Her ismi güzel, her ismi a’zam Allah’ın adıyla
İster Allah deyin ister Rahman, hangisiyle dua ederseniz (edin), en güzel isimler O'nundur.
İsra, 110
Bir dili ötekine çevirmek bir bardak suyu öteki bardağa boşaltmaya benzer; su öteki bardağa mutlaka tükenerek aktarılır. Üstelik sadece çeviri mi böyledir? Hayır! Herhangi bir sözü aynı dili paylaştığımız bir insana söylerken içimizdeki meramı aktaramayız. Bu nedenle her konuşma sorunlar içerir, her çeviri eksik kalır, her iletişim başarısız kalır, bunda kuşku yok. Kuran-ı Kerim'de tefsir ve meallerinde de benzer durum ortaya çıkar: Fakat sadece çevirirken değil, onu okurken de Allah'ın muradı olan anlam zihnimize eksik ulaşır. Demek ki ilahi takdir böyledir: kelamın tenzili veya tenezzülü eksilerek zihnimize gelir. Biz bize ihsan edilen imkanla hakiki anlama terakki ederiz: anlama dereceleri arasındaki farklılık böyle ortaya çıkar. Tasavvuf ilahi kelamın anlam derecelerindeki terakkide 'ahlaklanma' ve kalbi arındırmanın sahici bir yöntem olduğunu kabul eden yegane disiplindir. Allah'ın söylediği anlama yaklaşmak ilahi ahlak ile ahlaklanmaya bağlıdır; hatta ahlaklanma olduğu kadar muradı anlamak mümkün olacaktır.
Bu açıklamaları bir ayet-i kerimenin mealinde ve oradan hareketle üretilen kavramlaştırmada ortaya çıkan sorunlara dikkat çekmek üzere yaptım: 'En güzel isimler O'nundur' mealindeki ayet-i kerimeden söz ediyorum. Bu ayet-i kerimeden türetilen 'esma-i hüsna' veya 'güzel isimler' ilahi isimlerin Müslüman hayatında kavramlaşmış halidir. Öteden beri ayet-i kerimenin metniyle mealinde seviye farkı olduğunu düşünürüm. Bu örnekte bir bardak su ötekine sadece eksilerek değil, heybetini ve cazibesini de yitirerek aktarılmışa benziyor! Bunu izah etmek üzere söyle düşünelim: 'En güzel isimler O'nundur' dediğimizde, isimleri kötü veya iyi diye tasnif edebileceğimiz ölçü nedir? Başka bir anlatımla iyi isimleri bildik de, kötü veya güzel olmayan isimler nelerdir? Galiba bu ayet-i kerime kelimenin hakiki anlamıyla dini metafiziğin kavramlarıyla ve tanımlarıyla idrak edebileceğimiz boyutlara sahiptir. Önce şu noktadan hareket edelim: İsim derken tam olarak neyi anlarız? İsim v-s-m kökünden gelen bir kelimedir; işaret, betimleme, alamet gibi anlamlar taşır (sime (işaret) veya sümüvv (yükseklik) ile ilişkili olduğu da söylenir). Her durumda isim bir şeyi ayrıştıran, bir şeyi belirgin kılan, onun hakkında bilgi veren kelime demektir. O zaman isimlerden söz ederken isimlerin konulduğu anlam veya varlıklardan söz ederiz. Varlık ismi önceler. Nitekim ilahi isimlerden söz ederken isimlerin ilahi zattaki kadim anlama verildiğini düşünerek sıfatların isimleri öncelemesini –izah edemeyeceğimiz bir önceleme- kabul ederiz. Bu itibarla isimler müsemmalarına verilen ayrıştırıcı kelimeler olarak Allah hakkındaki farklı bilgilerimizin kaynağı olurlar. Bizim dünyamızda Allah neye karşılık gelir sorusu isimlerde anlamını bulur. Metafizikçi düşünürler, ilahi isimlerin Allah ile alem arasındaki irtibatı temin eden şeyler olduğunu söyler; daha doğrusu bu irtibatın çok yönlü kısımlarına ilahi isimlerle işaret ederiz. Bu durumda ayet-i kerimede beyan edilen 'dua' Allah ile alem arasındaki tüm irtibat tarzlarını içeren en kapsamlı kelime olarak yorumlanabilir.
İlahi isimler bahsinde birinci bilgimizi budur: Allah ile alem irtibatı isimlerle temin edilir veya bu irtibat isimlerle gösterilir. İkincisi bahsi de ayet-i kerimeden öğreniyoruz: Bu isimler 'hüsna' yani iyi ve güzel isimlerdir. Meselenin en dikkat çekici yönü burasıdır: Geleneksel dini düşünce kavramlarıyla bakarsak bu tabirle Allah'ı tenzih etmemiz bizden istenmiş olabilir. Hayır ve kötü her şey bir şekilde Allah'tan gelse bile –kader inancı- Allah'ı kötü dediğimiz hadiselerin kaynağı olmaktan tenzih etmek gerekir. Ehl-i sünnet inancı bu düşüncenin boyutlarını tam olarak dile getirmedi. Zamanla bu gelenek dahilinde gelişen vahdet-i vücud anlayışı ise meseleyi en ileri noktaya taşıyarak ilahi isimler bahsini yeniden yorumladı. Gerçekte ilahi isimler meselesini bir metafizik konu haline getiren vahdet-i vücud geleneğiydi. Bu yoruma göre, ilahi isimler varlığa ve hakikate verilmiş isimlerdir. O zaman ilk soru şudur: Allah'tan başka isim sahibi olan var mıdır? Bir şeye isim verirken onun hakikatine itimat ederiz. İsimler varlıklar arasında bir temyiz bildiriyorsa varlığı taksim ettik demektir. Vahdet-i vücud geleneği bu taksimin arizî ve geçici olduğundan hareketle varlıkta hakikiliğe ve birliğe doğru intikal etmemizi ister. Bu durumda başka varlıklara verilen isimlerden zihnimizi arındırarak –ahlaklanma burada ortaya çıkar- tek hakikate ve tek isme doğru intikal ederiz. O varlık zat-ı ilahi, ismi de Allah ismidir.
Hakiki olan Allah'ın varlığı ise O'nun isimlerini nasıl niteleyeceğiz? O'nun her ismi güzeldir: güzel, iyi ve doğru anlamına geldiği gibi gerçek ve tam olan demektir. Allah'ın isimlerinin iyiliğinden ve güzelliğinden söz etmek, onların fiillerinde yeterli, gerçek ve tam olduklarından söz etmek de demektir. Bu nedenle müminler 'hasbünallah (Bize Allah yeterli)' derler: Böylece Allah'ın zatı hakkındaki bilgimizi isimlerine tatbik ederek ilahi isimlerde yetkinlik fikrine ulaşıyoruz. İkinci mesele ise alemde kötü denilen bir şeye kalmamıştır ki ona isim verelim. Bu durumda ayet-i kerimeyi bu geleneğin bakış açısıyla yorumlarsak şöyle bir hükme ulaşırız: Varlık O'nun olduğu için isimler O'na verilir; O'nun her ismi güzel ve her ismi iyidir.
Bayezid-i Bestami'ye 'Allah'ın ism-i a'zamı hangisidir?' diye sorulunca şöyle demiş: 'Siz a'zam (en büyük) olmayan ismini söyleyin ki ben de a'zam olanı söyleyeyim.'
Allah her ismi güzel, her ismi a'zam, yani büyük olan demektir.
Ekrem Demirli