'Rabbim dilimdeki ukdeyi çöz, sözümü anlasınlar.' (Taha, 28)
"Dilimde bir ukde var, sözlerim anlaşılmıyor.' Herhalde her birimizin en çok şikayet etiği şey, söylediklerimizin anlaşılmamış olması, daha doğrusu meram ile söz arasındaki çelişkidir. 'Beni yanlış anladın' veya 'kendimi ifade edemedim' diye başlayan cümleler, dilin yetersizliğine mi, dinleyenin idrak sorununa mı, yoksa insanın kendisiyle irtibat kurmadaki başarısızlığına mı işaret eder? Belki de hepsine işaret eder bu durum. Her halükarda ortada bir ifade ve iletişim sorunu vardır. Dil ile meram arasında her zaman bir boşluk kalacak, meram vücut buldukça içimizdeki sanki saklanmış gibi olacak, sözler bize yabancılaşacak. Gerçekte sorun dil ve ifade yetersizliğiyle ilgili değildir, sorun içimiz ile dış arasındaki yabancılık sorunudur.
Hz. Musa'nın dilindeki ukde neydi acaba? Rivayetlere bakacak olursak, çocukken Firavun tarafından sınanması esnasında dilinin yanması Musa'nın dilindeki ukde idi. Firavun bebek Musa'nın sürekli saçını sakalını çekiştirmesinden işkillenerek 'bu çocukta bana karşı bir düşmanlık var' diye kurmuş, karısı ise 'o bir sabi, nereden bilecek iyi ile kötüyü' diyerek Musa'yı ölümden kurtarmıştı. Böylece Musa biri kendi annesi, öteki ise Firavun'un karısı olmak üzere iki kere anneler vesilesiyle korunmuştu. Firavun çocuğu sınamak istemiş, altın ile ateşi ayrı tabaklara koyarak önüne getirmiş, hangisini almaya meylettiğini görmek istemişti. Musa elini altına uzatırken Cebrail kanadıyla eline vurmuş, elini ateşe yönlendirmiş, o da közü alarak ağzına götürmüş, dili yanmıştı. Musa'nın dilindeki ukde bunun sonucunda ortaya çıkan fiziksel bir sorun idi. Rivayet doğrudur yanlıştır bilemeyiz fakat Musa'nın dilinde sorun olduğunu biliyoruz; daha çok da Musa ile kavmi arasında bir irtibat meselesi olduğunu gayet iyi biliyoruz. Sigmund Freud Hz. Musa hakkındaki eserinde konuya farklı bir yaklaşım getirir: Musa'nın dilindeki rekaket onun başka bir kavimden olması veya farklı bir sosyal sınıftan gelmesiyle ilgilidir. Farklı sosyal sınıflardan gelmiş olmak, onunla kavmi arasındaki iletişimi imkansız kılıyordu. Harun ile Musa'nın ilişkisi burada ortaya çıkıyor, kavmin içinden gelen Harun yabancı Musa'nın yardımcısı oluyordu. Bu değerlendirmenin doğru olması muhtemeldir, daha doğrusu başka bir kavimden olmasa bile kavmi ile aynı sosyal şartlarda yaşamamış olması nedeniyle bir irtibat ve iletişim sorunu olduğu muhakkaktır.
Hz. Musa 'dilimdeki ukdeyi çöz' diye dua etti, sonra da Harun'u vezir olarak talep etti: 'Ukde' sorununu sadece Musa ile ilgili düşünmek zorunlu değil. Bu ifadenin bütün Müslümanlar için en yaygın dualardan birisi olması bunu gösteriyor, daha doğrusu içimizdeki ukdelere işaret ediyor. Her insanın içinde veya dilinde ukdeleri vardır, her insan anlaşılma sorunu yaşar, dilinin söylediği ile ukdenin perdelediği meramı arasındaki gerilim iletişimi güçleştirir.
Öncelikle 'ukde' dediğimiz şeyi birbiriyle irtibatlı iki merhalede düşünmek mümkündür: Birincisi tarihsel ve sosyolojik şartların ortaya çıkardığı tevarüs edilmiş tarihin yüküdür. Her insan böyle bir ukdeyi içinde yaşatır, bu ukdeler an içindeki hükümlerimizde baskın bir şekilde bulunurlar. Belirli bir durumda hareket ederken veya bir konuda konuşuyorken anlaşılmamış olmanın nedeni geçmiş ile an arasındaki bu sıkışmışlıktır. Bir şey söylüyoruz fakat içimizdeki ukde başka bir şeyi saklıyor, meram kendini tam olarak ele vermek istemiyor veya sözü yeterli bulmuyor. Meselenin ikinci kısmı psikolojik etmenler olarak kabul edilebilir. Her insan şu veya bu şekilde bu etmenlerin etkisi altında kalır, bunlar içe çıkma imkanı bulamadıkları ölçüde ukde haline gelerek bilinci etkilerler. Bu durumda içimizdeki gerçek duygular, haller 'ukde' ile baskılanmış bir şekilde konuşma ve meram çelişkisinin nedeni haline gelirler. Mevlana neyin sazlıktan kopa gelen yolculuğunu anlatırken 'herkesle oturdum kalktım kimse içimdekini bilemedi' diyerek meram ile dile çelişkisine dikkatimizi çekmişti. Bu yorumda ukde en nihai insanlık gerçeği olarak yüceltilirken neyin şikayeti bütün varlıklar için meşru ve geçerli bir durum haline gelir. Bu ukdenin nihai olarak çözülmesi veya insanın serapa anlaşılması mümkün olmayacaktır. Anlaşılmamak bir insanlık kaderi iken gerçekte şikayetlerin ve kaygıların nedeni de ukdelerle yaşamak olacaktır. İnsana rahatlık verebilecek yegane şey, ukde ile yaşamanın müşterek bir insanlık durumu olduğu gerçeğidir.
Musa'nın anlaşılma sorununa yol açan ukdelerden birisinin tarihin yükü olabileceği aşikardır. O da bir insan olarak asıl vatanından kopmuş, yaşadığı bir çok sürgün, yabancılık, misafirlik, ezeli sürgünün hatırlanması şeklinde tecelli etmişti. Sürgün onun kaderi idi: Musa, Mısır'dan çıkarak Eymen'e doğru yürürken ezeli sürgünü düşünmüş, insanın kaderini, ezeli yoksulluğunu ve yalnızlığını hatırlamış olmalıdır.
Musa'nın dilindeki ukde çözülmüş müdür? Dua ettiğine göre çözülmüş olmalıdır. Fakat onun ukdesinin çözülmüş olması anlaşılması için yeterli değildi. Esas ukde İsrail oğullarının, Firavun'un ve onun kavminin içinde bulunmaya devam edecekti. Bu ukdeler nedeniyle Musa onların ne dediklerini anlamayacak, onların kin ve nefret dolu tarihlerinin etkisi altında hareketlerine anlam vermeyecekti. Öncelikle kabilenin ukdesinden başlamak gerekir: Kabile onlara Allah'ı anlatacak birisini değil, ezikliklerini ortadan kaldırarak kendilerini galibiyete -Firavun gibi- getirecek bir kahraman bekliyordu. Musa ise onlara dünyevi iktidar bahşedecek bir kral değil, onların çözerek geçmişin yükünden ana taşımakla özgürleştirecek birisi idi. Bu nedenle Hz. Musa'nın ne dediğini anlamadılar. Firavun ise Musa'yı yaptığı iyiliklere nankörlük etmiş birisi olarak görmüş, içindeki ukdeyi çözememiş, Musa'nın ne dediğini anlamamıştı. En iyi yorumla onun bir sihirbaz olabileceğini düşünmüş, sonra da ülkesini elinden alacağını hesap ederek Musa gibi değil İsrail oğulları gibi 'ukdelerle' düşünmüştü.
Ez cümle herkes ukdelerle malul sözler söylemiş, ukdeleriyle ötekini dinlemiş, hiç kimse ötekini anlama imkanı bulamamıştı. Bunun sonucunda Firavun boğulmuş, Musa ise kavmini yıllar boyu tarihin yükünü unutmaları için 'avare' bir şekilde çöllerde gezdirmişti; belki ukdeleri çözülür de ne olduğunu anlarlar diye! Allah ise bütün zamanlar ve bütün insanlar için geçerli olmak üzere bu duayı bize talim etmiş oldu:
'Rabbim! Dilimdeki ukdeyi çöz ki ne dediğim anlaşılsın.'
Ekrem Demirli