Bütün zamanların şairi: Yunus Emre
Anadolu’nun karanlık çağında “diken içinde açan güllerin en ihtişamlı; fakat bir o kadar da sade olanı Yunus’tur… Bu sade dervişin hayatı tam bir “masal güzelliği” taşır… Anadolu mutasavvıfı, Türkçe şiirin öncüsü ve halk şairi Yunus Emre'nin Allah ve insan sevgisini, dostluğu, kardeşliği, yardımlaşmayı öğütleyen İslam tasavvufundan kaynaklanan ve lirizmle beslediği şiirleri, yüzyılları aşarak günümüze kadar ulaştı.
Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş:
Okunu kör nefsin, kılıçla çelmiş...
Bizim Yunus,
Bizim Yunus....
Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş;
Ölüm dedikleri perdeyi delmiş....
Bizim Yunus,
Bizim Yunus....
N. FAZIL KISAKÜREK
BEKTAŞİ ANANESİ
" Yunus bu sözleri catar sanki balı yağa katar
Halkta metaların satar yükü gevherdir tuz değil"
Anadolu'da yetişen ilk büyük mutasavvıfların hemen hemen hepsini Hacı Bektaş Veli'nin müridi ve inananı şeklinde tanıtmak isteyen Bektaşi ananesinde, Yunus Emre hakkında yeter derecede bilgiye rastlanır. Bektaşi ananesine göre Hacı Bektaş Veli, Rum diyarına geldiği zaman, Seyyid Mahmud Hayrani,Celaleddin Rum,Hacı İbrahim Sultan gibi birtakım büyük mutasavvıflar arasında ,Emre adlı ''kuvvetli velayet sahibi'' bir şeyh vardı. Hacı Bektaş'ın daveti üzerine tüm Rum erenleri onun yanına geldikleri halde, bu şeyh edense davete icabet göstermedi. Diğer Rum erenleri onun gelmek istemediğini HACI Bektaş Veli'ye haber verdiler; o da daha önce Karaca Ahmed ile beraber yanına gelmiş olan İsmail ismindeki dervişini gönderip Emre'yi yanına çağırttı ve gelmemesindeki hikmeti sordu. Emre, perde arkasından çıkan bir elin kendisine nasip verdiğini ve hazır bulunduğu o erenler toplantısında Hacı Bektaş adlı kimseyi hiç görmediğini söyledi. Hacı Bektaş Veli, o elin bir işaret olup olmadığını sorunca, ayasında yeşil bir ben gördüğünü söyledi. O vakit Hacı Bektaş elini uzattı ve ayasındaki yeşil ben hayretle gören emre, kendisine evvelce el veren mürşidin karşısında bulunduğunu anlayınca, tamamen üç kere hayretle ''Taptuk padişahım''dedi ve ismi işte o zamansan başlayarak Taptuk Emre oldu.
YUNUS EMRE'Yİ HAZIRLAYAN ŞARTLARI
Mevlâna'dan ve ondan önce de İbni Arabî'den söz edilmelidir. Çünkü Yunus Emre'nin de savunucusu olduğu tevhid "birlik" fikrinin asıl mimarı Muhyiddin Arabî'dir. 1204 yılında Konya'ya gelen Muhyiddin Arabî, bir süre burada kalmış, ardından Malatya'ya geçmiş ve bu süre zarfında Vahdet-i Vücut anlayışının Anadolu'da yayılmasına ve benimsenmesinde etkili oldu. Bu fikri, şiir ve musikinin imkânlarıyla birlikte geniş bir tesir sahasına çıkaran isim olarak ise Mevlâna'yı görürüz.
HAYATI
Yunus Emre, 1240'ta doğdu. Sarıköylü'dür. İyi bir tahsil gördüğü şiirlerinden anlaşılmaktadır. Medrese tahsilinden sonra tasavvuf yoluna girdi. Tabduk Emre'ye mürit oldu. Anadolu'nun birçok illerini, Suriye'yi ve Azerbaycan'ı dolaştı. 1320 yılında 82 yaşında iken vefat etti. Mezarı Sarıköy'dedir. Abdülbaki GÖLPINARLI
Menkıbeyi bir tarafa bırakarak Yunus'un hayatını ve vasiyetini sırf tarihi bakımından incelediğimizde, eserlerinde kendi hayatına dair pek az birtakım mühim ima ve ifşalar mevcuttur. Yunus Emre yahut şiirlerinde ekseriya kullandığı gibi Kul Yunus, Âşık Yunus bir derviştir. Bazı hal tercümesi kitapları ölüm tarihini gülşen-i tevhid tekibin ifade ettiği gibi Hicri 843'e (1439-40) kadar çıkıyorlarsa da, gerek bu iddia gerek Şakayık sahibinin onu Yıldırım Bayezid devrinin şeyhleri sırasında göstermesi hiç de doğru değildir. Bektaşi ananesi bu hususta çok kuvvetli bir delildir: Eğer Yunus Emre, öyle iddia olunduğu gibi 843'te ölmüş yahut Yıldırım Bayezid'in ilk senelerine yetişmiş olsaydı, hemen bütün 14. Yüzyılın son yahut 15. Yüzyılın ilk senelerinde tespit edilen Bektaşi ananesine bu suretle girebilmesi için Yunus'un daha önceki zamana ait olması ve tarihi mahiyetinin o sırada az çok unutulmuş olması icap ederdi.
İkinci, bu ilk devirlerdeki şeyh ve âlimler hakkında, mesela Hacı Bektaş Veli hakkında pek doğru ve sağlam bilgi veren Âşık paşazade, Yunus Emre'yi Âşık Paşa, Ahi Ören gibi mutasavvıfarla aynı zamansa yaşamış ayarak, bunların Orhan Devrinin ileri gelenlerinden I. Murad zamanını da idrak eylediklerini yazar. Âşık Paşa ile çağdaş sayılan Yunus'un 843'te ölmesi daha mantıklıdır. Üçüncü olarak Âşık Paşa'nın birçok şiiri Yunus Emre'ye nazire olarak kaydedilmek suretiyle Yunus'un zaman ondan önce olduğu gösteriliyor. Dördüncü ise Hicri 842 veya 841 tarihlerinde Türklerin eline esir düşerek yirmi sene kadar Edirne, Bergama Bursa'da yaşadıktan sonra tekrar memleketine dönen Mulbahlı bir ecnebi, Yunus'un iki ilahisini Gotik harfler ile yazmış ve Latinceye tercüme etmiştir. Eğer Yunus Emre hakikaten 14. Ve 15 yüzyıllara ait bir kişi olsaydı, eserlerinin daha o zamanlardan bu derece yayılması mümkün olmazdı.
Yunus emre Sivrihisar civarında yahut Bolu mülhakatından Sakarya suyu civarındaki köylerinden birinde yetişmiş olan bir Türkmen köylüsüydü. Divan'ındaki eserlerinden anlaşıldığına göre, uzun müddet Hak yoluna erişmeye çalışmış, fakat bu emeline anca Tapduk Emre'ye mürit olduktan sonra muvaffak olabildi. Aşıkpaşazade'nin yanlış olarak Sultan Orhan ve şakayık sahibinin de Yıldırım Bayezid devrinin ileri gelenlerinden olmak üzere gösterdikleri bu adam, Bektaşi ananesinden de anlaşıldığına göre, Anadolu'da tanınmış şeyhlerden biriydi.
YUNUS'UN ÜMMİLİĞİ
"Ben gelmedim da'vî için benüm işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir gönüller yapmaya geldüm."
Yunus EMRE
Bugün elde bulunan bütün vesikalara göre, Yunus Emre'yi ümmi bir derviş saymak icap ediyor. Mutasavvıfların nazarında ilim ikiye ayrılır: Zahir ilmi veya şeriat ilmi, batın ilmi veya hakikat ilmi. Bunlardan ikincisine mutasavvıflar bilhassa irfan denir. İlmin birinci kısmının yan asıl ilmin vasıtası his ve akıl naklidir. Tasavvuf tarihi etki edecek olursa, ''ümmilik'' ile ün kazandıkları halde, yine irfan gösteren birçok büyük mutasavvıfa rastlanır ki, bu sayısız misal Yunus'un kendi nevinde bir müstesna olmadığını pekiyi ispata yeterlidir.
Bir manzumesinde
Yunus Emrem oldu fakir
Ecel öfkesini dokur
Gönül ktabından oku
Eline kalem almadı
Diye ümmiliğini öğünürcesine ifade ederken, bir diğer ilahisinde
Erenlerin sohbeti artırır marifeti
Cahilleti sohbetten her dem süresim gelür
Tarzlarında 'kal-ehli'ne karşı beslediği ümmilik gururunu böylece göstermiş oldu.
MEDFEN VE MAKAMI
"Gelin bir nazar eylen, n'oldu bu cihan içinde
Niceler toprak oldu, bu az zaman içinde"
Yunus EMRE
Öldüğü zaman ve yer hiç bilinmeyen Yunus Ere'nin mezarı hakkında da çok büyük bir anlaşmazlık vardır. İslam memleketlerinde yalnız Yunus gibi öldükleri yer belli olmayanlar değil, medfenleri pek belli olan büyük zatların bile çeşitle medfen veya makamları bulunur. Her yer halkı, çevrelerinde ruhaniyet ve kutsiyetinden yardım beklenilecek büyük mutasavvıfların bulunmasını istediklerinden dolayı, Doğu'da medfen ve makam ihtilaflarına pek çok rastlanmaktadır. Anadolu'da Yunus Emre'ye isnat edilen medfen ve makamlar başlıca şunlardır.
1.Bursa'da Çelebi Sultan Mehmed ile Emir Sultan arasındaki Şibli mahallesinde Abdürrezzak dergâhında Yunus Emre, Âşık Yunus ve Abdürrezzak adına üç mezar ve bir de kitabe mevcuttur.
2.Manisa vilayetinin Kula ve Salihli kazaları arasında Emre adlı yetmiş evli bir köyde kargir bir türbe vardır ki; türbenin içinde Tapduk Emre ile çocukları ve torunlarının, kapı eşiğinin önünde ise Âşık Yunus'un mezarı bulunur. Mezar taşlarının hiçbirinde yazı olmayıp, yalnız Yunus'un taşında ufak bir balta resmi kazılıdır.
3.Erzurum'a bir buçuk saat uzaklıkta bulunan Palandöken dağlarının eteğinde, doğudan Erzurum ovasına bakan Dutçu köyünde Tapduk Emre ile Yunus Emre'nin türbeleri vardır. Fakat Yunus'un o yerlere gidip yerleştiğine dair elimizde tarihi hiçbir kayıt bulunmadığı gibi, Tapduk Emre'nin de Sakarya havalisinde münzevi olarak yaşadığını bildiğimiz için bu makamı da Yunus'un hakiki medfeni saymak mümkün değildir.
4.Bursalı Şeyh İsmail Hakkı'nın rivayetine göre, Yunus Emre ile şeyhi Tapduk Emre'nin kabirleri bir kubbenin altındadır.
5.Son olarak Lamii Çelebi'nin tercümesine göre, Yunus'un Porsuk suyu'nun Sakarya'ya karıştığı yerde gömülü olduğu kabul etmek kalıyor ki, bu da tamamı ile gerçek olmamak ile birlikte diğer rivayetlere göre daha akla yakındır.
ŞÖHRETİ
Yunus Emre öldükten sonra, kendiyle çağdaş yahut kendisinden zaman bakımından önce diğer birtakım halk mutasavvıfları gibi az zamanda unutulup gitmedi. Aksine ünü bütün Anadolu ve Rumeli sahalarına yayılarak bütün halk sınıfları arasında yüzyıllarca yaşadı bu bakımdan, şüphesiz Türk dehasının temsilcilerinden sayabileceğimiz bu büyük halk şairinin edebiyatta nasıl yeni bir tarz yarattığını, daha doğrusu eski bir tarzı kendi şahsiyetiyle mecz etti.
Yunus'un şöhreti 15. Yüzyıldan başlayarak Âşık Paşa, Kaygusuz Baba gibi birtakım büyük ve kıymetli takipçiler bulan Yunus Emre'nin şöhreti bu ünlü mutasavvıflar arasında aynı kuvvetle sürdü.
Yunus'un mutasavvıflar arasındaki bu büyük ünü, ekseriyetle onların doğrudan doğruya tesiri altında kalan halk kitlesi arasında da 15. Yüzyıldan beri hiç eksilmemiştir. Türklerin milli zevkini okşayan birtakım sanat unsurlarını içine alması bakımından çok asli bir mahiyeti sayabileceğimiz Yunus'un eserleri, ihtiva ettiği geniş ve serbest tasavvuf felsefesi dolayısıyla Bektaşiler üzerinde çok büyük bir tesir yaptığı gibi Kızılbaş Türkmenler arasında da eskiden beri ehemmiyetle telakki olundu.
YUNUS'UN ESERLERİ
Yunus Emre eser bırakan sûfi şairlerdendir. Onun bugün için bilinen iki eseri vardır. Bunlardan "Risalet-el Nushiyye", Mesnevi nazım şekliyle yazılmış, manzum, didaktik, nasihatname tarzında bir eserdir. Toplam 563 134 beyittir. Başlangıç kısmında aruz ölçüsünün fâilâtün/fâilâtün/fûilün diğer bölümlerinde, mefâilün/mefailün/fâilün kalıplarını kullandı.
Eserin sonlarına doğru yer şu sözler yer alır:
"Söze tarih yedi yüz yidiydi
Yunus canı bu yolda yidiydi"
USTA ŞAİRİN DİVAN'INDA 400 CİVARINDA ŞİİR YER ALIYOR
Yunus'un hayat seyri içerisinde şiirler söylemeye başlaması imtihan sürecinin başka bir sonucudur. Neden Hacı Bektaş Dergâhı'nda kabul edildi? Sorusuna gelirsek tarikatlar, derviş adaylarının kişilik ve yeteneklerine göre eğitim veren kurumlardır. Çünkü insanların ruhsal yapıları birbirine benzemez. Turan Oflazoğlu, bu konuyla ilgili olarak "Hacı Bektaş'ın "senin kilidini açacak anahtar artık başkasındadır, diyerek Tabduk Emre'ye göndermesi ise Hacı Bektaş'ın Yunus'a Tabduk'u daha uygun bulduğunu gösterir." Bunu Sezai Karakoç'un Hacı Bektaş'ın Yunus'un şairlik ve şahsiyet yanını görerek böyle bir iradede bulunduğu şeklindeki yorumuyla birlikte düşündüğümüzde durum açıklık kazanmaktadır. Sonuç olarak Yunus, artık Tabduk kapısındadır. Olgunlaşma noktasında bütün eğitimlerden bir bir geçti. Şairlik kabiliyeti ve estetik düzeyi de zaten şeyhince bilinmeyen bir durum değildi. Burada menkıbede geçen "kilidinin açılması" ifadesi de çok manidardır. Kilit açılacak ve Yunus, söylemeye başlayacaktır. Bu süreç de yine menkıbelerde yer aldı.
"Aşkın aldı benden beni/Bana seni gerek seni/Ben yanarım dün ü günü/Bana seni gerek seni" gibi binlerce ölümsüz dizeye imza atan Yunus Emre'nin eserlerinde sanat kaygısı yerine din gayreti ve tasavvuf neşesinin hâkim olduğu görülür.
"RİSALET-EL NUSHİYYE" ADLI ESERİNDE 563 BEYİT YER ALIYOR
Ünlü şairin, Mesnevi nazım şekliyle manzum, didaktik, nasihatname tarzında yazdığı "Risalet-el Nushiyye" adlı eseri, 563 beyitten oluşuyor. Emre'nin başlangıç kısmında aruz ölçüsünün failatün/failatün/fuilün, diğer bölümlerinde mefailün/mefailün/failün kalıplarını kullandığı eser, bilge yönünü, tasavvuf kültürüne vukufiyetini ve onunla yakın temasını gösteriyor. Yazılış tarihinin 1307 olduğu sanılan eserde Divan'a göre Arapça, Farsça kelimeler bir hayli yer tuttu.
Şiirleri çeşitli coğrafyalarda dilden dile dolaşan şairin, "Divan" adlı önemli eseri ise Yunus Emre'nin şairlik gücünü yansıtıyor. Hece ve aruz ölçüsünün kullanıldığı Divan'da, mesnevi, gazel, musammat şeklindeki divan nazım biçimlerine de rastlandı.
Dili çözülüp şiirler söylemeye başladıktan sonra Yunus'u bekleyen sınav ise gurbettir. Menkıbelere ve şiirlerinden çıkan sonuca göre Yunus Emre de diğer sufîler gibi pek çok yeri gezdi. Çünkü seyahat, tasavvufta bu geleneğin vazgeçilmez ritüelleri arasındadır. Maksada ulaşmak için başvurulan yollardan birisidir. Bir dervişin gurbete gönderilmesinin bu gelenek içerisinde pek çok sebebi vardır. Bu durum tasavvuf kaynaklarında uzun uzun açıklanır.
Menkıbelerin dışında, Yunus'un yaptığı bu tür gezilerin ipuçlarına şiirlerinde de çokça rastlanır. Tabduk Emre Dergâhı'nda dili çözülüp şiirler söylemeye başladıktan sonra:
Bizim Yunus / Mustafa Özçelik
Gönül sana Bağdat yakın
Âlemlere divanesin
….
Vardığımız illere
Şol safa gönüllere
Halka Tabduk manâsın
Saçtık elhamdülillah
Bu tarz mısraları onun Anadolu'nun muhtelif şehirlerinde, Suriye, İran, Irak ve Azerbaycan muhitlerinde tasavvuf amaçlı geziler yaptığını göstermektedir.
BİR GÖNÜLE GİRMEK
"Gönül, gerçeğe ulaşmakta yol göstericidir. Akıl duygu bilgisinin; gönül irfanın kaynağıdır." Muammer YILMAZ
İnsan, insan olma manasını gönlünde taşır, maddi varlığıyla değil gönlüyle insan olur. Bu yüzden Yunus'un şiirlerinde gönüle çok önem verir. Çünkü gönül Hakk'ın tecellilerinin aynasıdır.
Gönül mü yeğ Kabe mi yeğ
Ayıt bana aklı eren
Gönül yeğdürür zirâ kim
Gönüldedir dost durağı
Kâbe, sonuçta maddi bir yapıdır, bir semboldür. Dolayısıyla asıl Kâbe gönüldür.
AŞK AHLÂKÇISI
" Yunus, yüreğindeki aşk ve şevk ile yalnız Allah'ı değil, Allah'ın birer ismine mazhar olan bütün yaratılmışları da sevmiştir." Samiha AYVERDİ
Bir "aşk ahlakçısı" olarak tanımlayabileceğimiz Yunus Emre'nin bütün şiirlerini bir tek mısrada özetlemek mümkündür. Bu mısra, "sevelim, sevilelim" mısrasıdır. Bunun dayanağı, çıkış noktası ise Maide Suresi'nin "Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever" şeklindeki 54. ayetidir. Buradan hareketle şunu söylemek gerekir. Sevmek ve sevilmek, Allah'ın vasfıdır. Sevginin sebebi ise güzelliktir. Gerçek güzellik ise Allah'a aittir. "Allah, güzeldir ve güzeli sever "şeklindeki hadisi şerifi tasavvufî açıdan yorumlayan mutasavvıflara göre Allah, kendi güzelliğini teması için kâinatı yaratmıştır. Buna göre âlemin yaratılma sebebi sevgidir. Yani "Ol" emrinde aşk vardır.
SÖZÜ PİŞİRMEK
" Yunus Emre, kelimelerden bir Süleymaniye kurmuş büyük bir dil mimarıdır." Samiha AYVERDİ
Her büyük şair, şiiri bir söz ustalığı olarak görmekten öte ona bir anlam yükler. Çünkü sözün tek başına güzel olmasının bir değeri yoktur. Söz, taşıdığın anlamıyla önemlidir. Bu anlayış da yine dini bir temele dayanır. Yunus da böyle bir düşüncede olan bir şairdir. Onda da "öz, biçimden önce gelmektedir. Güzel olanın güzel söylenmesi hâlinde güzel sonuçlar doğuracağının farkındadır.
Keleci bilen kişinün yüzünü ağ ide bir söz
Sözü pişürüp diyenün işüni sağ ide bir söz
COŞKUNUN ŞAİRİ
Yunus'un duygu ve düşünce dünyasının merkezinde "aşk" kavramı durur. Bu aşk, hem "Yaradan"'a hem de "Yaradılan"'a doğru akıp giden coşkun bir ırmak gibidir. Durum böyle olunca onun şiiri için söylenebilecek ilk söz, bunların coşkulu söyleyişlerle kurulmuş lirik şiirler oluşudur.
"Işka diyemedi özüm gensüzin açıldı râzum
Yûnus senün iş bu sözün 'âlemlere destân ola"
Böylece Yunus, bu lirizm gücüyle "sır"larını "âlem"e açmış, bunlar âlemlere "destan" olmuştur. Yani bu şiirleri Halk benimsemiş, sevmiş, kendi ruhunun bir yansıması olarak görmüş. Asırlar boyunca dilinden düşürmedi.
YUNUS'UN TAKİPÇİLERİ
" Yunus Emre'nin mutasavvıfane şiirleri, Anadolu sahasında pek çabuk yayılarak az zamanda pek mühim muakıplari yetişti." M. Fuat KÖPRÜLÜ
Yunus, tıpkı Hz. Mevlâna gibi davrandı. Tasavvufu bilgi hâlinden vecd, aşk, coşku hâline çevirdi. Tasavvuf bu şekilde yorumlanınca din de aynı şekilde anlaşılır olmaya bir aşk ve ihlâs hâliyle algılanmaya başladı. Yunus'un sözlüğünde iman, aşk; mümin, aşk eri kavramlarıyla tanımlandı. Yaratıcı, yaratılanlardan ayrı bir yerde ele alınmadı. Söz'ün doğuş coğrafyası böylesine, ilahi, insani olunca, asıl kaynağı olan gönülden beslenen şiir kuşu, kanatlandı. Gönülden gönüle, ruhtan ruha ulaşan bir kutlu sırra dönüştü hakikatin bilgisi. Çünkü içtenlik vardı ve gönüller böyle bir söze ilgisiz kalamazdı…(Bizim Yunus - Mustafa Özçelik)