Necip Fazıl şiirlerinde ölüm teması
Ölüm bir gerçek ve hayatta iken tüm insanlar bunu düşünür, edebi sanatçılar da ölümü eserlerinde sık sık konu edinir. Üstad Necip Fazıl Kısakürek de eserlerinde ölüm temasına sıkça yer verdi. Onun ölüme bakış açısı da, tıpkı hayatı gibi ikiye ayrılır; Mürşidini tanımadan öncesi ve sonrası... Necip Fazıl'ı "ölüm teması"yla yazdığı şiirleri ile saygı ve rahmetle anıyoruz.
Necip Fazıl, Abdülhakim Arvasi ile tanıştıktan sonra metafizik kıvranış ve kurtuluşa doğru temelde sarsılma yaşadığı manevi buhranı daha da şiddetlendi ve 1934 yılında büyük dönüşümü yaşadı. Bu değişim hem yaşantısı hem de sanatında oldu. Arvasi hazretleriyle tanıştıktan sonra; eser sayısı ve nitelikleri açısıdan değerlendirildiğinde kendi deyişiyle "büyük sanatkar" oldu. Ölüm bir gerçek ve hayatta iken tüm insanlar bunu düşünür, edebi sanatçılar da ölümü eserlerinde sık sık konu edinir. Üstad Necip Fazıl Kısakürek de eserlerinde ölüm temasına sıkça yer verir. Onun ölüme bakış açısı da, tıpkı hayatı gibi ikiye ayrılır; Mürşidini tanımadan öncesi ve sonrası...
Üstad Necip Fazıl'ın ölüm temasıyla yazılmış şiirleri...
Şairin Kaldırımlar şiirindeki genel ruh hali, bunalımın çaresi ve ölümdür.
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Meşhur olmasını sağlayan bu şiiri 1927 yılında yazmıştı. Üstad'ın Kaldırımlar şiirine hakim duygu, buhran ve yalnızlık gibi görünse de son kıtasını ölüm temennisiyle bitirir.
"Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..."
1925 tarihli 'Ölünün Odası' adlı şiirinde bir cesedin bulunduğu odayı ve ölüyü tasvir eder:
Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş;
Yerde çıplak bir gömlek; korkusundan dirilmiş.
Sütbeyaz duvarlarda çivilerin gölgesi
Artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi…
Ürpertici üslubuyla cesedi tasvire başlar:
Yatıyor yatağında dimdik, upuzun, ölü;
Üstü, boynuna kadar bir çarşafla örtülü.
Bezin üstünde ayak parmaklarının izi;
Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi.
Son nefesle göğsü boş, eli uzanmış yana;
Gözleri renkli bir cam; mıhlı ahşap tavana.
Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var;
Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir an kadar.
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an;
Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan.
Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm;
Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm
Bu satırları yazdığında henüz 21 yaşındadır ve ölümü bu kadar yakınında hisseder...
1934 sonrasında, bilhassa ömrünün son yıllarında yaşadığı teslimiyet duygusu, Necip Fazıl'ın eserlerinde ölümün korkunç yüzünü, munis bir hâle dönüştürdü. 1926 yılında yazdığı, 'Açıklarda' şiirinde, ölümü "Deniz, bu yerde ölüm korkusu kadar derin." diye nitelerken,
1977'de yazdığı mısralarda, "Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber…/ Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?" diyecektir:
Ölüm güzel şey
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!
Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;
Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!
O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail'e hoş geldin, diyebilmek de hüner...
O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?
Toprağın altındaki saklambaçta var mısın?
Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!
Ufka bakarlar; ölüm uzakta mı uzakta...
Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta...
Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu, unut!
Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut!
İlk döneminde "Öldükten sonra ebedi hayat… Cennet veya cehennemde ebediyet… Sonu olmamak. Hep var olmak, hep var olmak. Bu dünyadaki devam ölçüsüne göre nasıl kavranır bu iş? Akıl patlamaz da ne yapar?" diyen Necip Fazıl, sonraki dönemde, akıl engelini aşınca şöyle söyleyecektir:
"Gelip geçen her şey ölüyor… Allah'ın fermanı bu… 'Neylerse güzel eyleyen' in fermanı… Bu zevke vardığımız, varır gibi olduğumuz andadır ki Allah'ın, sefillerin en sefili diye andığı şu yeryüzünde, bu, gurbetlerin, ayrılıkların, uzaklıkların, eksikliklerin, kesikliklerin, kırıklıkların vatanında, ruhumuzu çatlatasıya geren bir kasvet seziyoruz ki bu, başka bir âlemin, yerin, iklimin ihtarcısıdır. Ebedi safanın… Allah'ta ebedi safanın… Bu safanın yolu da ölmek, ölmeden ölmek…"
Çile şiirinin son dizelerinde ise nefsini dizginleyip dünyevi zevklerden arınma gayesini vurguluyor Üstad:
(...)
Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.
Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...
Ölümle beraber başka bir hayata kapı aralandığını, ölenlerin başka bir şekilde diri olduğunu da Canım İstanbul şiirinde şu şekilde anlatır
(…)
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
Öte alem, Aç kapıyı şiirinde anlattığı gibi, sonsuzluk demekti Necip Fazıl için:
Aç kapıyı haber var,
Ötenin ötesinden.
Dudaklarda şarkılar,
Kurtuluş bestesinden.
Biz geldik, bilen bilsin.
Gönül gönül girilsin.
İnsanlar devşirilsin,
Sonsuzluk destesinden.
Hayatın aslında bir "zan"dan öte olmadığı, bir kuru ekmeğe razı olup Rabbine yönelme arzusunu Uyumak istiyorum adlı şiirinde anlattı:
İki yıldız arası göğe asılı hamak…
Uyku, uyku… Zamansız ve mekânsız, uyumak.
Uyumak istiyorum; başım bir cenk meydanı;
Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı.
İlgisizlik, her şeyden kesilmiş ilgisizlik;
Bilmeyiş ki, en büyük ilme denk bilgisizlik.
Usandım boş yere hep gitmeler, gelmelerden;
Bırakın uyuyayım, yandım kelimelerden!
Göz kapaklarımda gün, kapkara bir kızıllık;
Kulağımda tarihin çıkrık sesi, bin yıllık.
Bir yurt ki bu, diriler ölü, ölüler diri;
Raflarda toza batmış Peygamberden bildiri.
Her gün yalnız namazdan namaza uyanayım;
Bir dilim kuru ekmek; acı suya banayım!
Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım ezanla!
Yaşaya dursun insan, hayat dediği zanla…
Merhum Adnan Menderes'in idamı üzerine de Zeybeğin Ölümü şiirini kaleme almış, şu kıymetli satırları yazmıştı:
Zeybeğimi bir kaç kızan, vurdular
Çukurda üstüne taş doldurdular
Ya bir de kalkarsa diye kurdular
Zeybeğim Zeybeğim ne oldu sana
Allah deyip şöyle bir doğrulsana!
Zeybeğim kalkamaz dirilemez mi?
Odası mühürlü girilemez mi?
Şu ters akan sular çevrilemez mi?
Ne güne dek böyle gider bu devran
Zeybeğim bir sel ol bir çığ ol davran!
Kır at zincirlenmiş ufuk sahipsiz
Han kayıp hancı yok konuk sahipsiz
Baş köşede sırma koltuk sahipsiz
Kızanlar, dört yandan hep abandınız!
Zeybeğin kanına ekmek bandınız!
Bilemem susarak ölmek mi hüner?
Lisan çıldırıyor dil nasıl döner?
Ondan son iz uzak, uzak bir fener
Öldü mü? Çatlarım yine inanmam!
Diriye yanarım ölüye yanmam!
Zeybek kaybolduysa bunca kayıp ne?
Tesbihi dökülmüş aranır nine
Balonu yok ağlar çocuk haline
Zeybeğim; dünyayı aldın götürdün
Bir öldün beni de bin bir öldürdün!
Beyni tırmık tırmık pençelere sor!
Mevsim niçin ölgün bahçelere sor!
Sor; çukuru nerde, serçelere sor!
Ağla, bir dinmeyen hasrete ağla
Zeybeksiz yolları gözetle ağla!
(1964)
Üstad'ın vasiyetnamesi ise, yaşamındaki dönüşümü ne denli tamamladığını açıklar nitelikte:
(...)
Cenazemde, namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Ne de, kim olursa olsun, kadın... Ve bilhassa, ölü simsarı cinsinden imam!... Ve «bid'at» belirtici hiçbir şey!... Başucumda ne nutuk, ne şamata, ne medh, ne şu, ne bu... Sadece Fatiha ve Kur'ân...
Mezarımda ilâhî ve ulvî isim ve sıfatlardan ve benim beşerî ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak... Mevlid de istemem! ... Onu, uhrevî rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız! Sadece Kur'ân...
Şimdi sıra en büyük dileğimde... Müslümanlardan, eğer bu dâvada hizmetim geçtiğine inanan varsa, şunları istiyorum: Her ferdin, herhangi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın, benim için «Necip Fazıl'ın kaza borcuna karşılık» niyetiyle bir günlük (5 vakit) namaz kılması ve yine bir gün oruç tutması... Mevtanın ardından, onun için kaza namazı Şafiî içtihadınca caizdir ve aynı içtihat Hanefilerce de rahmettir.
Her ferdin, en aşağı 100 Tevhid kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi... 70 bine dolması lâzım... Bir de, üzerimde hakkı olanların bunu Allah rızası için helâl etmeleri...
Ölünceye dek, üzerimdeki Allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek azmindeysem de ne olacağını, nereye, hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı müslümanlardan bekliyorum. «Şey'en lillâh» tabiriyle bana Allah için bir şey veriniz! Yardımınızı esirgemeyiniz!
Allahı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını! ... Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!
Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız!
1973 Necip Fazıl Kısakürek