İki denizin kesiştiği yer olarak insan
"Musa delikanlıya dedi ki, iki denizin kesiştiği yere kadar gideceğim veya bunun için onlarca sene yürürüm."
(Kehf, 60)
Bir peygamberden söz ederken zihnimizde nasıl bir tasavvur oluşmalıdır? Bir şehir veya cemaat kurarak insanlığı kurtaran birisi mi zalimlerle savaşan, mücadele ruhunu ayakta tutan birisi mi yoksa bütün bu süreçlerin ardında büyük bir arayışın temsilcisi mi? Sahi kimdir peygamber? Peygamber kıssalarının anlatımının genellikle onların toplumsal mücadelelerine odaklanması bir peygamberin kendi deruni hayatındaki arayışını, Allah'a yolculuğunu, daha özel anlamıyla sürekli bir şekilde seyr-ü sülukunun merhalelerini ikincilleştirir. Haddi zatında o toplumsal mücadeleyi sıradan bir mücadele olmaktan çıkartarak nesiller boyu bir örneğe döndüren ise ardındaki bu büyük arayış, bu sürekli merak, sürekli bir hayret haline sahip olmalarıdır. Hz. Musa'nın yanındaki delikanlı ile birlikte çıktığı yolculuğu düşünürken aklıma bu gelir: Bütün bu mücadelenin ardında gerçekte Hz. Musa 'mecmau'l-bahreyn'e (iki denizin kesiştiği yere)' varmak isteyen ve bunun için uzun ve meşakkatli bir yolculuk yapmaya niyetlenen bir 'arayış insanı' olarak temessül eder kıssada.
Hiç kuşkusuz Hz. Musa'da ortaya çıkan bu özellik ona mahsus değil, bütün peygamberlerin ortak özelliğiydi. Bu meyanda bir peygamberin görünenin perdelediği bireyselliğini temsil eden ruhi cihetiyle birlikte düşünülmesi dinin doğasını anlamak bakımından hayati öneme sahiptir. İlk peygamber Adem denilince akla ilk gelen, bir yasağı ihlal ederek insan olmanın anlamını ortaya çıkartan kişidir. Ağaca yaklaşmakla melek olmadığımızı veya olmayacağımızı fark ettik. İblis olmadığımızı ise Adem'in tövbesiyle öğrenmiş olduk. İnsan arzuları ile aklı-gönlü arasında gidip gelen tereddütlü varlık olarak meleklerden olduğu kadar İblisten ayrışarak 'berzah' varlık olarak kaderini üstlendi. Hz. Nuh insanlara uzun yıllar boyunca Tanrı'yı gördükleri ve dokundukları nesnelere benzemeyen yüce varlık olarak anlatmış, insanlar ise arzularıyla birleştirdikleri inancı savunmak için 'harici sesi' temsil eden daveti reddetmişlerdi. İbrahim Peygamber arzuların karşılığı olan kabile, aile alışkanlıklarını ve bilhassa yakın bağımlılıkları aşarak Allah'a yönelmiş kişinin örneğidir. Ondan sonra gelen peygamberler ile arasında süreklilik bağı tesis edilen ilk isim Hz. İbrahim'dir. Bu bakımdan her mümin aynı anda İbrahim dini üzeredir.
Hz. Musa'nın kim olduğu sorusunun cevabını sadece Firavun ile savaşmak, kavmini Mısır'dan çıkartmak gibi toplumsal mücadeleler üzerinden vermek dikkatimizi dağıtacaktır. Böyle bir yaklaşımla Hz. Musa daha çok bir kahraman -zafere ulaşamamış- gibi algılanır, herhangi bir toplum lideri gibi telakki edilir. Bir peygamber olarak 'Musa kimdir?' sorusuna bulabileceğimiz en iyi cevabı onun 'iki denizin kesiştiği yere' doğru olan yolculuğunda keşfedebiliriz. Ayet-i kerimede Allah Teala 'Musa gence dedi ki, ya iki denizin kesiştiği yere gideceğiz veya yıllarca yürüyeceğiz' diye buyurdu. Musa'nın kim olduğu sorusuna buradan hareketle cevap vermek mümkündür.
Kehf suresinde geçen ayet-i kerime Hz. Musa'nın Hz. Hızır ile karşılaşmasının başlangıcını anlatır. Hz. Musa yanındaki gence 'iki denizin kesiştiği yere' kadar gideceğini söyler ve bunun için gerekirse uzun yıllar yürümekten söz eder. Hikayenin ilerleyen kısmında mecmau'l-bahreyn yani iki denizin kesiştiği yer bir mekan olarak anılmış gibi duruyor. Bu bakımdan lafızcı bir okumayla kelimeden farzla bir anlam çıkartmak mümkün görünmüyor. Fakat başka bazı sorular üzerinden meseleyi daha dikkatli bir okuma yoluyla ele alabiliriz: Hz. Musa neyin peşindeydi, iki denizin kesiştiği yere gitmekle neyi kast ediyordu veya bunu nereden biliyordu? Daha da önemlisi bunun için uzun yıllar gitmekten neden söz etmiş idi? Rivayete göre Hz. Musa kendisinden daha bilgili bir kimsenin olduğunu duyunca onu tanımak amacıyla yola çıkmıştır. Fakat Hz. Musa mecmaul'l-bahreyn'e kadar yürümekten söz ederken 'gerekirse yıllarca gideceğiz' diyor. Bir insan yıllarca neyin peşine gidebilir veya 'benden daha bilgili kimdir?' sorusunun cevabı için niçin yola revan olur? Bu soru üzerinde düşününce menkıbenin anlattığından daha çık sakladığına dikkatimizi vermek mümkün olabilir. Genellikle menkıbeler ifşa etmek yerine gizler, anlatmak yerine saklarlar. Bu nedenle hikayeyi başka bir kavramla -gerekirse ayet-i kerimeyi sadece o kısımla sınırlı okuyarak- ele almak mümkün olabilir.
Mecmau'l-bahreyn metafizik gelenekte insanı tanımlamak için kullanılan kavramlardan birisidir. Daha doğrusu insan kimdir sorusuna cevap verilirken söylenen tabirlerden birisi 'iki denizin kesişim yeri' olmalıdır. Söz konusu iki deniz ilahi alem ile yaratılış alemi veya mülk ve melekut alemi olarak kabul edilebileceği kadar aynı zamanda bütün varlıklar arasında bir köprü olan insanın bu ezeli duruşunu da anlatabilir. Haddi zatında insan bir köprü varlık olarak alem ile Tanrı arasında bir irtibat teşkil ederken aynı zamanda varlıkların birbiriyle ilişkisinde de insan bir sınırı teşkil eder. Bunlar birbirine doğru akan fakat birbirine karışmayan iki deniz simgesiyle anlatılır. İnsan ise ikisinin karışmasını engelleyen sınır varlıktır. Bu bakımdan insan ayıran (fasıl), had (sınır) ve köprü anlamıyla iki denizin kesişim yeri olarak varlıktaki anlamını bulur. Daha doğrusu bütün varlıklar insan ile bireysel anlamlarını elde eder. Böyle bir kavramlaştırma sahih kabul edildiğinde Hz. Musa'nın söylediği sözün anlamını başka bir çerçevede ele almak mümkün olabilir: Buna göre Hz. Musa'nın 'yıllarca gitmek' pahasına varmak istediği yer, iki denizin birleştiği yer, yani mülk ile melekutun birbirine aktığı fakat bir engel nedeniyle birbirlerini ortadan kaldırmadığı nokta olmalıdır. Kaldırmıyor çünkü arada berzah veya engel var. O engel ise alemin varlık nedeni olan insanın varlığıdır. Hz. Musa buraya gitmek, yani bunu idrak etmek, insanın kim olduğunu bilmek, insanı tam olarak tanımaktan söz etmek üzere yola çıkıyor. Bu yolculuk bir yere değil, insanın kendine doğru bir yolculuğu olmalıdır. Bu durumda biz bu ayet-i kerimeyi 'Bana kendini göster, sana bakayım' ayet-i kerimesinde dile gelen en büyük insanlık ideali ile (Tanrı'yı görmek) insanın kendini tanıması arasındaki bağı aynı düzlemde ve aynı gerçeklikte idrak etmiş oluruz. Tanrı'yı görmek, insanın 'iki denizin kesiştiği yere varmasıyla aynı anlama gelir veya ancak oraya varanlar böyle bir talepte bulunabilir. Çünkü Tanrı'yı görmeye giden yol insanın kendini tanıması yoludur.
'Kendini bilen rabbini bildi/gördü.'
Ekrem Demirli