Rahman Kur'an'ı Öğretti, Rahman Kur'an'a Öğretti
'Rahman Kur'an'ı öğretti' (Rahman, 1):
Rahman Kur'an'a öğretti
Büyük metafizikçi İbnü'l-Arabi Rahman suresindeki birinci ayet-i kerimeyi iki ayrı şekilde okuyarak dikkatimizi edilgen bir metin olarak kitaptan kurucu özne olarak kadim kitaba döndürür. Birinci okuma öteden beri aşina olduğumuz, hemen her müminin aklına yerleşmiş olan 'Rahman Kur'an'ı öğretti' şeklindeki okumadır. Bu anlamıyla ayet-i kerime, birçok başka yerde ve bağlamda örnekleri zikredildiği üzere, her şeyi bilen ve dilediklerine bilgi öğreten Hak ile O'nun karşısında sürekli 'ümmi', aciz ve noksan olarak yerleşen insan ilişkisini anlatır. Bu öğretim akla önce Allah'ın Adem'e öğrettiği ilahi isimleri getirir; daha doğrusu yorumlarından birisinin ilahi isimler olduğu ilk talimi hatırlatır. 'Allah Adem'e isimleri öğretti' denilince insanın cehaletten bilgiye intikaliyle birlikte emaneti üstlenmesi, öteki varlıklardan kıymetçe üstünlüğü gibi konular akla gelir. Adem'e öğretilen isimlerin anlamı üzerinde görüş ayrılıkları bulunsa bile, metafizikçiler için bahis mevzu olan isimler bellidir: Bunlar, alemin ve insanın varlığının gayesini teşkil eden (Hakk'ın bizim varlığımızla muradı) sonsuz hazinenin yani ilahi zat'ın isimleridir. Başka bir nedenle veya gayeyle varlığı açıklamak mümkün olmayacağına göre bu yorumu belirli ölçülerde makul saymak gerekir. Allah kendisine isimleri öğretmiş ise insanın dünya hayatında isimleri nereden ve hangi yolla öğrendiğinin bir önemi yok; her durumda herkesin ilk öğretmeni Allah olacaktır.
İbnü'l-Arabi 'varlık bir okul, ilahi isimler dersler, Allah ise öğretmendir' dediğinde tam olarak bu ayet-i kerime ile işaret edilen ezeli irtibata dikkatimizi çekmiş olur. Bu tabir, yani var olma sürecinde öğrenilen şeyin ilahi isimler olması meselesi her insanı Adem sayarak hayatın tümel gayesine onu ortak kılmak demektir. Dinin bir insanı yüceltebileceği en yüksek paye budur: Allah'ın talebesi olarak insan! Her insan hangi şekilde ve hangi bilinçle yaşarsa yaşasın talebedir, herkes öğreniyor, her bilgi Rahman ile aradaki bağdır, herkes Rahman'ın talebesidir, her bilgi doğrudan veya dolaylı Rahman'a giden bir yoldur. Bu durumda insan güç bela varlığını sürdürmeye çalıştığı yeryüzünde, doğumdan ölüme kadar talebe olarak yaşayacak, yaşam tecrübesi denilen şeyi gerçekte Hakka giden bir yol olarak telakki edecek, belki rüyadan uyandığında 'beşikten mezara kadar ilim öğrenmek' denilince neyin kast edildiğini tam olarak idrak edecektir.
Rahman Kur'an'ı Öğretti, Rahman Kur'an'a Öğretti
Rahman suresinde birinci ayet-i kerimede 'Rahman Kur'an'ı öğretti' denilir. İlk akla gelen şey, Allah'ın Hz. Peygamber'e, dolaylı olarak da insanlara Kur'an'ı öğretmiş olmasıdır. Ayet-i kerimeye böyle anlam verdiğimizde herhangi bir soru geride kalmaz. Bu durumda ister Kur'an-ı Kerim ister Adem'e öğretilen isimler olsun, Allah ve alem hakkındaki bilgimiz ilkesel olarak Allah'tan geliyor, bize öğreten bizzat Allah oluyor. Fakat akabinde gelen ayet-i kerime dikkatimizi biraz dağıtıyor, en azından arada süreklilik bulunduğunu düşünürsek ortaya bir sorun belki bir çelişki çıkıyor. İkinci ayet-i kerimede 'İnsanı yarattı, ona beyanı öğretti' denilir.
İbnü'l-Arabi'nin birinci ayet-i kerimeye verdiği ikinci anlam ise sorunu giderecek niteliktedir. Ona göre ayet-i kerimenin anlamı 'Rahman Kur'an'a öğretti' olabilir. Burada iki soru birden aklımıza geliyor: Birincisi Rahman Kur'an'a neyi öğretmiş olabilir, ikincisi ise Kur'an öğrenebilecek müdrikeye sahip midir ki ona bir şey öğretilsin? İbnü'l-Arabi bu soruları sormaz fakat yaptığı açıklamalardan onun düşüncesindeki ilahi kitap kavramını fark ederiz, bunu fark edince de soruları kendimiz cevaplayabiliriz. "Kur'an-ı Kerim Hakk'ın kadim sözüdür" cümlesini dikkatle tahlil ettiğimizde konu daha anlaşılır hale gelecektir. İbnü'l-Arabi buradan hareketle ilahi-kadim sözün bir özne olarak hareket ettiğini, kendine verilen bilgi ile hangi kalbe gireceğini, hangisine girmeyeceğini bildiğini, buna kendisinin karar verdiğini düşünür; gireceği seçen ilahi kitaptır.
Bu yorum alışılagelmiş bir yorum tarzı değildir, fakat en azından Ehl-i sünnet'in kadim kitap fikriyle arada bağ kurulabilir. İlahi kitabın kadim olmasını anlamak hiç de kolay bir iş değildir, bu nedenle 'kitaplara iman' sözün kadim olduğuna inanmayı da iktiza ederek bize meçhul kalır. Kadim kitap ne demektir ve kitap nasıl kadim olur sorusunu bir yana bırakarak, bilmemiz gereken en önemli hususa değinelim: Kitap kadim ise sıradan bir kitabın özellikleriyle ona bakılamaz, sıradan bir kitap gibi tasavvur edilemez. Herhangi bir kitap işin başından sonunda her zaman okuru-yazarı karşısında edilgen kalır, insan onu okumuşsa okunmuş, anlamışsa anlaşılmış sayılır. Kadim kitap öyle değildir. Kadim kitap özne olarak insana ulaşır, özne olarak hayatıyla ilişki kurar, iradeli varlık gibi hareket ederek kendini açar-kapatır, İbnü'l-Arabi'nin ifadesiyle 'hangi zihne gireceğini seçer.' Kadim kitabın insan ile ilişkisi Allah'ın onunla ilişkisi demektir.
Öte yandan kadim kitabın nazil olması olmuş bitmiş bir hadise olarak düşünülemez. Bu yönüyle nüzul, devam edegelen bir süreçtir ve ezelden hadiseler dünyasına doğru sürekli ve idrak edilemez bir akış olarak kalır. Bu itibarla dilde ortaya çıkan bir takım zorunlu çelişkilere takılmadan kadim ile hadis arasındaki tanımsız ama vaki ilişkilerde bunu anlamaya çalışmak gerekir. Sufiler buradan hareketle ilahi kitabın müminlerin kalplerine nazil oluşundan söz eder, bunu büyük nüzulün parçası veya delili kabul ederler. Mucizeler karşısında kerametler ne ise birinci nüzul (Hz. Peygamber'in kalbine) karşısında müminlerin kalplerine ilahi kelamın nüzulü odur. Kur'an her an nazil olur, ezelden ebede uzanan bir 'ip (urve-i vüska)' gibi Allah ile insanın irtibatını temin eder.
Ekrem Demirli