Tanrı insanı niçin kınar?
"Hiç kuşkusuz insan Rabbine karşı pek nankördür." (Adiyat, 6)
Kur'an-ı Kerim'de insanla ilgili ayet-i kerimeleri okurken dikkatimizi çekecek hususlardan birisi karamsar tespitler, kınamalar, ilahi sözün bütünüyle birlikte ilahi irade dikkate alındığında ise ortaya çıkan belirsizlik ve paradokstur. Bir çok ayet-i kerimede 'insan zalimdir, insan nankördür, insan acelecidir, insan zayıftır' vb. şeklindeki ifadelerle karşılaşırız. Buna mukabil Allah, Adem'i halife olarak tayin ve tespit etti, ona isimleri öğretti, emaneti tevdi etti gibi ayet-i kerimeler ise yüceltme ve şereflendirme anlamı taşır. O zaman birinci tür ayet-i kerimeler ile ötekiler arasında çelişkiden söz etmek, ayet-i kerimeleri yorumlarken nasıl bir istikamet takip edebileceğimizi tespitte güçlük ve belirsizlik olduğunu itiraf etmek gerekir. Belki de bütün ayet-i kerimelerde yorum güzergahı en belirsiz olan kısım insanı anlatan, insan hakkında hüküm veren ayet-i kerimelerdir. Tanrı insan hakkında nihai olarak ne demiştir? Bunu tespit etmek çok güç görünüyor.
İşin bu kısmı yani ortada ciddi bir belirsizlik bulunduğunu hesaba katarak insan konusunu temelli bir düşünce mevzusu haline getirmek yerine, söz konusu ayet-i kerimelere kısır bağlamlarda ve birbirinden kopuk anlamlar vermek yorum geleneğinin büyük bir ihmali olmuştur. Öte yandan bu anlamdaki ayet-i kerimeler ile insanlık tecrübesinde insanın şikayetlerini dile getiren 'karamsar' insan telakkisi uzlaştırılmış, ayet-i kerimeler olabildiğince karamsar ve kötüleyici bir istikamette yorumlanmıştır. Bu yorumlar karşısında şu soruyu sorma hakkı elde ederiz: Tanrı 'halife' olarak yarattığı insanı daha yaratmadan niçin kınasın, niçin kötülesin? Ayet-i kerimeleri ilahi muradı dikkate almadan yorumlamaya tabi tutarsak hakim anlatının insan hakkında karamsar ve umutsuz bir dil olacağı aşikardır. Hal böyle olunca Hristiyanlığın insan anlayışı, ilk günah, doğuştan gelen suçluluk, kötülük gibi kavramlar meşruiyet kazanır, dinin insan hakkındaki nihai hükmü haline gelir.
Metafizik Yorum:
Her şeyden önce bütün ayet-i kerimelerin anlaşılır olduğunu, bunların 'anlaşılma' amacıyla gönderildiğini dikkate alırsak, bütün yorumların çoğunlukla doğru veya doğruya yakın olması gerekir. Anlaşılmamış bir Kur'an'dan söz etmek, maksadı gerçekleşmemiş Tanrı'dan söz etmek demektir. Teolojik düşünce içerisinde böyle bir ihtimal imkan dahilinde kabul edilse bile, metafizikçiler bunu hesaba katmazlar. Onlara göre Tanrı bütün maksatları gerçekleşmiş en yüce varlıktır. 'Allah işinde galiptir' bu demektir. Bununla birlikte anlama derecelerini hesaba kattığımızda, anlamanın bir süreç şeklinde ortaya çıkabileceğini de kabul edebiliriz.
Bu itibarla ayet-i kerimeler çeşitli seviyelerde okunabilir: Birinci seviyede ayet-i kerime ahlaki ve dini bir 'norm' ve hüküm taşıyor diye okunabilir. Allah zekat vermekten veya başka bir emirden söz ederken 'anlaşılan' bir hükümden söz ediyor olmalıdır. Bunun ardında başka bir anlam aramak birinciyi değersizleştirme amacı taşımamalıdır. Buna mukabil insanla ilgili ayet-i kerimeler örneğinde olduğu üzere bazı ayetlerde ikinci bir yorum tarzına ihtiyacımız vardır. Öncelikle önceki yorum tarzında olduğu gibi ayet-i kerimeye sözlük anlamın belirlediği şekilde anlam vermek mümkündür. 'İnsan nankördür' denilince, biz insanı kötüleyen belki uyarıcı bir ifade şeklinde ayeti okuyabiliriz. Günlük dilde bir insana nankör dediğimizde kötü bir eylem ve nitelikten söz etmiş, ondan beklenilen ahlaki tutumu yerine getirmediğini beyan etmiş oluruz. Nankörlük yapılması gereken işi yapmamak özellikle de iyiliği takdir etmemek demektir. Lakin Tanrı'nın insan hakkında bu ve benzeri sözleri başka bir anlamla kullandığını hesaba katmak gerekir. Bu ikinci seviyede ayet-i kerime herhangi bir şekilde ahlaki ve dini muhteva taşımaksızın 'salt nitelik (Konevi'nin tabiriyle heyulaniyyu'l-vasf, yani niteliksiz)' olarak veya nötr bir halde okunabilir. Bu itibarla insanın yaratılış niteliğinden söz etmek, ahlaki bir eylemden veya yargılayıcı bir tespitten söz etmek değil, bir durum ve vaka olarak insandan söz etmek demek olacaktır. Böyle bir durumda söz konusu davranışı insan için en çok yaratılış özelliği veya insanın bütün ilişkilerinde ortaya çıkan sorumluluk dışı 'zaaf ve imkan' olarak kabul edilir.
İslam öncesindeki dinlerin insandan ve yaratılıştan söz eden metinleri okuma tarzı ile İslam'ın bu nasları okuması arasındaki temel fark burada tebellür eder: Başta Hristiyanlık olmak üzere, önceki dinler ve gelenekler, ilahi sözleri bir durum tespiti veya 'zaaf-imkan' şeklinde düşünmek yerine norm ve hüküm anlamıyla sınırlayarak metafizik düşünmeye alan açmadılar. Hal böyle olunca din ile düşünce, Tanrı ile insan arasında sürekli tezat yerleştirmiş, insanın taşıyamayacağı bir yükü onun sırtına yüklemiş oldular. Müslüman geleneğinde vaizlerin ve bazı yorumcuların insan karşıtlığı üzerine kurulu söyleminin beslendiği yer de aynı yaklaşımdır. Bu yük insanın üstlendiği ilahi emanet gibi belki ondan daha ağır bir yük haline gelerek din ile insan arasına aşılmaz engeller koymuştur. Müslüman düşüncedeki hakim gelenek ise metafizik düşünmeye imkan açarak düşünceyi 'norm' ve yargı bulunmayan bir alandan başlatmış, zihne sahici bir alan açabilmiş, düşünmenin sahici ve gerçek bir eylem olmasına imkan tanımıştır. Binaenaleyh söz konusu ayet-i kerimeler ahlaki ve dini bir hüküm taşımaksızın okunduğunda işin mahiyeti büsbütün değişecektir. Mesela insan 'rabbine karşı nankördür' ayet-i kerimesini 'Allah Adem'i kendi suretinde yarattı' hadis-i şerifi ışığında yorumladığımızda 'nankörlük' anlam değiştirir. Birinci seviyede ahlaki anlam taşıyarak insanı uyaran ayet-i kerime ikinci seviyede Tanrı'nın insana olan ihsanının gizliliğine dikkatimizi çekerek başka bir noktaya bakmamızı sağlar. İnsan için ahlak ancak gizli yapılan, muhatabını görünürde 'nankör' bırakacak derecede gizliliğe riayet edilen ahlak olabilir. Başa kakılan bir ahlak, insanı sürekli teşekkür ve minnet duygusuna iten bir ahlak, 'erdem' olarak kabul edilemez. O zaman böyle bir ayet-i kerime insan için kınama olmaktan çıkarak Tanrı hakkında bir övgüye dönüşür, insan için ise örnek davranışın kaynağı olur. Öte yandan 'nankörlük' yani yapılan iyiliğe karşı biganelik, ilahi bir nitelik olarak kabul dilince, istiğna ile eş anlama gelir. Bu yorumda günlük dilde nankörlük dediğimiz şey, metafizik dilde 'istiğna' haline gelir ve insan özgürlüğünün vaz geçilmez ilkelerinden birisine dönüşür. O halde insan için 'nankörlük', tenezzül etmemek, istiğna, bırakabilmek, yüz çevirebilmek demektir ve bunlar insana bahş edilmiş ilahi huylardır.
Ekrem Demirli