İlk bulunması ve korunması gereken değer
İnsan ve toplum hayatı için; "güven duygusu", olmazsa olmaz derecede önemli ihtiyaçlardan biridir. Varlığı, bütün organlarımızı ve organizmalarımızı kuşatan bir hayat enerjisi; yokluğu ise, tedavisi zor ve hatta imkânsız hastalıklar gibidir.
Temeli, ana rahminde atılır. Annenin, hamileliğini fark ettiği andaki duygu durumu; bebeğin akıl, ruh, beden bileşenine "güven" ya da "güvensizlik" algısı olarak yansır.
Doğumdan ölüme kadar, yaşadığımız tüm safha ve süreçler; bu iki duyguyu, eş zamanlı olarak, az ya da çok besleyip büyütür. Sosyal çevre (insanlar), kültürel çevre (değerler), fiziki çevre (maddi olaylar ve durumlar); birini kontrol altına alıp belli sınırda ve seviyede tutar, ötekini salıverip destekleyerek yürütür.
Eğer sağlıklı bir aile, okul, toplum ortamında doğup büyürsek; tüm ilişkilerimizde, işlerimizde, işleyişlerimizde "kendimize güvenme, başkalarına güvenme, güvenilir olma" dengesini ve denklemini kurarız. Sorunlu, dezavantajlı çevrelerin ve ortamların ürünüysek; buluttan nem kapar, öküz altında buzağı ararız.
Günümüz dünyasında, pek çok hasletimizi kaybettik. Değerler manzumesi açısından; fakir ve sığ bir hale geldik.
Bu cümleden olmak üzere; güven duygusu da terk-i diyar edip gitti. İnsanların büyük çoğunluğu için, güvenme ve güvenilir olma devri bitti.
Bu duyguyu yaşayanlar ve yaşatanlar; "istisna" denebilecek derecede azınlıkta kalıyorlar. Genel gidişat içinde; "nesli tükenmiş kelaynaklar" gibi tanımlanıyorlar.
Her işin hilesi bulundu, her ürünün sahtesi üretildi. Yalancılık, dolandırıcılık, cilalı söz, maskeli yüz; öncelikli ve önemli bir ihtisas alanı haline geldi.
Kimsenin ipiyle kuyuya inilmiyor. Sütten dili yananların yoğunluğu arttıkça; yoğurtlar bile, üflenmeden yenilmiyor.
Giderek daha fazla kanıksanan, kabullenilen, normalmiş gibi görülen "duygu durum bozukluğu"; hayatımızın bütün alanlarına ve konularına sirayet etti. Rüzgârın kıvılcımı körükleyip, söndürülmesi zor bir yangına dönüştürmesi gibi; kimsenin kimseye güvenmediği bir ortam üretti.
Bu hal ve gidiş; kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımızın "başarı" ve "mutluluk" oranını düşürüyor. Güvensizlik dalgaları, batma korkusunu telkin edip tetikleyince; geminin kaptanı da, tayfaları da, yolcuları da irade zaafına uğrayıp istikametini şaşırıyor.
Geçtiğimiz günlerde, taze bir örnek yaşadık. STK çalışmalarımız sırasında, genel gidişatın yansıması olan bir durumla karşılaştık.
Başkanı olduğumuz vakıf adına, bir burs organizesi yapıyoruz. Üniversitede okuyan ihtiyaç sahibi öğrencilere, eğitim destek hizmetleri vermeye çalışıyoruz.
Meselenin, iki tarafı yahut boyutu var. Bir yanda sosyal, ekonomik, kültürel, akademik durumlarına göre seçilip sıralanan ihtiyaç sahibi öğrenciler; öte yanda, hayır sahibi kişiler ve kurumlar.
Öğrencilerin, müracaat formlarındaki bilgi ve beyanlarının gerçeğe uygun olup olmadığını anlamak için; ilgili makamlarca onaylanmış belgeler isteniyor. Bununla yetinilmeyip, yüz yüze mülakatlar yapılıyor; ayrıca, cezai müeyyide ihtiva eden bir "taahhütname" alınması fikri dillendiriliyor.
Öte yandan; hayır sahiplerinde de, ileri derecede bir hassasiyet gelişmiş. Her biri, zekâtlarını ve infaklarını başka kişiler ve kurumlar aracılığı ile dağıtmak yerine; bizzat kendi elleriyle, kendi bildikleri yerlere iletme eğilimi içine girmiş.
Hatta, bazıları; ailenin desteğinde, şirketin himayesinde özel vakıf kurma ihtiyacı duymuş. İyilik ve yardım işleri, kendi kontrollerindeki bu vakıflar üzerinden yürütülüyormuş.
Bütün bunların sebebi; iyi niyetin istismar edildiğine, fedakârlığın sömürüldüğüne dair örnekler, öyküler. Kandırılmış, dolandırılmış olma ihtimali ile ilgili duygular, düşünceler, endişeler.
Oysa biz; "güvenilir" sıfatı ile anılan, "yalan söylemez, yanlış iş yapmaz" diye tanımlanan bir Peygamber'in (SAV) ümmeti ve "Emredildiğiniz gibi dosdoğru olun" diyen bir Allah'ın (CC) kullarıyız. Dini, dili, kavmi farklı kimselere bile; "Bizans sokaklarında kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz" dedirttiren bir ecdadın torunlarıyız.
Hani, "İlim müminin yitik malıdır, nerede bulsa alır" mealinde bir hadis rivayeti var ya, en uzak diyarlarda bile olsa bulunup getirilmesi tavsiye ediliyor ya.
Şimdilerde, en büyük yitiğimiz güven oldu. İlk bulunması ve hassasiyetle korunması gereken bir değer haline geldi.
Bulunduğumuz her ortamda, üstlendiğimiz her görevde, taşıdığımız tüm sıfatlar bakımından güvenilir olmalı; yakından uzağa doğru, güven kazanma ve kazandırma seferberliğine çıkmalıyız. Korkularımızı körükleyen karanlıkları aydınlatmak için; her caddeye ve sokağa direkler dikmeli, her kuytu köşede yeteri kadar lamba yakmalıyız.
Evlerde annelere ve babalara, okullarda öğretmenlere ve idarecilere, toplumda aydınlara ve yöneticilere; ayrı ayrı ve birbirini tamamlayacak sorumluluklar düşüyor. Din, devlet, vatan, millet, kültür, medeniyet; huzurlu ve güvenli ortamlarda doğuyor, büyüyor, yaşıyor.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Bulanık suyun balıkları (28.10.2021)
- Baş ya da beyin hırsızları (22.10.2021)
- Eğitim gömleğinin ilk düğmesi (19.10.2021)
- Ölüm bize ne söylüyor? (15.10.2021)
- Hangi derdin delisi olalım? (10.10.2021)
- Maya bozuk olursa (08.10.2021)
- Bir ömrümüz daha olsaydı... (04.10.2021)
- İyimserliğin iz düşümü (30.09.2021)