Kadir, kıymet bilmek ya da büyük resmi görmek
Biz biliyoruz ki, "akil" olmayanı "mükellef" saymayan Allah; onlarca surede, yüzlerce ayette, doğrudan ya da dolaylı olarak, "düşünme"yi veya "akletme"yi emrediyor. Akletmek ise; kişileri ve kurumları, olayları ve durumları, bütün yanlarıyla ve yönleriyle ele alıp değerlendirerek, "adalet"i tecelli ettirecek hükümleri vermek anlamına geliyor.
Mukaddime'nin müellifi İbn-i Haldun'un beyanına göre; "Müslümanlar, akletmeyi terkettiler; bu yüzden zillete düştüler". İnanmak, yaşamak ve yaymak için gönderilen ayetler anlamlarından ve açılımlarından koparıldılar; "mümin"lerin elinde, "okuma parçaları"na dönüştüler.
Yaşadığımız günlerde de bunun örneklerini bol bol görüyor, biliyor, duyuyoruz. Mektep ve medrese görmüş, sosyal ve siyasal mücadelelere girmiş, alanında örnek ve öncü olmuş adamların bile tek boyutlu ve ön yargılı değerlendirmelerine şahit olup; hayret ve dehşet içinde kalıyoruz.
RESİMDEN ANLAMAYAN RESSAMLAR
Rivayet edilir ki; usta bir ressam, eğitimini tamamlayan öğrencisini uğurlamadan önce, son bir ödev vermiş. "Yaptığın resimlerden birini, şehrin en kalabalık meydanına koy. Yanına bir kırmızı kalem bırak. Bir de not yazıp, beğenmedikleri yerleri çarpı işareti ile çizerek belirtmelerini rica et" demiş.
Öğrenci, ustasının tavsiyesine aynen uymuş. Resmi, kırmızı kalemi ve açıklama notunu şehir meydanına koymuş.
Bir süre sonra, bakmaya gittiğinde; resmin her tarafının, kırmızı çarpı işaretleri ile doldurulduğunu görmüş. Üzüntü, mahcubiyet ve başarısızlık duygusu içinde; yeniden ustasının yanına dönmüş
Bilge ressam, aynı noktaya yeni bir resim koymasını söylemiş. "Bu sefer yanına renkli boyalar ile fırçalar bırak, beğenmedikleri yerleri düzeltmelerini rica et" demiş.
Amacını anlamamakla birlikte, söyleneni yapmış. Tekrar bakmaya gittiğinde, hiç dokunulmadığını görüp; resmin çok beğenildiğini sanmış.
Sevinç ve mutluluk içinde, ustasının yanına gidip son durum hakkında bilgi vermiş. O da son sözünü söyleyip; yapılan deneyin ve gözlemin yorumunu şöyle özetlemiş:
"Birincisinde; insanların fırsat bulduklarında ne kadar acımasız eleştiriler yaptıklarını, hayatında eline fırça almamış kimselerin bile senin güzelim resmini rastgele karaladıklarını gördün. İkincisinde; onlardan olumlu bir şey yapmalarını, önlerine konan resme kendilerinin de değer katmalarını istedin. Bu konuda eğitim almadıkları, ehil olmadıkları için; düzeltme yapmaya cesaret edemediklerinin farkına vardın. Ne yaptığını bilmeyen insanlardan, emeğinin karşılığını alamazsın. Kadir, kıymet bilmeyenlerden; beklediğin değeri göremezsin. Sakın ola ki; bir konuyu, cahillerle tartışma. Onların olumsuz tavırlarından etkilenip; boş yere ümitsizliğe düşme".
BÜYÜK RESMİ GÖREMEYEN İNSANLAR
Geçtiğimiz günlerde, iki ayrı olay yahut durum vesilesiyle; aynı anlayış ve kavrayış kısırlığının, güncel örneklerine şahit olduk. Akletmenin alanını ve anlamını daraltarak, büyük resmi görememe gafletine düşen dostlarla; kıyasıya tartışmak zorunda kaldık.
Birincisi; şimdilik Çamlıca Camii adıyla anılan mabedin, Regaip Kandili gününde ve gecesinde ibadete açılmış olması. Binlerce insanın akın akın oraya koşması ve doğal bir biçimde tıklım tıklım dolması.
Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan en büyük cami olup; geniş kapsamlı ve çok amaçlı bir külliye olarak kuruldu. Bir başka yönüyle; dünya şehri İstanbul'un en yüksek tepesine, kültürümüzün ve medeniyetimizin silinmez mühürlerinden biri vuruldu.
Gel gör ki, olumsuza odaklı bazı dostlar; iman ve ibadet düşmanı çevrelerle bir olup, "dam başında saksağan, vur beline kazmayı" cinsinden kusurlar aradılar. Mesela, meslek ve meşguliyet açısından bu alanın tamamen dışında kalan birileri; "mimari projesinin çok kötü olduğu" hükmünü verip, sosyal medya gruplarında paylaşmaya kalkıştılar.
İkincisi; Yeni Zelanda'da, Cuma saatinde, iki camiye birden saldırılması. Masum Müslümanların rastgele taranması ve vahşice öldürülmesi.
Dünyanın ücra bir köşesinde, genelde barışın ve huzurun hakim olduğu bir ülkede; organize terör eylemi planlanıyor. Ölüm kusan silahlarda, Hıristiyan Avrupa'nın İslam Dünyası'na karşı verdiği savaşların tarihleri ile sembol isimleri yer alıyor; beraberinde, genelde Müslümanları, özelde Türkleri, daha özelde ise hem Müslüman Türkiye'nin Cumhurbaşkanı hem de gönül coğrafyamızın ümit ve güven sembolü haline gelen Recep Tayyip Erdoğan'ı tehdit eden yetmiş küsür sayfalık manifesto yayınlanıyor.
İlk adım olarak; yazılı ve sözlü tepkilerin yanısıra, Cumhurbaşkanı Yardımcısı ile Dışişleri Bakanı'nın bir heyetle olay mahalline gittiklerini görüyoruz. Arkasından, İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerin, "Yeni Zelanda Katliamı" gündemiyle olağanüstü toplantıya çağırıldıklarına; yoğun bir müzakere sürecinden sonra sonuç bildirisi yayınlayıp, İstanbul'dan tüm dünyaya, ortak tepki mesajları verdiklerine şahit oluyoruz.
Bütün bunların arasında, birileri çıkıp; "hırsızı haklı çıkaran komşu" misali, Cumhurbaşkanı'nın tepki cümleleri arasında yer alan ve "geleceğiniz varsa göreceğiniz de var" anlamına gelen bir mesaja takılıyorlar. Katili, katliamı ve arkasındaki organize güçleri bir kenara bırakıp; Devlet Başkanı düzeyindeki birinin, böyle tepki göstermemesi gerektiğini savunuyorlar.
Görünen o ki; yerel seçim süreci de büyük resmi görenlerle görmeyenler arasındaki ayırımın testi olacak. Akletmeyi arka plana atanlar için; bir kez daha, "zillet" mukadder hale gelecek.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Hangi okula “iyi” denir? (24.03.2019)
- “Milli Marş”ta mutabakat (21.03.2019)
- Eğitimde “milli mutabakat” meselesi (18.03.2019)
- Üstün Dökmen ve “dost görünüp düşmanca ısırmak” üzerine (13.03.2019)
- İkili eğitimden kurtulmanın yolları (10.03.2019)
- “Efsane öğretmenler” projesi (07.03.2019)
- Lokman Hekim gelse yaram azdırır (03.03.2019)
- Medeniyet dili (28.02.2019)