“Rabbim! Göndereceğin her bir hayra muhtacım”
“Rabbim! Göndereceğin her bir hayra muhtacım.”(Ayet-i Kerime)
'Rabbim! Beni bir an bile bana bırakma.' (Hadis-i şerif)
Hz. Musa bu duayı Medyen yolunda henüz Hz. Şuayb ile karşılaşmadan önce çekildiği ağacın altında yapmıştı: Aşina çehre yok, gidebileceği ve yardım alabileceği kimse yok, belki konuşabileceği insan yok. İbnü'l-Arabi'nin ifadesiyle 'tam bir müflis' iken Hakka ilticanın en nefis ifadesini dile getirdi. Lakin Hz. Musa'nın ilk çaresizliği duayı ettiği an değildi: Bütün ömrünü Allah'ın göndereceği "zerre hayra muhtaç" bir kul olarak yaşayacaktı. Varlığa mı yokluğa mı daha yakın olduğumuzu bilmediğimiz mümkün bir alemde yaşamanın başka anlamı olabilir mi? Hz. Musa çetin bir sınavın parçası olarak doğdu. O esnada bu duayı yapacak olanlar annesi ve kabilesiydi, fakat görünür vesile, Musa idi. Firavun kahinlerin sözüyle doğan tüm bebekleri katlederek yaklaşan tehlikeden kurtulmak istiyordu. Allah Teala çaresiz bir anda annesine Musa'yı koruma yolunu göstermiş, çocuğunu sepete koyarak nehre bırakmasını ilham etmişti: Yanında tutmak ölüm, suya bırakmak yaşama ihtimali idi. Allah annenin kalbine çaresizlikteki çareyi gösterdi: Tıpkı İsmail ile Hacer hikayesindeki gibi, çare çaresizliğin içinden akıp gelmişti. Musa hayat ile ölüm arasında gidip gelirken dünyayla tanıştı. Gerçekte her birimiz hayatı 'ölüm ile hayat' arasında yaşarız, varlık ile yokluk arasındaki seyir halinde tecrübe ederiz var olmayı. Korkumuz yokluktan umudumuz varlıktan gelir. Varlık ile yokluk arasındaki seyir, 'imkan' diye anlatılır: 'İmkan', yani zorunluluk yok, olmazsa olmaz değil, olunca da 'lütuf' sayılan bir şey demektir yaşamak.
Nehrin üzerinde yüzen bir sepetteyken Musa Allah'ın göndereceği 'zerre hayra muhtaç' idi. İlahi iktidar hiç unutulmasın diye o hayrı bir düşmanın eliyle gönderdi: Firavun ilahi iradenin hadimi haline gelerek, öldürmek istediği Musa'yı yetiştirmekle görevlendirildi. Hz. Musa bir saraya başka türlü nasıl girebilirdi ki? Tıpkı Yusuf'un Mısır azizinin evine yerleştirilmesi gibi ilahi planla, Allah Musa'yı Firavun'un himayesinde Firavun'un ordusundan sakladı. Ardından Musa'nın saray günleri geldi. Firavun Musa'yı hangi gayeyle yetiştirdi bilmiyoruz, lakin Allah'ın muradını öğreniyoruz: Vakti saati gelince Musa'nın saraydan çıkması lazımdı. Onu saraya sevk eden kader başka bir tecelli ile saraydan ve şehirden uzaklaştırdı: Güvenliğin ardından tekrar korkuyu tanıdı. Hz. Musa istemeden bir kavgaya karıştı, birinin ölümüne vesile oldu. O ölüm Musa'nın gerçek hayatının başlangıcı demekti: Hayatı bir ölüm tehdidiyle başlayan Musa yeni bir ölümle gerçek hayatı tanıyacaktı. Bu ölümlerin mahiyetini ancak Hızır bir çocuk öldürünce anlayabilecekti: Üç ölümü (Firavun'un öldürdüğü bebekler, Musa'nın öldürdüğü adam, Hızır'ın öldürdüğü genç) yorumlayabilmek onun nübüvvetinin derinliği olacaktı.
İlahi takdir ile yerleştirildiği saraydan başka bir vesileyle çıkartılmasıyla Musa meçhule doğru yola çıktı; İbnü'l-Arabi'nin ifadesiyle ölüme karşı hayata kaçtı. Medyen yolunda yeni bir hadise ile karşılaşır: İki kız hayvanlarını sulamak üzere sıralarını beklerken onlara yardım etti. En çok hayra muhtaç olduğu bir anda, yaptığı işiten ücret talep etmedi: Öldürme olayı da gerçekte yardımın başka bir tarzı idi. Hz. Musa birinci olayda zalime karşı mazluma yardım edeyim ederken onun ölümüne yol açmıştı; burada yine yardım etti: karşılıksız yardım ve zalime karşı mazlumun yanında olmak şeriatın iki yüksek ahlakı olacaktı.
Hz. Musa'nın beklentisizce yardım edebilmesi şifreli bir söz gibi Şuayb'a gitmesini sağladı: Bizim için burada dikkate değer olan duada dile gelen acizliği idi. Birinci acizlik ile saraya, ikincisiyle ise Şuayb'a havale edildi. Şuayb beklentisiz ahlaki eylemden gelenin kim olabileceğini fark etmiş, onu evine davet etmiş, bu davetle de Musa'nın hayatındaki ikinci büyük evre başlamıştı: Pişme evresi! Birinci evrede Allah onun bedeni korudu; ikinci evrede de ruhunu ve ahlakını ikmal ederek onu esas görevine hazırladı. Hz. Musa'nın orada sekiz sene kaldığı söylenir. Ardından ailesiyle birlikte esas memleketine döndürülür. Yolculuk da ölüm ile kalım arasında bir yolculuk olarak gerçekleşir: Bu kez Hz. Musa ve ailesi soğuk ve yabani hayvanların tehdidiyle hayatı ölüm tehdidi altında idrak eder: Bu esnada hayatın kenarında yaşarken de 'zerre hayra muhtaç' idi. Allah bu üşüme esnasında Musa'ya ihtiyacı cihetinden tecelli ederek ona ateşteki hakikati gösterir. Musa ateşinden peşinden giderken annesinin onu nehre bıraktığı anı yaşamıştır: Bir yanda hamile eşi ve çaresiz çocukları, öte yandan onları koruyabilmenin yegane yolu olarak ateşin peşinden gitmek. Hz. Musa –tıpkı annesinin nehre bırakmasını tercih etmesi gibi- umudu seçerek ateşin pesinden gider. Bu kez ateş suretinde tecelli edenin vahiy olduğunu görecek, Musa'nın nübüvveti başlayacaktı. Hz. Musa Allah'ın kelamını duydu, öyle büyük bir hazza erdi ki 'Rabbim! Bana seni göster' diye niyaz etti. Biz orada hikayenin ikmalini öğrendik, hayatı bir noktaya bağladık: Gerçekte talep ettiğimiz O'ndan bir hayır değil, O'nun ta kendisi idi. Biz O'nu istiyoruz. Çünkü Mutlak Hayır ve Mutlak Varlık O'dur.
La-Maksûde İlla Hû!
Ekrem Demirli