Fatma Bayram ile Elmalılı Hamdi Yazır’dan Fatiha tefsiri okumaları - 9
Fikriyat’ın kıymetli yazarı Fatma Bayram, Elmalılı Hamdi Yazır'dan Fatiha Tefsiri Okumalarına devam ediyor. Her cuma saat 18.00'de Fikriyat Instagram hesabında sizlerle buluşan Bayram, geçen haftaki derste “rabbülalemin” cümleciğinin “rab” kısmını okudu. Bu haftaki derste ise “alemin” ile ilgili yorumları işledi. Geçen haftaki derste "Rab" kelimesinin terbiye anlamına geldiğini ve terbiyenin muhtevasını, “rab” dendiğinde kastedileni, günlük dildeki kullanımını anlattı, Bayram... Canlı yayında gerçekleşen bu dersin önemli noktalarını sizler için bir araya getirdik.
"Terbiye, bir şeyi kademe kademe, tedriç ile kemaline eriştirmektir ki, bunun eseri ıstıfa ve tekâmül olur."
🔸 Terbiye: Kademe kademe bir şeyi mükemmelliğe ulaştırmak üzere arındırmak, fazlalıklarından kurtarmak, eksikliklerini tamamlayarak onu mükemmelleştirmek demek… Istıfayı seçkinlik, arınmış, seçilmiş diye düşünebiliriz. Tekâmülü de geliştirilmiş diye düşünebiliriz.
"Âlemînin her kısmında ise terbiye ve tekâmül kanunlarının cereyanı her an ve her lâhza meşhuttur ve binaenaleyh böyle bir kudreti baliganın rububiyeti süûni âlemde şek ve şüpheden âzade olarak okunmaktadır."
🔸 Terbiye ve tekâmül kanunlarına, âleminin her kısmında şahit oluyoruz, diyor.
🔸 Bir oda düşünün. Bu odada 1 koltuk, 1 masa 2 sandalye var. Bu odadaki eşyayı büyütmeye başlıyoruz ama hepsini aynı ölçekte ve birbirleri ile olan münasebetini hiç bozmadan ve bunu sonsuza kadar yapıyoruz. Bunu bütün âlemlerle kıyaslayın. O âlemlerdeki sonsuz sayıda varlıkla düşünün.
🔸 Fatiha'nın başlarında hatırlarsanız Hamdi Yazır demişti ki; "âlemde öyle bir nizam vardır ki bir şey her şey için ve her şey bir şey içindir." Buna biz varlık zinciri diyoruz. Bir ağaç türünü yok ettiğiniz zaman, bir böcek türünü yok etmiş oluyorsunuz gibi… Her şey her şeyle ilgili…
🔸 Örneğin; dişlerinize düzgün bakmadığınızda tüm vücudunuzu etkileyebiliyor. Her bir organ diğerinin sağlığını etkiliyorsa bütün âlem de böyle… Ve bu bütün âlem tekâmül ediyor.
🔸 Ve o düzen sayısız varlığın sürekli hareket halinde olduklarını; hem iç dünyalarında kendi varlıkları hareket halinde hem fiziksel anlamda hareket halindeler, yani durağan hiçbir şey yok evrende... Ve bu sürekli değişim-dönüşüm birbiriyle olan ilişkilerini etkilemeyecek şekilde hesaplanmış.
Ve işte rabbilâlemîn bize bunu ihtar ediyor. Rabbilâlemîn denince her insan kendi görebildiği kadar olsun bütün âlemîne zihninden bir geçit resmi yaptırır ve yaptırınca behemehal kanuni terbiyeyi görür."
🔸 Yani o kendi türünün, cinsinin, varlığının en mükemmel formuna doğru geçirdiği aşamaları görür.
"Demek biz rabbımızı âlemîne nazarla bileceğiz. Ve fakat âlimîni de ancak ona izafetle tanıyabileceğiz."
🔸 Rabbini mi tanımak istiyorsun, âlemleri inceleyeceksin. Âlemlere nazar kılacaksın. Âlemleri tefekkür edeceksin. Oradan Rabbini bilebilirsin. Şimdi burada döngüsel bir hareket var. Âlemini de ancak ona izafetle tanıyabilirsin. Yani Rab fikrini devre dışı bırakarak âlemini de tanıyamazsın. İşte o zaman din ve inanca kapalı bir bilim; olması gereken yerde duramıyor. Zarar vermeye başlıyor, bütünle bağını koparmaya başlıyor. Bütünle bağını kopardığı zaman yapıcı olmaktan çok yıkıcı olmaya başlıyor.
"Birtakım felâsife heyeti âlemin böyle tedricî bir kanunı terbiye ve tekâmül takip ettiğini görememiş. Bunlardan bir kısmı hepsinin def'î olarak sebepli veya sebepsiz birdenbire tekevvün etmiş bulunduğunu, bir kısmı da tabiat davasile tekevvünü inkâr edercesine bugünkü heyet ve nizamı vücudun kıdem ve ezeliyetini iddiaya kadar varmıştır."
🔸 Tekâmülü reddedenlerden bir kısmı her şeyin sebepli veya sebepsiz birdenbire vuku bulduğunu iddia ediyor; bir kısmı da tabiat davasıyla –kim var etti tabia,t diyerek – tekevvüni inkar edercesine bugünkü heyet ve nizamı vücudun kıdem ve ezeliyetini iddiaya kadar varmıştır. Yani yoktan var edilemez; varken yok edilemez iddiasına kadar varmıştır, bazıları.
"Bunlara göre meselâ insan, ancak insandan olur ve insan ezelden beri mevcuttur. Âlemde terakki ve tedenninin manası yoktur, talep, sây ve kesp semeresizdir."
🔸 Bir şey istemeniz, gayret etmeniz, çalışmanız, bir şeyler elde etmeye bakmanız semeresizdir, bir sonuç vermeyecek.
"Bütün âlemde kadimdenberi envaı mevcudat serpilmiş, fezada hiçbir nizamı müşterek takip etmiyen ecram, ve ecramda lâyuhsa envaı ekvan, bütün tabayii mahsusalarile kadîm bir cebir ve icabın içinde yüzer giderler."
🔸 Zorunlu olarak bu şekilde var edilmişlerdir, gelişmeye kapalıdırlar ve bu şekilde ezelden beri sonsuza kadar yüzüp giderler.
"Şüphesiz bu sözler, hem tecribeye ve hem akla taban tabana zıt birer cehli mürekkep idi…"
🔸 Tabi bu sözleri kimin söylediğini söylemiyor.
🔸 Bütün varlık ezelden beri vardır ve herhangi bir tekamüle kapalıdır. Çünkü tekamülü kabul etmezsen terbiyeyi de kabul etmiyorsun. Tekâmül yoksa hidayet, nefsimizi geliştirmek olacak mı, terbiye olacak mıyız?
cehli mürekkep: cehaletin bir alt derecesi.
"… hiç olmazsa tamamen müşahedemiz altına girebilen efradı eşyanın…"
🔸 Bütün varlığı bırak bir tarafa, hiç olmazsa bizim tamamıyla gözlemleyebildiğimiz bazı varlık çeşitlerinin…
"dün yok iken ufacıktan hudusa gelip tedricen büyüdüğünü ve bilakis yine tedricen gaybolup gittiğini her gün bittecribe görüyoruz…"
🔸 Varlık âleminde önceden olmayan bir varlığın, minicik bir nokta kadar veya noktadan da küçük bir asıldan başlayarak meydana geldiğini, tedricen büyüdüğünü, geliştiğini sonra da basamak basamak kaybolup gittiğini her gün görüyoruz.
"…müşahedemizin ihatasına giremiyenlerin de böyle olduğunu istidlâlimizle, aklımızla biliyoruz, şurada bir adacık fırlıyor, süzülmüş topraklar tahaccür ediyor, taşlar eriyor, madenler filiz veriyor, kayaların, toprakların arasında tohumcuklar ve o tohumcuklardan mütenevvi otlar, ağaçlar, türlü türlü hayvanlar türeyor, üreyor, sümük gibi bir nutfenin içinde yüzlerce insan tohumu fışkırıyor, tasfiye ve telkih ile bundan lâhza lâhza aleka, mudga devrelerile rüşeym, rüşeymden canlı kemikli cenin, ceninden ağlıyarak ve gülerek doğan bebek, tıfil, kademe kademe yuvarlanan, yürüyen, kekeliyen yavrucuk, sonra koşup oyniyan afacan çocuk, sonra dişlerini değiştirip şahlanmağa başlıyan murahikı mümeyyiz, sonra çiçeğini açıp meyvasını vermiye özenen âkil baliğ sonra şahin gibi dünyaları tutan çalışkan bir delikanlı sonra arslan gibi kemaline ermiş kehli kâmil, sonra cismaniyeti ruhaniyetinde erimeğe ve re'yi, ihtiyarı süzülmeğe başlıyan bir ihtiyar, nihayet hayır veya şer bir ruhı mahz olup uçmağa veya göçmeğe hazırlanan bir piri fani, hasılı mekân ve zaman içinde nefesden nefese lâyuad şuur hamulelerile yürüyen ve her lâhze suretten surete değişerek varacağı yere varan ve bütün bu tahavvülâtta hiç değişmemiş gibi ben ben deyip giden insanlar akıp akıp gidiyorlar."
🔸 Gözlemlerimizin kapsamına giremeyen şeylerin de böyle olduğunu delillerle, aklımızla biliyoruz. Şurada bir adacık ortaya çıkıyor, süzülmüş topraklar taşlaşıyor, taşlar eriyor, madenler filiz veriyor, kayaların, toprakların arasında tohumcuklar ve o tohumcuklardan çeşitli otlar, ağaçlar, türlü türlü hayvanlar türüyor, ürüyor, sümük gibi bir spermanın içinde yüzlerce insan tohumu fışkırıyor, tasfiye ve aşılama ile bundan yavaş yavaş canlanma aşamalarını geçirerek embriyon, embriyondan canlı kemikli cenin, ceninden ağlıyarak doğan bebek, küçük çocuk, yine aşamalı olarak yuvarlanan, yürüyen, kekeliyen yavrucuk, sonra koşup oynayan afacan çocuk, sonra dişlerini değiştirip şahlanmaya başlayan büluğ çağına ermiş iyiyi kötüden ayıran, sonra çiçeğini açıp meyvasını vermeye özenen akıllı ergin, sonra şahin gibi dünyaları tutan çalışkan bir delikanlı, sonra arslan gibi olgunluk çağına ermiş olgun, sonra fiziki yapısı maneviyatında erimeye ve görüşü, seçme kabiliyeti süzülmeye (zayıflamaya) başlayan bir yaşlı, nihayet sadece iyi veya kötü bir ruh olup uçmaya veya göçmeye hazırlanan pek yaşlı zayıf bir insan, özetle yer ve zaman içinde nefesten nefese sayılamayacak kadar şuur yükleri ile yürüyen ve her an şekilden şekle değişerek varacağı yere varan ve bütün bu değişmelerde hiç değişmemiş gibi ben ben deyip giden insanlar akıp akıp gidiyorlar.
"O haldeki hiç bir zaman bu günkü âlem, dünkü âlemin her noktadan ayni olmıyor ve bütün bunların maverasından bütün bu cereyanları izhar ve rabtederek bize daima vahdet şuurunu veren kadiri kayyum bir hakikat her dem her lâhza ilânı vücut ediyor ki, biz o lahzaya o ane hal diyoruz ve bu hal içinde mâzi ve istikbali yaşıyarak o hakikate visal peyda ediyoruz, hakikat daima hakikat, âlem ise her an mütehavvil ve mürtabıtan ve muntazamen mütehavvil, bu irtibat ve intizam ile akıl ve fikrimiz o hakikatin inikâsatına, kalp ve şuurumuzda o hal içinde bizzat tecelliyatına şahit oluyor."
🔸 Öyle ki hiçbir zaman bugünkü âlem, dünkü âlemin her açıdan aynısı olmuyor ve bütün bunların ötesinde bütün bu akıntıları ortaya koyup ve bağlayarak bize daima Allah'ın birliği şuurunu veren tükenmez kudret sahibi daimi kalan bir gerçek, her vakit her an varlığını ilan ediyor ki biz o ana, o vakte şimdiki zaman diyoruz. Ve bu şimdiki zaman içinde geçmiş ve gelecek zamanı yaşıyarak o gerçeğe kavuşuyoruz. Gerçek daima gerçektir. Kâinat ise her an değişen ve birbirine bağlı olarak aralıksız ve düzenli değişen, bu bağlılık ve düzen ile akıl ve fikrimiz o gerçeğin yansımalarını, kalb ve idrakimiz de o durum içinde bizzat onun tecellilerini görüyor.
"Binaenaleyh müşahedenin, tecribenin aklın bilittifak vaki olan bu ifade ve ısrarları karşısında âlemde hudus, terbiye, tekâmül mefhumlarını inkâr etmek körlükten cehli mürekkepten ve buhrani nefsîden neş'et etmiş bir dalâlettir."
🔸 Buhrani nefse dikkatinizi çekiyorum. Yaratıcıyı inkar etmesi lazım ki istediği gibi yaşayabilsin. Çünkü tutarlı olmak isteyen bir zihin için yaratıcıyı önce kabul edip sonra da yok saymak imkânsızdır. Bu kadar mükemmel bir şekilde işleyen bir sistemi ve seni var edecek ve bunlar hepsi sonra yok olacak, anlamsız bir şekilde. Yani tekrar bir diriliş yok, huzuruna gelme yok, hesap yok, ödül yok ceza yok. Onun için ne yapıyor, yaratıcıyı da inkar ediyor.
"Âlemde halk, terbiye, ıstıfa, tekâmül bir sünneti cariye ve Hak teâlâ da kemali mutlâk bunun illeti tammesi olduğu her türlü şüpheden âzadedir. Bunun için ahiren ilim ve felsefe, âlemde, tâbiri âharle tabiatte tekâmül kanununun cereyanına kat'iyetle hükmünü vermiştir ve bugün terbiye, ıstıfa, tekâmül, beşeriyeti âkile ve âlimenin üzerinde yürütmek istediği bir kanun telâkki edilmektedir. Tekâmül ise vahidi basitten vahidi mürekkebe: yâni o vahit üzerinde umuri müteaddidenin tedricen içtimaı suretiyle nâkıstan zait ve kâmile giden ve bilakis mürekkepten basita, müteadditten vahide inen bir seyri şüûndur. Fakat burada hakikat şinas ehli ilim-ü hikmet ile onların sözlerini çalarak veya anlamıyarak suiistimal eden birçok kâsırine de tesadüf ederiz ki, bunlar bu tekâmülü Hak teâlânın bir eseri terbiyesi telâkki etmeyip, müessirsiz illetsiz olarak tabiatta bizzat cari ve cebr-ü icap ile hâkim bir kanunı mutlâk zannediyorlar ve hulasa terbiye ve rububiyeti değil, ıstıfa ve tekamülı tabiîyi, tabiatın fevkindeki ayni hakikatin kendisi gibi zumediyorlar."
Halk: Yaratma
Terbiye: Mükemmele doğru götürme.
Istıfa: Seçerek daha elverişli olanların bir sonraki nesle aktarımı.
Tekâmül: Hep daha iyiye doğru. Senin için en elverişli olana doğru gidiyorsun. Bütün canlılarda bu gözlemleniyor.
🔸 İnanan insan diyor ki bu tekâmül kendi kendine olamaz, bu kadar iç içe geçmiş varlıklar, hepsi birden tekâmül ederken, birbirinin varlığını tehdit etmeyecek, tamamlayacak şekilde ve her biri ileriye gelecek şekilde; bütün bunların fevkinde mutlak bir kanunla cerayan ettiğini düşünüyorlar. Hakikatin kendisini bu kanun olarak kabul ediyorlar.
" ve bu suretle insanı sadece eczai âlemin ekmeli değil, alelıtlâk ekmeli vücut farzediyorlar."
🔸 Sadece âlemin cüzlerinin mükemmel bir unsuru yani âlemdeki parçalar içerisinde en mükemmel olan değil; bütün varlık içinde en mükemmel olan diye farz ediyorlar. Buradan hümanizm doğuyor. Bunun felsefi sonuçları var. Siz tanrıyı reddettiğinizde, sadece bütün varlığı evrimle açıkladığınızda, mesela tarihi yorumlarken ilerlemeci tarih anlayışı diye bir sonucu var, felsefi anlamda insanın giderek mükemmelleştiği ve dolaysıyla hakikati bilebileceği, hakikati öğrenmek için kendi dışında bir irşada, mürşide ihtiyaç duymadığı (burada mürşid cenabı hak oluyor) gibi sonuçları var.
🔸 Evrimi, yaratılışı açıklamada yaratıcıyı dışarda bırakmak için sığınılan bir teori olarak kabul ettiğinizde, bu sadece yaratılışla sınırlı kalmıyor. Bunun sosyal, siyasi, ahlaki, felsefi sonuçları var. İşte biz bu sonuçları yaşıyoruz bugün.
"Halbuki ilm-ü fen, felsefe ve hikmet bütün ciddiyetiyle bu zumün aleyhinde bağırıp duruyor. Çünki ilm-ü fennin bedahete müstenit ve tecribe ile de müeyyet, zarurî bazı kavanini esasiyesi vardır ki, bunlar atıldığı anda ilm-ü fen yoktur. İlliyet, tenasübi illiyet, vahdet, hak ila ahiri..."
🔸İlliyet yani ortada bir durum varsa buna sebep olan bir şey olmak durumundadır. O durum kendiliğinden olmaz. Ve o durumla o sebep arasında bir tenasüp, uyum olmalıdır. Gerçekten o illet o durumu doğurabilecek ve hakikaten aralarında makul bir bağ kurulabilecek olmalıdır. Âlemdeki nizam, birbirinin varlığını destekleyecek şekilde olmalıdır. Hak, hakikat gerçek olmalıdır. Sadece teori düzeyinde olmamalıdır vs.
"illiyetin en umumî ifadesi «yok iken var olabilenin her halde bir sebebi vardır. Yani her mevcudi ahir, bir mevcudi mukaddem ile mesbuktur ve onun tesirine mukarindir» düsturudur ki, yokluk varlığa illet olmaz, hiçten hiçbir şey husule gelmez. yani madum iken mevcut olan eşya kendilerindeki o yokluktan yine kendi kendilerine değil behemehal mevcut bir mucidin tesiri icadiyle vücude gelir."
🔸 Şeyler dediğimiz şey; bütün bu kâinat yoktu. Yokluktan varlık meydana gelmez. Kendi kendine olmaz; muhakkak bir var edene ihtiyaç var.
"Hâdisatta şuur, ilim, akıl gibi malûlât meşhut olup dururken bunların illeti tammei mutlâkasını, bunlardan ârî kör bir kuvvet, bir kör tabiat gibi tasavvur etmek manasına tabiîliğin fünuni tabiiyede de yeri yoktur."
🔸 Yani şuur, ilim, akıl nasıl oldu da kör bir kuvvetle kör bir tabiatla meydana geldiler. Özellikle nöronesansçılar bunun üzerinde çok durur. Beyin acı çekiyor, seviyor, hissediyor, üzülüyor, hayal kuruyor. Birtakım elementleri, kimyaları bir araya getirelim; bunları verebilir miyiz? O şuuru verebilir miyiz? Dolayısıyla bunu kör bir tabiat gibi tasavvur etmenin tabiat bilimlerinde yeri yoktur.
"Bunun için ulema ve hukemai tabiat, tabiatte yani âlemde kanuni tekâmülü takrir ederken, kör, nâkıs bir tabiatın mebde ve illeti kül olmasını değil vacibülvücud Hak teâlâyı kemali namütenahisile mülâhaza ve tasdık etmek şartile tabiatte tekâmülü takrir ve izah eylemişlerdir. Çünkü böyle olmasaydı…"
🔸 Yani siz bu tekâmül nazariyesini sonsuz bir kudrete ve kemale malik bir kudrete bağlamazsanız, tekâmül kanunu ilmin, fennin künhü olan illiyet ve tenasübi illiyet kanununa muhalif olacağından ilmî olamazdı.
* Rabbülalemin tefsirinin tekâmül ile alakasını görmeye devam edeceğiz.
Önceki derslere aşağıdaki linklerden ve Instagram hesabımızda yer alan IGTV bölümünden ulaşabilirsiniz.