İbrahim Peygamberin Tanrı ‘Arayışı’: Akıl, İstidlal ve İnayet
"İbrahim yıldızlara baktı ve ben hastayım dedi." (Saffat, 88-89).
İnsan hasta olduğunu anlamak üzere niçin göksel cisimlere baksın? "İbrahim yıldızlara nazar etti ve ben hastayım dedi" mealindeki âyet-i kerîmeyi okuyunca aklıma gelen ilk soru budur: Bir insanın hasta olmasıyla yıldızlar arasında nasıl bir irtibat olabilir ki İbrahim Peygamber 'tabibe' gitmek yerine böyle bir söz söylemiş olsun? Bu âyet-i kerîme Hz. İbrahim'in göksel cisimlerle ilgili öteki sözlerine göre daha az bilineni olabilir. Bu meyanda Hz. İbrahim'in gökyüzündeki cisimlerle ilgili sözleri Kur'ân-ı Kerîm'de özel bir kıssada anlatılır. Söz konusu kıssa birçok vesileyle yorumlanan, günümüzde ise Tanrı'nın varlığını 'salt akıl' ve düşünme yoluyla kanıtlamanın delili olarak yorumlanan kıssadır. Tanrı'yı akıl ve delil ile arayan İbrahim (yaşını bilmediğimiz bir dönemde ve bilemediğimiz bir süreç içinde) doğaya, daha çok da gökyüzüne 'bakarak' (burada görmek anlamındaki ra'a-rü'yet kelimesi kullanılmış olsa bile kelimeyi 'nazar' yani derin düşünmek anlamında da kullanabiliriz) rabbi olabilecek nesneleri sıralı bir şekilde tahlil eder. Önce Tanrı'nın yıldız olabileceğini söylerken yıldızın kaybolmasıyla birlikte onun rabbi olmayacağını anlar ve bu kez parlak ayın rabbi olabileceğini söyler. Ay da yıldız gibi batınca İbrahim onun da rabbi olamayacağını belirtir. Burada kullanılan tabir "Ben batanları sevmem" ifadesidir ki bunun üzerinde belki başka vesileyle daha dikkatle durmak gerekir. Akabinde güneş için "Bu benim rabbimdir" der. Güneş de batınca "Rabbim beni hidayete erdirmezse dalâlette kalırım" anlamında bir söz söyleyerek nazarî inceleme ve arayıştan inâyeti bekleme haline intikal eder, belki de terakki eder.
Doğrusu hikâye Kur'ân-ı Kerîm'deki hikâyeler arasında yorumlanması yüksek dikkat gerektiren en ince hikâyelerden biridir. Hikâyeyi değerlendirebileceğimiz bağlamı tespit etmek sadedinde, Hz. İbrahim'in daha az bilinen ikinci sözüne dönebiliriz. Bu söz ilâhî kelamda "Ve İbrahim yıldızlara bir nazar etti ve dedi ki ben hastayım" (Sâffât, 88-89) şeklinde dile getirilir. Tefsirler bu sözü yorumlarken aralarında yalan, en azından takiyenin de bulunabileceği birçok ihtimalden söz ederler. Vakıa İbrahim Peygamber'in gerçek olmayan bir söz beyan ederek kendini putlara ibadete davet eden insanların şerrinden korumak üzere bir tedbire başvurması nübüvvetle bağdaşmaz. Bu nedenle burada 'yalan' ihtimalini hatta takiyeyi yorum alanından çıkartmak gerekir. Hikâyenin daha farklı bir şekilde ele alınması imkân dahilinde görünüyor. Bu meyanda ana kıssayı dikkate alarak Hz. İbrahim'in sözleri için genel bir çerçeve aramak görece bizi daha makul ve doğru bir neticeye yaklaştırabilir.
Önce âyet-i kerîmelerde beyan edilen sözlerin insanlık düşüncesindeki karşılıklarını ve izdüşümlerini dikkate almak gerekir: İnsanlık tarihinde göksel cisimler ile Tanrı arasında nasıl bir ilişki kurulmuştur? Kadim toplumlarda gökyüzü genellikle inancın ve ahlakın kaynağı kabul edilirdi. Zayıf ve çaresiz insanın 'oluş ve bozuluş' aleminde hapsolmuş hayatın kurtuluş ufku olarak gökyüzünü bulmuş, oranın daha mükemmel ve gerçek var oluş düzeni olduğuna inanarak göksel cisimlerin yeryüzüyle ilişkisinde dini ve ahlakın ilkelerini bulmuştur. Bu yaklaşım onların bütün âlemin nihai ilkesi olan bir tanrı olarak kabul edildikleri anlamına gelmez. Gökyüzü cisimleri 'ikincil tanrılar' olarak Yüce Tanrı ile dünya arasındaki ara bölgeyi (vasıtalar) teşkil eder. Bu bağlamda ikinciller yeryüzünün sebepleri, yeryüzündeki hadiseleri belirleyen rabler, insanın ve bütün tikellerin varlığını yönlendiren 'vasıta tanrılardır.' İnsan onlara 'bakarak' dünya hayatındaki gidişatını bir istikamete yerleştirebilir. Hal böyle olunca 'aşağı âlemdeki' yazgı burada çizilir, hastalık ve sağlığa ikincil yaratıcılar karar verir -veya vermiştir (ki karamsar evren telakkilerinde böyledir)-, bolluk ve zenginlik bu cisimlerce takdir edilir.
Yeryüzündeki paganlık, gerçekte göksel dindarlık anlayışının popüler hale gelmiş tarzıdır. Başka bir anlatımla putperestlik, göksel kaynaklı bir din ve ahlak anlayışının muhayyile gücüyle basitleştirilmiş tarzından ibarettir. Meselenin ikinci yönü ise göksel inancın ortaya çıkardığı sınıfsal ve seçkin yapıların varlığıdır. Gökyüzü ile yeryüzü arasında irtibat kuran varlıkların cinler, cinlerle ilişkili olanların ise kâhinler olduğu kabul edilince, insanlar arasında seçkin bir zümrenin ortaya çıkışı izah edilebilir. Binaenaleyh, göksel putperestlik toplumsal sınıflaşmanın nedenidir ve bu anlayış dahilinde insanlar 'tanrı insanlar' ile 'insan hayvanlar' şeklinde taksim edilerek gerçek amacına ulaşır. Bu inanç ve anlatımlar -Fârâbî'nin tabiriyle bozuk felsefe veya mitoloji- görece bilimsel düşüncede yorumlanmış, 'burhânî' düşünceye dönüştürülmüş, göklerle ilgili bilimler olan matematik, musiki ve gök bilimleri metafiziğe hazırlayıcı bilimler kabul edilmişti.
Dinde tevhidin temel mesele olarak ortaya konmasıyla birlikte bütün âlem, gökyüzü ve yeryüzüyle beraber aynı ilke ekseninde toplanmış, hepsi yaratılmış ve âciz varlık sınıfına dahil edilmiş, göksel imtiyaz silinmiş, hepsinden önemlisi insan bütün âlemin varlık sebebi sayılarak gökyüzü insana âmâde kılınmıştır. O zaman İbrahim Peygamber'in göksel varlıklar hakkında dile gelen akıl yürütmesini bu istikamette kabul ederek 'göklerin yetersizliği' şeklinde düşünmemiz gerekir. İbrahim Peygamber'in Tanrı'yı arayan bir 'ateist' gibi istidlal etmesi ve zihinsel imkânlarıyla Tanrı araması akla ve dinin ruhuna uygun düşmüyor. İbrahim Peygamber bu göksel sistemin yetersizliğini anlatarak 'batan-kaybolan' yani yetersiz ve âciz kalan gökyüzü (doğa ve matematik bilimleri) tespitiyle göksel inançların ve sınıfsal yapının zeminini yıkmak üzere konuşmuş olmalıdır. "Yıldızlara baktı ve ben hastayım dedi" âyet-i kerîmesinin de yorumlanabileceği bağlam burada ortaya çıkıyor: "Baktı" tabirini 'derin düşünmek', nazârî yolla incelemek gibi yüksek tefekkür içinde mütalaa etmek uygun olabilir. O zaman yıldızlar üzerinde derince düşününce "Ben hastayım" yani kendi akıl ve zihin imkânlarımla Tanrı hakkında nihai bir fikre ulaşmaktan âcizim diyerek İbrahim Peygamber delilin imkânlarını değil, aklın sınırlılıklarını göstermekle dini, ilâhî inâyete irca etmiş olmalıdır. Binaenaleyh, İbrahim Peygamber Tanrı'yı ararken akılla istidlal eden bir insan değil, aklın yetersizliğini gösteren bir istidlal ile 'inâyeti beklemeyi' getiren düşünmeyi temsil etmektedir. Bu yaklaşım daha sonra Müslüman düşünürlerce -mesela Gazâlî tarafından- dile getirilen "Bizi ancak ilâhî inâyet kurtarabilir" şeklindeki düşüncenin kaynağıdır. Tanrı hidayet etmedikçe insan gökyüzü veya yıldızları araştırmak, onlar üzerinde derin bir nazariyatta bulunmak, kısaca nazârî/teorik düşünmenin imkânlarıyla hakikate ulaşmaktan âciz kalacaktır.
Ekrem Demirli