiştir. İsmet İnönü'den beri Türkiye yarım asırdır kendi yolunu arıyor.

Süreç bu gibi vesilelerle giderek olgunlaşıyor.

Fazla uzatmadan ebleh kafalı ve alık suratlı Evanjeliklere bir çift sözümüz var ya da Mesih'in bir sözünü kendilerine ithaf edelim: Kılıç çeken, kılıçla ölür!

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.