Yoksulluk, yetimlik ve yolunu şaşırmak

Yayınlanma Tarihi: 17.01.2020 13:38 Güncelleme Tarihi: 17.01.2020 13:45

Seni yetim buldu, barındırdı, yoksul buldu zengin eyledi, yolunu şaşırmış buldu doğru yola ulaştırdı.

Duha Suresi

Duha suresi nazil olduğunda ayet-i kerimede beyan edilen duruma muhatap olabilecek başka bir Müslüman yoktu. Bu nedenle ayet-i kerimede geçen 'sen' zamirini Hz. Peygamber'e irca etmekten daha makul bir yorum olmazdı. Onun hayat hikayesi de anlatılanlara birebir uyuyordu: Bir yetim olarak doğdu; babası Abdullah o doğmadan iki ay önce vefat etmişti. Altı yaşına gelince annesi Amine vefat etti. Bu itibarla hem baba hem anne cihetinden öksüz kaldı. İslam kaynaklarında Hz. Peygamber'in yetimliği ele alınırken annesinin ölümünden sonra dedesi Abdulmuttalib'in onu himaye ettiğine özenle vurgu yapılır. Sekiz yaşında dedesi de vefat edince Hz. Peygamber'i Ebu Talib himaye etti. Bir keresinde Hz Peygamber ticaret için Şam'a gidecek olan Ebu Talib'e 'Amca beni kime bırakıp gidiyorsun?' diye serzenişte bulunmuştu. Bu serzeniş karşısında amca yeğenini alarak Şam'a götürmüştü. Meşhur rahip Bahire ile karşılaşma hadisesi orada gerçekleşmişti (hikayenin büyük kısmı sonraki kaynaklarca kurgulanmış olmalıdır). Velhasıl Hz. Peygamber hayatının farklı dönemlerinde dede ve amca tarafından himaye edilmişti. En nihayetinde kabilesinin himayesinde yaşayarak 'yetim' olmanın yol açabileceği bilumum sıkıntılardan korunmuştu. Hz. Peygamber bir sözünde kabile himayesine atıf yaparken Lut (as.) 'Keşke beni himaye eden biri olaydı' dediğini aktarır. Bu duanın ardından Allah peygamberlerini kabile himayesinde göndermiştir.

Demek ki ayet-i kerimenin lafzi yorumunda 'seni yetim buldu, önce deden-amcan, sonra akraban vesilesiyle himaye etti.' Ayet-i kerimenin devamında zikredilen hususlar da benzer şekilde yorumlanabilir: Hz. Peygamber fakir idi, Allah ona ticaret imkanı verdi, ticarette Hatice ile tanıştı, nispeten zengin sayılabilecek hanımla evlenerek fakirlikten zenginliğe ermiş oldu. Hz. Peygamber'in dalalette olması kelimenin hakiki anlamıyla kabul edebileceğimiz bir durum olamaz. Hz. Peygamber başta olmak üzere Mekke'de bir çok insan tevhit dini olan Hanifliği benimsemişti. Bu nedenle Hz. Peygamber hayatının hiçbir evresinde putperest değildi veya tevhide aykırı bir inancı olmamıştı.

"BEN FAKİRLİĞİMLE İFTİHAR EDERİM' VE 'DOST ALLAH'TIR'

Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle buyurdu: 'Benim fakirliğim iftiharımdır.' Hadis-i şerif Hz. Peygamber'in fakirlikten zenginliğe ermesiyle ilgili tarihsel anlatıyı bir ölçüde anlamsızlaştırıyor, başka bir hakikate dikkatimizi çekiyor: insan için fakirlik iftihar vesilesi olmalıdır. Bu yorumu takip eden sufiler fakirliği dini hayatın ana kavramı yaparak dikkatlerini yeryüzündeki var oluşumuzun anlamına çektiler. Fakirlik behemehal kurtulmamız gereken bir var oluş kazası ve kader tuzağı değil, riyazet ve mücahede ile ulaşmamız gereken bir insanlık ideali ve yüksek idrak halidir. Gerçekte insanın yeryüzündeki varlığı bir tür yoksullaşmadan ibaretti: Var olmak yoksullaşmak, yeryüzünde bulunmak da gerçek varlıktan ve zenginliğin iktiza ettiği hakiki anlamlardan perdelenmekle noksan kalmak demekti. Biz eksilerek var olduk, kesifleşerek görünür hale geldik. Müslüman düşünürler 'mümkün varlık' ve imkan tabirini kullandıklarında sufiler bundan fakir olmayı-kalmayı anladılar: fakir yani muhtaç olmak, var oluşumuzun asıl anlamı idi. Asıl olan ise tedbirle ve çareyle aşamayacağımız müşterek kaderimizdir. Bu itibarla fakirlik yani muhtaç ve noksan olmak, insanın aşabileceği bir arizi durum değildir. Peki bu durumda 'Seni zengin kıldı' demekti?

Müslüman ahlakçılar zenginliği fakirliği anlamada buldular. Fakirlik ve noksanlık hiçbir zaman ortadan kalkmayacak ise bu durum insanda iki hali meydana getirir: Birincisi insanın insana –ve nedenlere- muhtaç olması anlamsızdır. Hiçbirimiz zengin değiliz ve kimse ötekine gerçek bir şey bahşedemez; kula kulluk bir vehimdir. Bu durumda fakir olmayı anlamak istiğna ani'l-halk (insanlara muhtaç olmamak) anlamına gelerek insana hürriyet ihsan eder: istiğna insanı özgür kılan yegane şeydir. Bu durumda Allah'a muhtaç olmak ile insanlardan müstağni kalmak ahlakın ideali olarak hürriyetin çerçevesini belirler. Bu itibarla fakirlik bir insanlık durumudur: Allah sadece Peygamberi değil hepimizi fakir buldu, bize zenginliğin yolunu kendisine iltica olarak gösterdi. Allah peygamberini fakir buldu, sadece O'na muhtaç olduğunu göstermekle zengin eyledi. (Haddi zatında 'buldu' ifadesine dikkat çekmemiz lazımdır: Allah onu yetim veya fakir bulmadı, öyle yarattı.) O halde insanın zenginliği Allah, zenginliğin ondaki tezahürü ise kanaat ve rıza iken neticesi alemden ve insanlıktan özgürleşmektir. Bu itibarla aslî fakirliğimizin en nefis tezahürü 'dua' olabilir: Dua insanın kendine veya başka birine değil, Allah'a itimadı demektir.

Bu meyanda Allah Hz. Peygamber'i yetim yarattı. Hz. İsa ile Hz. Peygamber arasında bu noktada bir irtibat kurulabilir: Haddi zatında her ikisi de tevhidi bildirmek üzere gelmişti ve her ikisinin hayat öyküsü de doğal ve sosyal nedenselliği aşarak Allah'a teslimiyet üzere yaşamanın örneği idi. Birincisi babasız doğdu (fakat üzerindeki teolojik tartışmalar yetim olmanın iktiza ettiği metafizik durumu konuşmaya imkan vermedi), ikincisi ise bir babanın suyundan lakin yetim olarak doğdu. Yetim olmak yalnızlık ve bireyselliği anlamanın en kestirme yoludur. İnsanın yeryüzündeki yalnızlığı yetim kelimesiyle anlatılabilir; üstelik bunun değişmesi de mümkün değildir. Her insan yeryüzünün yetimidir, yalnız yaşar ve yapayalnız ölür. Hz. Peygamber'in yaşadığı hayat bize anlattığı tevhidin aynası idi. Tevhit sadece Allah'ın bir olduğunu bilmek demek değil, O'nun ezeli bir olması sebebiyle de var olan her şeyin biricik ve yalnız olduğunu idrak edebilmek demektir. Tevhidin en güç kısmı bu yalnızlık halini idraktir. Hz. Peygamber bize Allah ile yaşamayı öğretti: O'ndan geldiğini bilmek (ebeveyni ve nedenselliği paranteze alarak), O'nun rızkıyla yaşamak (emeği paranteze alarak), O'nunla konuşmak (insanlarla beraber olmayı paranteze alarak), O'nun huzurunda durmak, O'na yönelmek (kendi varlığını paranteze alarak), velhasıl tüm dikkatini O'na tahsis etmek yetim olmanın anlamı idi.

Yetim olmak bu anlamıyla -sufilerin yorumuyla - dürretü'l-yetim (benzersiz inci) olmaktı. Her ne olursa olsun her ne çaba gösterirsek gösterelim, insanın alemdeki durumu budur: benzersiz bir inci gibi var olduk, öyle yaşadık ve öyle öleceğiz. İnci ise ancak sahibinin elinde anlamını bulabilir. Bu nedenle Hz. Peygamber 'Dost Allah'tır' diyerek yetimin barınağını gösterdi.

Ekrem Demirli

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.