Cevdet Kudret'in sıkıntılı yaşamı
Türk Edebiyatı’nda genellikle araştırmacı, eleştirmen, edebiyat tarihçisi ve denemeci yönleriyle bilinen Cevdet Kudret, adını ilk kez Yedi Meşaleciler ile duyurdu. 'Abdurrahman Nisari' ve 'Suat Hizarcı' gibi takma adlarla, edebiyat tarihimizin önemli adları ve yapıtları üzerine başarılı ders kitapları hazırladı. Küçük azınlığın keyifli yaşamına değil; büyük çoğunluğun sıkıntılı yaşayışına aday olan yazar Cevdet Kudret’i ölüm yıldönümünde rahmetle anıyoruz…
CEVDET KUDRET KİMDİR?
Türk edebiyatında adını ilk kez "Yedi Meşale" grubunda duyuran Cevdet Kudret, 1907 yılında İstanbul'da yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Asıl adı Süleyman Cevdet'tir. Kendi deyimiyle "küçük bir azınlığın keyifli yaşamına değil, büyük bir çoğunluğun sıkıntılı yaşayışına aday olarak" dünyaya gelmiş ve bu sıkıntı ömrü boyunca sürmüştür.
Cevdet Kudret, dokuz yaşındayken babasını Musul Savaşı'nda kaybetti. Annesinin gayretiyle okudu. İstanbul Darülfünunu Hukuk Fakültesini bitirdi. Ankara Devlet Konservatuarında diksiyon ve edebiyat öğretmenliği, Ankara Erkek Lisesi ve Atatürk Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği, Yayın Müdürlüğü emrinde İnönü Ansiklopedisi'nde edebiyat sekreteri olarak çalıştı.
DP iktidarı döneminde Bitlis Ortaokulu'na Türkçe öğretmeni olarak atanınca istifa etti. Kısa bir süre İstanbul ve Ankara'da avukatlık yaptı. Türk Dil Kurumu'nda redaktör, Bilgi Yayınevi'nde danışman olarak çalıştı. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Basın Yayın Yüksek Okulu'nda öğretim görevlisi olarak ders verdi. Yazın yaşamına Servet-i Fünun dergisinde şiirle başladı. Aynı dergide çalışan yedi genç yazar bir araya gelerek o güne dek yazdıklarını Yedi Meşale adında bir kitapta topladılar. Grup, bundan sonra Yedi Meşaleciler olarak anıldı. Daha sonra çıkardıkları Meşale dergisini sekiz sayı sürdürebildiler. Dergi, yeni alfabeye geçiş dönemindeki zorluklar nedeniyle kapandı.
Cevdet Kudret, yaşamı boyunca içinde bulunduğu 'yoksulluk' halini kurgularken, yaşamından hareket ederek Türkiye'nin bir döneminin panoramasını da verir. Fakat onu farklı kılan en önemli özelliği, Türk edebiyatında uzun süre hüküm süren sosyal gerçekçi sanat anlayışında görüldüğü gibi, yoksulluk meselesini bir ideolojiye angaje etmemesidir. Onun öykülerinde yoksulluk tamamen insani, vicdani yönleri ve düzenle ilişkisi açısından kurgulanır.
TOPLUMUN MUTSUZ ÇOĞUNLUĞUNUN ÜZERİNE ÖYKÜLER
Cevdet Kudret, çeşitli dergilerde ve farklı tarihlerde yayımladığı öykülerini Sokak'ta topladı. Sokak'taki on iki öyküden ilk altısını Eğlencelik başlığı altında toplamıştır ve gülmece unsuru ön plandadır. İkinci kısımda ise yine altı öykü yer alır ve bunlar da Ağlancalık başlığı altında sıralanır. Öykülerde daha çok toplumun mutsuz çoğunluğunun üzerine çökmüş olan yoksulluk, özellikle kent yoksulluğu anlatılır. Ölü Yemeği'nde anne ve çocukların açlık, beslenme, ısınma ve sağlık problemleri babanın ölümünden sonra büyük bir çıkmaza dönüşür. İlk zamanlarda ölü evine gönderilen yemeklerin teskin ediciliğiyle acıları hafifleyen anne ve çocuklar, aradan kısa bir süre geçtikten sonra beslenme sorunuyla baş başa kalırlar.
"Gülnaz Kadın, yattığı yerden çocuklarının nefeslerini dinliyor, bağırmamak için alt dudağını ısırıyor, kapalı kirpiklerinin arasından sızan gözyaşları şakaklarına doğru sessizce süzülüyordu. Dışarıda hayat gene eskisi gibi sürüp gitmekteydi. Birkaç gündür başka türlü yiyeceğe alışan ağızları Gülnaz Kadın'ın sade suya denecek kadar az yağlı patatesini yadırgadı ise de, buna alışmaktan başka yapacak yoktu. Evdeki hazır zahire bitene kadar, yani üç dört gün, pek aç kalmadılar; fakat yağ, un, patates gibi şeyler bitince zorluk başladı; bir iki gün de köşede bucakta ne buldularsa, iki baş soğan, birkaç diş sarımsak, dolabın köşesine dökülmüş beş on bakla içi, kuru fasulye vb. ile nefislerini körelttiler. Sonunda, evdeki bütün kapların sepetlerin, şişelerin, kutuların boşaldığı bir gün geldi çattı. O gün ilk defa hiçbir şey yemeden yaşadılar."
Kendi anlatımıyla;
"Ben biyografik romanla başladım işe. 1914'ten 1945'lere kadar getirdim. Birbirini tamamlayan, ayrıca her biri bağımsız bir cilt olan üç roman yazdım. Böylece Türk toplumundan otuz yıllık bir kesit vermek istedim. Hatta bu tarz romanlara -yazmadım, söylemedim ama- 'kesit roman' diye bir ad taktım kendi kendime. Uyguladığım roman tekniğinde kendimce yapmak istediğim şey şu: O zamana kadar olaylar tek kahramanın üzerine örülür, tek kahramanın serüveniyle roman biterdi. Ben ise asıl kahramanı Süleyman'ın çevresinde toplumun türlü kişilerini vermeye çalıştım. Bu fikri de Gogol'un ünlü romanı Ölü Canlar'da uyguladığı teknikten aldım. Bilirsiniz Ölü Canlar'da roman kişisi, çeşitli çevreleri dolaşır; başka başka kişiler verilir. Ben de o tekniği benimseyerek Türkiye'ye uyarlamaya, o verilerle çeşitli çevreleri vermeye çalıştım" (Aktaran: Kabacalı, 1983: 183). (Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cevdet Kudret'in Yaşamından Sokak'ına Türkiye'nin Sosyoekonomik ve Politik Hallerinin Yansımaları, Macit Balık…)
CEVDET KUDRET'İN ESERLERİ
Cevdet Kudret, bu dergide yayınlanan şiirlerini Birinci Perde adlı kitabında topladı. Daha sonraki şiirlerini İkinci Perde, Üçüncü Perde adları altında derlediyse de hiçbir zaman kitap halinde bastırmadı.
Bu arada oyun yazmaya da yöneldi. "Tersine Akan Nehir" (1929), "Rüya İçinde Rüya" (1930), "Kurtlar" (1933) adlı oyunları Darülbedayi'de sahnelendi. "Danyal ve Sara" adlı oyunu Varlık dergisinde (1938), Yaşayan Ölüler adlı oyunu Ağaç dergisinde (1936) tefrika edildi. "Cumartesi Çocuğu" adlı güldürü biçimindeki bir oyununu ise tamamlamadı.
Süleyman'ın Dünyası adı altında toplanan üç romanında, Sınıf Arkadaşları (1943), Havada Bulut Yok (1958), Karınca'yı Tanırsınız (1976) Türk toplumunun iki Dünya Savaşı arasındaki 30 yıllık toplumsal kesitini yansıttı.
1940'lı yıllarda yazdığı öykülerini Sokak (1974) adlı kitapta bir araya getirdi.
1950 sonrası, edebiyat tarihimizin ünlü isimleri ve eserleri üzerine tanıtım kitapları ve lise edebiyat kitapları yazdı. Bu kitapların çoğunu takma adlar altında yayınlamak zorunda kaldı. Giderek inceleme, araştırma, edebiyat tarihi türlerinde çalışmalara yönelen Cevdet Kudret'in, iki ciltlik Türk ve Batı Edebiyatı'ndan Seçme Parçalar (1980,1981), iki ciltlik Örneklerle Edebiyat Bilgileri (1980), üç ciltlik Türk Edebiyatı'nda Hikâye ve Roman (1965, 1967, 1990) incelemesi; üç ciltlik Karagöz (1968,1969), iki ciltlik Ortaoyunu (1973,1975) derleme ve incelemeleri önemli çalışmalar olarak nitelendirildi.
Ölümünden sonra iki kitabı daha yayımlandı. Bunlardan ilki, 15. yüzyıl ortalarına kadar getirdiği ancak ölümü ile yarım kalan Örneklerle Türk Edebiyatı Tarihi (1995), diğeri, inceleme-araştırma kitaplarının ön yazıları ve edebiyat üzerine bazı yazılarının gözden geçirilmiş hallerini bir arada topladığı Edebiyat Kapısı'dır (1997).
ÖDÜLLERİ
Dilleri Var Bizim Dile Benzemez (1966), Bir Bakıma (1977), Benim Oğlum Bina Okur (1983), Kalemin Ucu (1991) adlı deneme kitaplarında edebiyat ve Türk diliyle ilgili çeşitli konular üzerine düşüncelerini dile getirdiği yazılarını topladı.
Cevdet Kudret'e Ortaoyunu kitabı için Türk Dil Kurumu Bilim Ödülü (1974), Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman kitabı için Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü (1991) verildi. Ayrıca, Dil Derneği Türk Dili Onur Ödülü (1989) ile Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü'ne (1992) değer görüldü.
1952'den başlayarak önce 'Abdurrahman Nisari' ve 'Suat Hizarcı' gibi takma adlarla, sonra da kendi adıyla edebiyat tarihimizin önemli adları ve yapıtları üzerine tanıtma ve el kitapları ile başarılı, aranan ders kitapları hazırladı. 1974 –1986 yılları arasında Bodrum'da yaşayan yazar daha sonra yaşamını İstanbul'da sürdürdü. 10 Temmuz 1992'de burada öldü.
GOGOL'UN "BURUN"UNDAN CEVDET KUDRET'İN "KULAK"INA
Ukrayna'nın küçük bir köyünde dünyaya gelen Gogol, genç yaşta memur olmak için Petersburg'a gider ama bunu bir türlü başaramaz. Kısa süren yurtdışı macerasının ardından tekrar Petersburg'a gelerek ancak küçük bir memuriyet bulabilir. Gogol, bu sırada memurların küçük dünyasını yakından izleme fırsatı bulmuştur.
Gogol'un Burun adlı öyküsü, "O yıl Mart'ın 25'inde Petersburg'ta son derece garip bir olay oldu" cümlesiyle başlar. Berber İvan Yakovleviç erkenden kalktığı yatağından doğrulurken eşine kahve içmek istemediğini canının sıcak ekmekle soğan yemek istediğini söyler. Aslında canı her ikisini de istemektedir, ne ki karısının gazabından korktuğu için bir seçim yapmak durumunda kalmıştır. Berberin büyük bir ciddiyetle bıçakla ortadan ikiye böldüğü ekmeğin içinden bir insan burnu çıkıverir. "Gerçekten bir burundu. Üstelik ona hiç yabancı gelmeyen bir burun…"
Hikâyenin sonunda ise bu burun gibi hikâyenin yazarı olmaktan sıyrılır ve bir ironiyle bitirir hikâyeyi: "… bütün bunları aklım almıyor benim. Ama en garip, en anlaşılmaz şey bence, yazarlarımızın böyle konuları seçmesi… Bunu hiç, ama hiç anlamıyorum! Her şeyden önce, böyle bir yazı yurdumuz için tamamen yararsızdır. İkincisi de, her bakımdan yararsız… Öyleyse ne vardı bunda?.. Vallahi bunu ben de bilemiyorum."
CEVDET KUDRET'İN KULAK ÖYKÜSÜ
Cevdet Kudret, Kulak adını taşıyan öyküsünü 1946'da, yani Gogol'un Burun öyküsünü yazmasının üzerinden aşağı yukarı 110 yıl geçtikten sonra yazmıştır. Öykü, adeta ortasından başlanmış izlenimi verecek biçimde şu cümlelerle başlar: "İstanbul'a dönünce Maarif Nezareti'ne gitti. Hukuk Fakültesi'nde ceza asistanı olmak istiyordu." Ertuğrul'un işlemlerini yaparken annesinin İtalyan olduğunu fark eden Umum Müdürü, ondan devlet memurluğuna bir engel olmadığına dair Zaptiye Nezareti'nden yazı almasını ister. Talep dönüp dolaşıp siyasi şubeye gider. Ertuğrul, bürokrasinin dehlizlerine girmiştir bir kere. Siyasi şubede otoriter polis memuru tiplemesiyle karşı karşıya kalırız. "Şube müdürü iş başında çok sert, çok asık suratlı bir adamdı. Daha doğrusu, eskiden, yani küçük bir memurken öyle değildi de, şube müdürü olduktan sonra birdenbire değişmiş, en yakın masa arkadaşlarının bile tanıyamayacağı biri haline gelmişti. 'Söz geçirmek için asık suratlı olmak gerek' diye düşünüyordu."
Gogol'dan yaklaşık yüz yıl sonra dünyaya gelen Cevdet Kudret de, öğretmen olarak Anadolu'da çalışmış, kitaplarının bir kısmını takma isimlerle yazmak zorunda kalmıştır. Aynı zamanda avukatlık mesleğini de sürdüren Cevdet Kudret, bu sayede bürokratik işleyişi yakından tanıma olanağı bulmuştur. Cevdet Kudret'in Kulak öyküsünde de ince bir bürokrasi eleştirisinin yanı sıra memurların dünyasına ilişkin pek çok ayrıntıyı bulmak mümkündür. Burun ve Kulak'ın bir başka ortak noktası ise, öykülere ismini veren uzuvların öykü boyunca kazandıkları "kişiliktir." Bir başka deyişle; burun ve kulağın özneleşme süreci iki öykünün diğer bir ortak noktasıdır… (Gogol'un "Burun"undan Cevdet Kudret'in "Kulak"ına Memurluk Halleri, Tuncay Bilecen)
*Fotoğraflar "Cevdet Kudret Edebiyat Ödülleri" isimli sayfadan alınmıştır.