Arama

Fatma Bayram ile Elmalılı Hamdi Yazır’dan Fatiha tefsiri okumaları - 3

Ramazan ayı boyunca her perşembe 17.30'da Fikriyat Instagram canlı yayınında, Elmalılı Hamdi Yazır'dan Fatiha Tefsiri Okumaları yapan yazarımız Fatma Bayram, ilk derste Fatiha suresinin giriş kısmından, ayetleri ve fasıla meselesine değinmiş ve besmelenin ayet olup olmaması konusunu açıklamış; ikinci derste ise besmele tefsirine giriş yapmıştı. Fatma Bayram, bu haftaki derste “Allah” isminin muhtevasına ilişkin tefsirde işaret edilen hususlara değindi. Ramazan'da her perşembe 17.30'da canlı olarak dinleyebileceğiniz bu dersin önemli noktalarını sizler için bir araya getirdik.

Fatma Bayram ile Elmalılı Hamdi Yazır’dan Fatiha tefsiri okumaları - 3
Yayınlanma Tarihi: 30.04.2021 18:06:20 Güncelleme Tarihi: 14.09.2022 14:34

📌 ALLAH İSMİNİN MUHTEVASI

"Allah ismi zatını, ismihas olarak bir mefhum ile mülâhaza edebilmek için, selbî, sübutî bütün sıfatı zatiye ve filiyesini tasavvur etmek ve sonra onu icmâl eylemek lâzım gelir."

▪◽◻ Dini eğitimin ilk aşamalarını geçmiş olanlar, akaid derslerinde Cenab-ı Hakk'ın selbî, sübutî sıfatlarının olduğunu öğrenirler. Bu başlık akılda tutulması zordur. Selbî sıfatlar, Allah'tan başkası için asla söylenemeyecek olan sıfatlardır. Sübutî sıfatlar ise insanlarla müşterek olan, insanlarda ve diğer varlıklarda da o sıfatlardan küçük bir unsur olabilecek sıfatlardır.

▪◽◻ Cenab-ı Hakk'ın ismi zatını, bir özel isim olarak, zihnimizde bir anlam oluşturacak şekilde kavrayabilmek, mülahaza edebilmek için selbî ya da sübutî bütün sıfatı zatiye ve filiyesini yani O'nu anlatan ve O'nun davranışlarını, fiillerini bize anlatan bütün sıfatlarını tasavvur etmek ve oradan toplu bir Allah fikri elde etmek gerekir, bu özel ismin ne ifade ettiğini zihnimizde net bir şekilde yerleştirebilmek için.

▪◽◻ Bunun yolu, Rabbimizin Esma-i Hüsna'sını öğrenmektir. Burada ona çok değinilmiyor. Rabbimizin Esma-i Hüsna'sı, onun zatını, fiilini, sıfatlarını, hepsini bize anlatan, açıklayan ve Allah'tan başkasını bu kadar detaylı bilmemize imkân olmayan, son derece detaylı bir şekilde Allahü Teâlâ'yı bize tanıtandır. Esma-i Hüsna Rabbimizi bize tanıtır. Bu da Allah hakkında yanılmamayı sağlar. Allah hakkında yanılmamak, bizim bütün hayatımızın miğferini oluşturur.

▪◽◻ Diyelim ki bilim ile meşgulsünüz, fizikçi, matematikçisiniz, tıp okuyorsunuz vesaire Allah hakkında yanılmadığınız zaman, o yaptığın işi düzgün, Allah'ın huzuruna yaraşır olması gerekiyor. Zira O, Semi', Basîr, seni işitiyor, görüyor, yaptığın bütün adımlardan Hâbir, haberdar, niyetlerini biliyor, kalbinin içini biliyor, O'na hiçbir şey gizli değil, kötü olan bütün girişimleri cezalandıracak, Azîz, Cebbâr; aynı zamanda hata yapabilirsin, mükemmel olman, kusursuz olman imkânsız, bağışlayıcı, Gaffâr ve Gafûr'dur.

▪◽◻ Allah Teâlâ'yı tanımanız, size verdiği imkânlar, bilim, para, güç, mevki, evlat olabilir, size her ne vermişse onları o isimlerin rehberliğinde, o isimlerin sahibi olan Allah'ın huzurunda icra ediyor olma bilinci kazandırıyor size. Bu açıdan da Esma-i Hüsna'yı bilmek, içselleştirmek, o isimleri yeri geldiğinde hatırlayabilecek kadar vukufiyet kazanmak, bizim zihnimizde bir Allah tasavvurunu son derece canlı, aktif, her işimize, attığımız her adımda orada olduğu bilincinde yaşamamızı sağlayan bir zihin uyanıklığı, bir bilinç uyanıklığı bize nasip ediyor.

💠

"Binaenelayh bu da şu suretle ifade edilmiştir: «O zatı vacibülvücud ki, bütün sıfatı kemâliyeyi müstecmi», sadece «Zatı vacıbülvücud» demek te kâfidir. Çünkü «bütün sıfatı kemâliyeyi cami olmak», vacibülvücudun bir tefsiri, bir sıfatı kâşifesidir."

▪◽◻ Binaenelayh Cenab-ı Hakk şu suretle ifade edilmiştir yani bütün bu zati isimlerini, sıfatlarının isimlerini ve fiillerinin isimlerini önce tasavvur edeceksin, sonra bunları icmalen toplayıp her şeye kâdir, kâdir-i mutlak, ezeli, ebedi, her şeyin O'nun elinde olduğu, isterse verir isterse vermez, sadece bunu bilmek bile bizim halet-i ruhiyemiz ve psikolojimiz açısından ne kadar önemli. Ol demezse olmaz. Sen kendini parçalasan bile ona erişemezsin, ulaşamazsın.

▪◽◻ Onun için Efendimizin (sav), tebliğ mücadelesi sırasında zaman zaman Kur'an-ı Kerim'de teselli edildiğini görüyoruz. Ayetlerde deniliyor ki "Senden önceki peygamberler de yalanlandı, onlara da kavimleri şöyle yaptı hatta bazıları öldürüldü" dolayısıyla kendisini başarısız hissetmemesi, neyi eksik yapıyorum diye bunalıma girmemesi, "Sana düşen sadece tebliğdir" demesi, yani bizi hep mutedil bir çizgide tutar Allah inancı hakkındaki detaylı bilgimiz.

▪◽◻ Bizi boşvermeciliğe yani bir kontrol yokmuş gibi tamamen kuralsız yaşamaktan, koruyacağı gibi o kontrolün acımasız, gaddar, son derece otoriter ve zalim bir kontrol olmadığını, merhametli, müşfik, affedici, tevbeleri kabul eden, her zaman geri dönüş şansı tanıyan, her zaman sıfırdan başlama şansı tanıyan bir otorite, bir güç olduğunu da bize hatırlatır. Böylece Celâl ve Cemâl isimlerinin dengesi, hem boşvermeyi önler, yani hayatı tamamen Kur'an'ın ifadesiyle söyleyeyim hayvanlar gibi hatta onlardan daha aşağı bir seviyede yaşamamızı engeller hem de kendimize zulmetmemizi, eziyet etmemizi engeller, böyle bir mutedil çizgiye getirir bizi.

▪◽◻ İşte bütün bu Cenab-ı Hakkı'n isimlerini icmalen zihnimizde tasavvur edebildiğimizde buradan şu tanıma ulaşırız:

"O zatı vacibülvücud ki, bütün sıfatı kemâliyeyi müstecmi" yani Cenab-ı Hakk, varlığı zatı vacibülvücud, varlığı kendiliğinden olan, varlığı zorunlu olan demek. O'nu işin içine katmadığında kâinatta hiçbir şeyi anlayamazsın tam olarak demek. Varlığı kendiliğinden ve zorunlu olan ve bütün mükemmel sıfatları, ilah için düşünülebilecek, ihtiyaç olabilecek bütün mükemmel sıfatları kendi zatında toplayan demektir.

"Sadece 'Zatı vacıbülvücud' demek te kâfidir" yani varlığı zorunlu olan zat demek de kâfidir. "Çünkü 'bütün sıfatı kemâliyeyi cami olmak', vacibülvücudun bir tefsiri, bir sıfatı kâşifesidir." Allah dışındaki bütün varlıklar, mümkün varlıklardır. Biz mümkün varlığız. Bunlar kelami ifadeler. Allah Teâlâ ise vacip varlıktır; varlığı zorunlu olan. O'nun varlığını tasavvur etmediğinizde varlığı anlayamıyorsunuz. Varlık başlamamış oluyor Allah Teâlâ yoksa. Allah yoksa varlık yok. Çünkü o varlığı var eden demek Allah. Dolayısıyla O'nun dışındaki bütün varlıklar, olsa da olur olmasa da olur. Allah Teâlâ bizi var etmeyi dilediği için var ediyor. Bütün bu varlık âlemi içinde varlığı zorunlu olan bir tek Allah Teâlâ'dır, çünkü O'nu denklemden çıkardığınızda denklem çalışmıyor. Ama O'nun dışındaki bütün varlıkları çıkardığınızda, onları var eden, O'nun varlığının devamı için bir yol bulabilir. Çünkü yaratandır.

💠

"Bunun bir telhisi de «bihakkın Mabud =İlâhi hak=Hak İlâh» mehfumudur."

▪◽◻ Bunun bir telhisi de, telhis özet demektir, bihakkın Mabud yani Allah Teâlâ'yı bize tanıtan küçük tanımlar veriyor Elmalılı Hamdi Yazır bize, Zatı vacıbülvücud dedi, bir de bihakkın Mabud, ilahı Hak, yani kendisine tapılmak hakkı olan, tapılmak O'nun hakkı olan varlık, İlâhi hak=Hak İlâh mehfumudur.

💠

"Arapçada bu mefhum, İlâhi malûm yani belli İlâh demek olan «El'ilâh» ismi hassile hülâsa edilmiştir. «Haliki âlem» veya «Haliki kül» mefhumile de iktifa olunabilir."

▪◽◻ Yani âlemi yaratan, her şeyi yaratan, Allah için bunlar da küçük, özet tanımlar olabilir.

💠

"Bunları Allah tealânın bir tarifi ismî veya lâfzîsi olarak ahzedebiliriz. Biz her halde şunu itiraf ederiz ki, bizim «Allah» İsmicelâlinden duyduğumuz manayı vahit, bu mefhumların hepsinden daha vazih ve daha ekmeldir."

▪◽◻ Yani biz Vacibü'l vücub dediğimiz zaman, bihakkın Mabud dediğimiz zaman, zatı Vacibü'l vücub dediğimiz zaman, Hâlikü'l kül dediğimiz zaman, bunlardan anladığımızdan çok daha barizdir Allah isminin zihnimizde canlandırdığı mana. Dolayısıyla Allah İsmicelâlinden duyduğumuz manayı vahit yani Allah deyince zihnimizde canlanan mana, bir tek manadır; şeksiz şüphesiz, varlığı zorunlu olan, en mükemmel, her şeyi yaratan, yoktan var eden ilah, onu kastediyoruz. Daha vâzıh, daha açık, daha ekmel, daha mükemmeldir.

KUR'AN-I KERİM UYGULAMAMIZDAN CÜZ VE SURELERE ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN

💠

"Binaenaleyh bu ismihassın bir ismi alem olması kalbimize daha yakındır."

▪◽◻ İsmi has ile ismi alem arasındaki farka önceki derslerimizde temas etmiştik, kısaca hatırlayalım. İsmi has, henüz bir alametini görmeden bir varlığa isim verilmişse ona ismi has denilir. Yani, bunun en güzel örneği de doğmamış çocuğa, doğumdan önce verilen isim gibi. İsmi alem ise "alem" işaret demek; artık ortada bir varlık var, o varlığı duyduğumuzda bize o varlığı çağrıştıran isim.

Doğduktan sonra çocuğun ismi, yani aynı isim de olabilir bu. Diyelim ki bir anne bir erkek çocuğa hamile, erkek olduğu anlaşıldı, denildi ki Mehmet olsun ismi. Çocuk doğmadan önce ona ismi has deniyor. Doğduktan sonra ise artık çocuk olduğu için Mehmet ismi, artık ismi alem olmuş oluyor.

💠

"Gerek ismi has olsun gerek ismi alem «Allah» ismi celâli ile yine Allahtan maada hiç bir mabud yad olunmamıştır."

▪◽◻ Tarihte tanrı denmiş putlara, başka isimler verilmiş ama Allah ismi, tarihte Allah dışında hiçbir mabuda verilmemiştir. "Hel ta'lemu lehu semiyya" ayetini de (Meryem suresi, 65. ayet) buna delil olarak gösteriyor. O'nun adaşı yoktur diyor.

💠

"Binaenaleyh ismi hassının tesniyesi, cemi de yoktur. O halde ancak taaddüdi esma caizdir."

▪◽◻ Yani bu özel ismin tesniyesi ve cemi de yoktur. Mesela haşa dilimize bile yakışmıyor "Allahlar" hiçbir zaman denmez.

💠

"Arapçada ilâhin ceminde «âlihe» rabbın ceminde «erbab» denildiği gibi Farisîde hudanın ceminde «hudayan» ve lisanımızda «Tanrılar, mabutlar, ilâhlar, rablar» denilir, çünkü bunlar haklıya, haksıza itlâk edilmiştir."

▪◽◻ Arapçada ilâhin ceminde, cem çoğul demek, ilah kelimesinin çoğuluna âlihe, Rab kelimesinin çoğuluna erbab dendiği gibi Farsçada hüdanın çoğuluna hüdayan lisanımızda "tanrılar, mabutlar, ilâhlar, rablar" denilir, çünkü bunlar haklıya, haksıza itlâk edilmiştir. Yani insanların ürettiği, haksız yere kendisine tanrı denilmiş birçok tanrı var ve bunlara tanrılar deniliyor.

💠

"Halbuki «Allahlar» denilmemiştir ve denemez. Böyle bir tabir işitirsek söyleyenin cehline veya gafletine hamlederiz. Edebiyatı ahırede ismi alemlerin bir maksadı tazim ile cemilendiği ve meselâ «Ebüssuutlar, İbn-i Kemâllar» denildiği vaki ise de alemi vahdaniyet olan «Allah» ismi celâlinde böyle bir tabir bilakis maksadı tazime munafi olduğundan hem hilâfı hak ve hem hilâfi edeb addedilir, bu azameti ancak Allah tealâ kendisi "Biz" diye gösterir.

▪◽◻ Diyelim ki "Mehmet Âkifler kolay yetişmiyor" şeklinde edebi bir söyleyiş tarzı, bir şahsın isminde söylüyoruz ama onu çoğul yaparak onun gibi olanlar, benzeri pek olmayanlar, demiş oluyoruz bu cümlede. Böyle bir kullanım vaki ise de alemi vahdaniyet, alem özel isim demek, işaret demek, alemi vahdaniyet olan «Allah» ismi celâlinde böyle bir tabir bilakis maksadı tazime munafi, yani "Mehmet Âkifler, İbni Kemaller, Ebusuutlar yetiştirdi bu millet", böyle dediğimizde bu isimlere saygı göstermiş oluyoruz, onların değerini ifade etmiş oluyoruz, tam tersine Allah isminde ise "Allahlar" denmesi haşa, tazime aykırı, munafi olduğundan hem hilâfı hak gerçeğe aykırı bir şey söylemiş oluyoruz hem hilâfi edeb addedilir, edebe de aykırıdır. Bu azameti ancak Allah Tealâ kendisi "Biz" diye gösterir. Kendisinden "Biz" diye bahsettiği yerler var Kur'an-ı Kerim'de, Allah Teâlâ ancak orada bunu gösterir.

📌 'TANRI' DEMEK DOĞRU MU?

"Hâlbuki tanrı adı böyle değildir, mabud, ilâh gibidir. Batıl mabudlara dahi tanrı ismi cinsi verilir. Müşrikler birçok tanrılara taparlardı. Filanların tanrıları şöyle, falanlarınki şöyledir denilir. Demek ki, tanrı ismi cinsi «Allah» ismi hasının müradifi değildir, eamdır."

▪◽◻ Yani eşanlamlısı değil geneldir, en geneldir. Tapılan her şey demektir. Allah Teâlâ'ya da tanrı denilebilir ama Afrika'da bir kabilenin taptığı ağaca da tanrı denilir. Dolayısıyla umumi olarak tapılan demektir.

💠

"Binaenaleyh "Allah ismi" "tanrı adı" ile tercüme olunamaz."

▪◽◻ Elmalılı Hamdi Yazır'ın bu tefsiri hangi şartlar altında yazdığını, hangi dönemde yazdığını, o dönemde Türkçe Kur'an, Türkçe namaz, Türkçe ezan gayretleri içerisinde bulunulurken Allah ismi neden tercüme edilemez, tanrı ismi neden Allah isminin yerini tutmaz diye bu kadar uzun açıklamalar yapıyor.

💠

"Allah ismi" "tanrı adı" ile tercüme olunamaz. Bunun içindir ki, Süleyman Efendi Mevlidine "Allah" adıyla başlamış "tanrı adı" dememiştir."

▪◽◻ Burada yeri gelmişken geçtiğimiz derslerde ifade etmiştik ama tekrar edelim. Tanrı demek günah mıdır? Yani tanrı dediği zaman birisi, bazılarının tüyleri diken diken oluyor "neden tanrı kelimesini kullandınız" diye. Tanrı, yüce Rabbimizin isimlerinden bir tanesinin Türkçe tercümesidir. O da ilah kelimesi. Tanrı, ilah isminin Türkçesidir ve Yunus'un şiirlerinde dahi kullanılmıştır.

▪◽◻ Öz Türkçede tanrı Allah Teâlâ'nın isimlerinden biri olarak kullanılır. Yani Cenâb-ı Hakk'tan, Rahman olan Rabbimiz dediğimde, Rahman diye bahsettiğimde nasıl rahatsız olmuyorsak tanrı dediğimizde de aynı şekilde rahatsız olmayız. Tabi ki Allah isminin yerini tutmaz. Çünkü o özel isim. Tanrı ismi asla Allah isminin yerini tutmaz. Fakat bir kimse Allah dememek için tanrı diyorsa burası problemdir. Yani Allah'ın adını ağzına almamak için, Allah kelimesini telaffuz etmemek için. Kasıtlı olarak Allah demeyip tanrı diyorsa bir insan, o çok ciddi bir itikadi problemdir kendisi açısından.

📌 ALLAH İSMİNİN KÖKENİ

"Müfessiriin Allah ismi hassının tarihi lisan noktai nazarından tetkikine çalışmışlar ve tarihi edyan meraklıları da bununla uğraşmışlardır. Bunda başlıca matlûb şunlardır. Bu kelime esasen Arabî mi değil mi? Menkul mu mürtecel mi, müştak mi, gayri müştak mi? Tarihi nedir?"

▪◽◻ Müfessir, kendisi Kur'an'ı tefsir eden bir eser vermiş olan kişiye denir. Tefsirci ise tefsir ilmini tahsil etmiş, bu ilmi anlatmış, öğrenmiş, öğretmiş yani tefsirdeki mahareti ile bilinen tefsirdeki birikimi ile bilinen kişi demek. Filozofla felsefeci gibi. Filozof her şeyiyle bütün bir felsefi bir sistem üretmiş, o güne kadar benzeri olmayan, kendisinin ürettiği, kendisiyle anılan bir felsefi sistem üretmiş kişidir.

KUR'AN-I KERİM SAYFAMIZDAN RAMAZAN MUKABELESİ TAKİP ETMEK İÇİN TIKLAYIN

▪◽◻ Hayatı açıklayan, var oluşu açıklayan bir düşünce sistemi üretmiş olan kişiye denir. Felsefeci ise filozofların ürettiği sistemleri bilen, felsefe tarihini bilen, onların tartışma yönlerini bilen vesaire ama kendisi bir sistem üretmemiş. Dolayısıyla tefsirci ile müfessir eş anlamlı değil onu bilmiş olalım. Müfessir dediğimizde kendisinin hususen tefsire dair bir eseri olan, Kur'an'ı tefsir etmiş olan, asıl tefsir ilmiyle uğraşan âlimlerimizi kastediyoruz.

▪◽◻ Müfessirler Allah ismi hassının tarihi lisan noktai nazarından tetkikine çalışmışlar onu dil tarihi açısından araştırmışlar ve tarihi edyan, yani dinler tarihi, meraklıları da bununla uğraşmışlardır. Bunda başlıca matlûb şunlardır. Yani ne elde etmek istiyorlar bu araştırmalarında, neyi öğrenmek istiyorlar? Bu kelime esasen Arabî mi değil mi? Arapça kökenli mi değil mi?

▪◽◻ Menkul mu mürtecel mi, müştak mi, gayri müştak mi? Yani başka bir lisandan mı Arapçaya geçmiş, Arapça içerisinde başka köklerden mi türemiş yoksa hiçbir kökten türememiş ve bu şekilde mi biliniyor. İrticalen böyle duyulmuş ve böyle kullanılıyor. Başka bir köke bunu bağlayabiliyor muyuz. Tarihi nedir? Yani ne zamandan beri böyle kullanılıyor bu kelime. Bunu araştırmışlar.

💠

"Bunlara kısaca işaret edelim: İbtida şunu itiraf etmek lâzım gelir ki, ilmimiz mabudi hakkın zatını muhit olmadığı gibi ismi hassına karşı da öylece kasırdır."

▪◽◻ Biz Cenâb-ı Hakk'ın zatını kavrayacak ilme ulaşamadığımız gibi O'nun özel ismini de tam olarak her şeyiyle kavramaya yine yetmez. Burada da noksan kalırız.

💠

"Ve Arabîde Allah ismi celâlinin sureti istimaline benziyen hiçbir kelime yoktur ve buna me'haz tayini gayri mümkindir."

▪◽◻ Arapçada Allah ismiyle kıyaslayabileceğimiz, kullanımı onun gibi olan hiçbir kelime yoktur ve buna me'haz tayini gayri mümkindir. Yani nereden alınmış, kaynağı ne, Allah ismi başka bir dilden mi gelmiş, birkaç kelimeden mi türetilmiş, hangi kökten türetilmiş, bunu da tespit etmek mümkün değil.

💠

"Buna lisan noktai nazarından bazı delâletler de tanıyoruz."

▪◽◻ Dil açısından baktığımızda bunun böyle olduğunun delilleri var diyor.

📌 ALLAH İSMİ İSLAM İLE Mİ GELDİ?

"Evvelâ asrı risaleti Muhammedîde bütün Arapların bu ismi hassı tanıdığı malûmdur."

▪◽◻ Yani İslam'la birlikte gelmedi Arapçaya Allah kelimesi. Peygamber Efendimizin (sav) peygamberliği döneminde Allah dediğinde, o dilde kullanılıyordu ve herkes neyin kastedildiğini biliyordu.

💠

"Ve Kur'an'ı azimüşşan da bize bunu anlatıyor: "Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le yekûlunnallâh" (Zümer suresi, 38. ayet) "Onlara gökleri ve yeri kim yarattı diye sorsan hiç kuşkusuz "elbette Allah" diyecekler."

▪◽◻ Yani müşrikler de yaratıcı olarak Allah kavramını biliyorlar ve kullanıyorlar.

💠

"Binaenaleyh şimdi bizde olduğu gibi o zamanda bu ism, lisanı Arabın tam bir malı olduğu şüphesizdir."

▪◽◻ Elmalılı Hamdi Yazır, Allah isminin Türkçenin de bir unsuru olduğunu söylüyor. Tanımlar, Allah Teâlâ hakkında O'nu bize ifade edecek tanımlar, Allah isminden daha açık değil. Çünkü bu o kadar dilimize yerleşmiş ki toplumun her kesiminde Allah denildiğinde neyi kastettiğimizi biliyor ve zihnimizde hepimizin aynı şey canlanıyor.

E-KİTAP SAYFAMIZDAN RİYÂZU'S SÂLİHÎN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

💠

"Sonra bunun Hazret-i İsmail zamanından beri cari olduğu da malûmdur. Bu itibarile de arabiyeti şüphesizdir. Hâlbuki Kur'ân'da bu ismi celâlin daha evvel mevcudiyeti de anlaşılıyor. Binaenaleyh Hazret-i İbrahimden itibaren İbranî veya Süryanî gibi diğer bir lisandan intikali cayi mülâhaza oluyor ve burada intikale zahib olanlar görülüyor."

▪◽◻ Bazı dilciler bunun başka lisanlardan Arapçaya geçtiğini düşünüyorlar.

💠

"Fakat Âd ve Semûd kıssalarında ve daha mukaddem olan Enbiyai kiram lisanlarında da yalnız manasının değil, bizzat bu ismi hassın dahi deveranını anlıyoruz ve İbranî veya Süryanînin Arapçaya alel'itlâk takaddümünü de bilmiyoruz."

▪◽◻ Yani bu ismin Allah şeklinde kullanıldığını anlıyoruz. Hz. İbrahim döneminde, İbranicede, Süryanicede bu kelime var ama bu diller Arapçadan daha eski diller mi, bunu da bilmiyoruz.

💠

"Bunun için kelimenin Arapçada daha evvel Arabı arıbî ve Arabı baideye kadar çıkan bir tarihi bulunduğu zahirdir."

▪◽◻ Araplar temelde ikiye ayrılırlar. Ezeli Araplar yani çok eskiden beri Arap olanlar, bir de sonradan Araplaşmış olanlar. Sonradan Araplaşmış olanlar Hz. İsmail soyundan gelenler. Hz. İsmail, Hz. İbrahim'in oğlu ve Mezopotamyalı, oradan geldi Mekke'ye yerleşti ve sonradan Araplaştı. O döneme kadar giden bir kullanımı var Allah lafzının.

💠

"Binaenaleyh «İsrail, Cebrail, Mikâil» kelimeleri gibi İbranîden menkul «a'cemî» zannetmek için bir delil yoktur."

▪◽◻ Bu ismi, İbraniceden menkul, Arapçaya dışarıdan girmiş bir kelime zannetmek için bir delilimiz yoktur.

Kur'an-ı Kerim'de bize anlatıldığına göre, en eski peygamberlere kadar en eski tarihe kadar indiğimizde Allah isminin kullanıldığını görüyoruz. Bu onun Arapçaya dair ya da bir kökten türediğine dair bütün tartışmaları bitirecek bir delil de ortada yok.

💠

"Hasılı Allah ismi gayri müştak ve gayri menkul olup bilirtical vaz'ı evvelde bir ismi alemdir."

▪◽◻ Hasılı Allah ismi gayri müştak yani bir başka kelimeden türetilmemiş ve gayri menkul yani bir başka dilden Arapçaya girmemiş olup bilirtical vaz'ı evvelde bir ismi alemdir yani başlangıçtan itibaren bu şekilde kullanılmış, ilk ne zaman kullanıldıysa o zamandan itibaren bu şekilde kullanılmış bir özel isimdir.

💠

"Ve zatullah bütün esma ve sıfata mukaddem olduğu gibi Allah ismi de öyledir."

▪◽◻ Allah'ın zatı, O'nun bütün isimlerinden ve sıfatlardan mukaddem olduğu gibi Allah ismi de öyledir.

💠

"O, ulûhiyet vasfından değil, ulûhiyet, mabudiyet vasfı ondan me'huzdur."

▪◽◻ Allah ismi ulûhiyet vasfından ötürü Allah Teâlâ'ya verilmemiştir. Ulûhiyet, mabudiyet vasfı Allah isminden alınmıştır. Yani Allah'ın zatı nasıl her şeyin en başındaysa - hiçbir şey yokken O vardı - O'nun ismi de öyle. O Allah olduğu için insanlar O'na taptılar.

Uluhiyet: Tanrılık veya Allahlık vasfı demektir. Ubudiyet ise kulluk anlamına gelir.

"Allah mabud olduğu için Allah değil, Allah olduğu için mabuddur."

▪◽◻ Allah Teâlâ'nın Allah olması, insanların O'na tapmasına veya yarattıklarının O'na tapmasına bağlı değildir. O'na hiç kimse tapmasa da o Allah'tır. O Allah olduğu için biz O'na tapıyoruz; biz taptığımız için O Allah olmadı. Burası çok çok önemli.

💠

"Onun ilâhiyeti ibadet ve ubudiyete istihkakı lizatihidir."

▪◽◻ Onun ilah oluşu, kendisine kulluk edilmesi ve bunu hak ediyor oluşu, kendi zatından dolayıdır. Siz O'na öyle davrandığınız için değil…

Lizatihi: Bizzat kendisi, kendisinin bir özelliği olarak.

💠

"Beşer, puta tapar, ateşe tapar, güneşe tapar, kahramanlara, cebabireye veya bazı sevdiği şeylere tapar, taptığı zaman onlar ilâh, mabud olurlar, bilâhara bunlardan cayar, tanımaz olur, o zaman onlar da mabudiyet, ilahiyet vasfı müstearlarını zayi ederler. Hâlbuki insanlar, Allah'ı mabud tanısın tanımasın, o zatından mabuddur."

▪◽◻ Bunu; bir makama geldiği zaman önemli olanla, önemli olduğu için her makama layık olan arasındaki fark gibi düşünebiliriz.

İSLAM İLMİHALİ SAYFAMIZDAN MERAK ETTİĞİNİZ TÜM SORULARIN CEVABINI ÖĞRENEBİLİRSİNİZ

💠

"Ona her şey ibadet ve ubudiyete borçludur. Hattâ münkirler bile bilmeyerek olsun ona ubudiyette muztardırlar."

▪◽◻ Çünkü sünnetullah seni nasıl yarattıysa, bir kalıba soktuysa, bedenini ve varoluşunu hangi şartlara bağladıysa (sen demeyelim) bir inkârcı; iradesini Allah'ı inkâr etmek için kullanıyor ama bedeniyle bütün varlığıyla, acıktığı zaman yemek yemesiyle, boşaltım sistemiyle, uykusunu kontrol edememesiyle, ihtiyaçlarıyla, farkına varmadan Allah'a kulluk etmiş oluyor. Bu duruma Kur'an-ı Kerim'de tav'an ev kerhen denir… Bazıları tav'an ibadet ederler Allah'a; isteyerek gönülden bazıları da kerhen; iradelerine düşen kısımda kulluğu reddeler ama varlığın yasalarına zorunlu olarak uymak zorunda oldukları için istemsizce Allah'a ibadet etmeye devam ederler.

Ubudiyet: Kulluk.
Muztar: Zorlanmış. Cebr olunmuş. Mecbur kalış. Çaresiz kalıp başı sıkılan.
tav'an ev kerhen: İster istemez. İsteyerek olsun yahut istemeyerek olsun.

"Hasılı, Allah isminin lisanı aharden (bir başka lisandan) ahzi (alınmış olması) veya iştikakı (bir kökten türemiş olması) bu şerait altında kabili tayin değildir."

▪◽◻ Yani biz, "kesinlikle şu şöyledir" diye tartışmaları bitirecek şekilde bir tayinde bulanamıyoruz.

💠

"Ve bu İsmi celâl, lisan noktai nazarından da müsemması gibi bir ezeliyet nikabı içindedir."

▪◽◻ Müsemması nasıl bir ezeliyet perdesi içindeyse, isminin kaynağı konusunda da bizim çözebileceğimiz, tartışmayı bitirebileceğimiz açık bir delalet yok. Bize örtülüdür çünkü bizim kavrayışımızın çok üzerindedir.

💠

"Ve bütün bunlardan en basit bir mefhum edinmek için söylenecek söz hayret ve büyüklüktür."

▪◽◻ Allah Teâlâ için söyleyeceğimiz şey bizim için hayret makamıdır. Biz O'nu tarif etmekten aciz kaldığımızı, O'nun büyüklüğü karşısında şaşkınlığa düştüğümüzü ifade ederiz: Allahu Ekber! deriz, diyor.

💠

📌 LAFZATULLAH CELAL VE CEMAL İSİMLERİ

▪◽◻ Bir kulun konuşurken sürekli Allah ismini tekrarlaması edebe aykırı görüldüğü için büyüklerimiz, lafzatullah kelimesini tercih etmişler. Veya ismi celal demişler. Celal; büyüklük, karşısındakinde en hafif ifadeyle, saygı uyandıran ama aslında dehşetli bir saygı uyandıran azamet isimleri demek.

▪◽◻ Cenab-ı Hakk'ın isimlerini müellifler ikiye ayırır: Celal ve Cemal isimleri… Cebbar ismi celal ismidir, güç ifade eder. Aziz ismi celal ismidir, güç ifade eder. Kalbine yakınlık uyandıran, ümit bahşeden isimlerine de cemal isimleri denmiştir.

Peki, Allah ismi celal ismi mi cemal ismi midir?

▪◽◻ Aslında lafzatullaha ismi celal denildiğini biliyoruz ama nedense içimizde cemal ismiymiş gibi bir sezgi, düşünce var. Cenab-ı Hakk'tan sanki sırdaşımız gibi bahsetme hissi, Allah'a yakınlık gibi geliyor ama huşunun, boyun eğişin, teslimiyetin, itaatin ortadan kalkmasına sebep oluyor. Bu açıdan Allah isminin celal ismi olduğunu ve onu her söyleyişimizde ürpermemiz gerektiğini, büyük bir saygı uyandırması gerektiğini bilmek gerekir.

📌 RAHMAN İSMİNİN ÖZELLİKLERİ

"Bu da Allah Teâlâ'ya has bir isimdir. Bunun bir mefhumı mahsusu vardır. Fakat ismi zat değil, ismi sıfattır. Hem mevsuflu hem mevsufsuz kullanılır, binaenaleyh ismi mahız ile sıfatı mahza beyninde mütedairdir."

▪◽◻ Bazen isim yerine bazen sıfat yerine kullanılır. Kur'an'da çok yerde Rahman ismi Cenab-ı Hakk'ın isminin yerine kullanılmıştır.

Mevsuf: Vasıflanan. Bir sıfatla tavsif edilen.

💠

"Bunun için harfi cerle tadiye etmez, fiil ameli yapmaz, Rahmanün bikeza denilmez, fakat izafetle Rahmanüddünya gibi amel eder, böyle olması bunun sıfatı fiil değil, sıfatı zat olduğunu gösterir."

▪◽◻ Rabbimizin bir fiilinin sıfatı değil, zatının sıfatıdır. Arasındaki fark, zatının sıfatı kendisinden ayrılmaz, her an onunla beraberdir. Cenab-ı Hakk bir insanı cezalandırırken de Rahman'dır. Merhameti kendisinden ayrılmış değildir.

💠

"Ve böyle sıfatlara sıfatı galibe namı verilir."

▪◽◻ Baskın sıfat demek. Örneğin; anaokulllarında sınıf anneleri vardır, anne dediklerinde kimin kastedildiği bellidir. Ama normal şartlarda anne dediğimizde kimi kastettiğimiz belli değildir.

💠

"Esasen mutazammın olduğu manayı vasfiyeti haiz olan her zatı tavsif caiz iken o sıfatla mümtaz olan bir zatı mahsusta istimali galebe edip yalnız onun sıfatı olarak kullanılmış demektir."

▪◽◻ Herkes merhametli olabilecekken bir kişide o kadar baskın hale gelmiş ki artık o sıfat söylendiğinde o varlık, zat anlaşılıyor.

mutazammın: İçine alan, içeren.

💠

"Galebe bir mertebe daha kuvvet bulunca isim olarak dahi istimal edilir ki, Rahman böyledir.

Her halde «Rahman» Allah tealâya mahsus bir ismi sıfattır. Binaenaleyh esasen sıfat olmak itibariyle çok rahmet sahibi, pek merhametli, çok merhametli, gayet merhametli veya namütenahî rahmet sahibi diye tefsir edilebilse de hususiyeti ve ismiyeti hasebile terecemesi mümkin olmaz."

▪◽◻ Allah ismini nasıl ki tercüme etmiyorsak, Rahman sıfatını da tercüme edemeyiz. Çünkü ismi has yerine kullanılanlar tercüme edilmez; bunların tercümesi değiştirmek demektir.

💠

"Ve lisanımızda böyle bir isim yoktur. Bazılarının bunu «esirgeyici» diye tercüme ettiklerini görüyoruz. Hâlbuki esirgemek esasında kıskanmak diriğ etmek manasınadır. «Benden onu esirgedin» denilir. Sonra kıskanılanın korunması, saklanması tabiî olduğundan esirgemek, lâzımı olan korumak manasına da kullanılır. «Beni esirgemiyorsun» deriz ki, «beni korumuyorsun» demektir. Fakat bana merhamet etmiyorsun gibi, bana esirgemiyorsun denilmez. Binaenaleyh esirgeyici esasında «kıskanç» demek olacağından rahmanın takdiren tefsiri dahi olmamış olur."

▪◽◻ Yani bırakın tam karşılığı olmasını, onu tefsir eden yaklaşık bir ifade bile değildir, diyor.

💠

"Elemlenmek, acı duymak demek olan acımaktan acıyıcı da tatsız ve şaibelidir, kuru bir acımak merhamet değildir."

▪◽◻ Esma-i Hüsna'da Rahman isminin tefsirinde çok üzerinde durulan bir konudur. Merhamet, gereğini yerine getirmek demektir. Sadece acımak merhamet değildir. Merhamet acıma duygusuyla hareket etmek demektir. Acıma duygusunun sizde davranışa ve ahlaka dönüşmesi demektir.

💠

"Merhamet acıyı afati def'a ve onun yerine sürur ve hayrı ikameye müteveccih olan bir iyilik duygusudur ki, lisanımızda tamamen maruf bir kelimedir."

▪◽◻ Biz merhamet kelimesini biliyor ve kullanıyoruz; artık merhamet denildiğinde ne kastedildiğini herkes anlıyor zaten.

💠

"Biz merhametli sıfatından anladığımız tatlı manayı öbürlerinden tamamile doymayız ve hele pek merhametli yerinde «acıyıcı, esirgeyici» demeyiz. Bunun için eskilerimiz bu makamda yarlığamak filinden yarlığayıcı sıfatını kullanırlardı «Rabbim rahmetile yarlığasın», «rahmetinle yarlığa yarabbi», «rahmetinle yarlığa kıl ya gani» gibi ki, tahfif ile «yarlamak» ve «yarlayıcı» denildiği de vakidir ve esasında «yar muamelesi yapmak» demektir ki, merhametin neticesidir."

"Lâkin yarlığayıcı da isim değil, sıfattır. Hasılı rahman «pek merhametli» diye nâkıs bir surette tefsir olunabilirse de tercüme olunamaz."

▪◽◻ "Pek merhametli" ancak Rahman'ın tefsiri, açıklaması, izahı olabilir, tercümesi olamaz.

💠

"Zira pek merhametli ne sıfatı galibedendir, ne ismi hastır, «Rahim» demek te olabilir. Sonra Allah tealânın rahmeti, merhameti, bir hissi kalbî, bir temayüli nefsanî manasına bir iyilik duygusu değildir. Fatihada izah olunacağı üzere iradei hayr veya in'amı namütenahi manasınadır. Lisanımızda da rahmet bu mana ile müteareftir, lâkin bu münasebetle «Rahman» ismini «Vehhab» ismi ile karıştırmak ta caiz olmaz."

▪◽◻ Vehhab, Rahman gibi has değildir. Özel ismi yerine de kullanılmaz. Çok boyutlu bir şekilde, Rahman'ın biricikliğini, eşsizliğini, başka hiçbir kelime tam olarak karşılayamayacağını bize anlatmış oluyor.

"Binaenaleyh Rahman, Vehhab, veya afüv manalarını ifade eden «bağışlayıcı» sıfatile de terceme olunamaz. Bu ismi belleriz ve tercümesiyle değil tefsiriyle rahmet mefhumundan anlamağa çalışırız."

💠

CENAB-I HAKK'IN RAHİM SIFATI

"Rahim dahi sıfatı müşebbehe veya mübalağa ile ismi fâil olarak ikinci bir sıfattır."

▪◽◻ Fâil vezni mübalaga-i ism-i faildir. Aynı kökten yani ra-he-me kökünden başka bir kalıba sokularak Cenab-ı Hakk kendisini ikinci defa vasıflandırıyor. "Bismillahi" Allah'ın ismiyle, "er-Rahman'ı" eklediğimizde "Bismillahirrahmani" yani "Rahman olan Allah'ın ismiyle" oldu. Sonra ona bir de "Rahim" sıfatını ekliyor.

Mübalaga-i ism-i fail: Bir varlıkta bir özelliğin çok fazla bulunduğunu ve bir kimsenin
bir şeyi çok fazla yaptığını gösteren isimlerdir. Bu isimler sülasi fiilden türetilirler ve özel vezinleri vardır.

💠

"İki sıfatın farkı daha bariz olmak için burada ikincisi daha muvafıktır ki, «çok merhamet edici» demek olur. Bu dahi Cenabıallahın sıfatlarından biridir. Fakat sıfatı mahzadır, mevsufsuz kullanılmaz."

▪◽◻ Hiçbir yerde Rahim ismi Rahman isminde olduğu gibi lafzatullah yerine kullanılmamıştır.

💠

"Ve binaenaleyh Rahman gibi sıfatı galibe ve ismi has olmayıp Allahtan başkasında da kullanılabilir."

▪◽◻ Kullar Rahim olabilir ama Rahman olmaz.

💠

"Ve fiil ameli yapar, harfi tarifi de ahd içindir. Şu halde Allahirrahmanirrahim terkibi vasfîleri evvelâ bir ismi mahz, saniyen hem isim hem sıfat, salisen mahzı sıfat olan üç kelimeden müteşekkil olarak husustan umuma doğru inbisat etmiştir."

▪◽◻ Yani Allah ismi, ismi has; Rahman hem isim hem sıfat; Rahim sadece sıfat. Böyle bir sıralamayla oluşmuş oluyor.

💠

"bu iki sıfat «Allah» ismi zatını kalbimizde mefhumlamıştır."

▪◽◻ Biz Rahman ve Rahim sıfatlarını öğrendiğimizde Rabbimizin nasıl bir Rabb olduğunu anlamaya başlıyoruz. Bize kendisini bu iki sıfatıyla Rabbimiz açıklamış oluyor. Bunların nereden geldiğini hatırlayalım: Kur'an'ın ilk cümlesi… Bismillahirrahmanirrahim… diyoruz.

▪◽◻ Bunlar dîdarı ilâhînin ilk tecellii cemalidir. İlk olarak Cenab-ı Hakk kendisini bize tanıtmak için kelamının başında bu iki ismi merhamet kökünden türeyen rahman ve rahim isimlerini seçmiştir. Bu da bizim için çok çok büyük ikramdır.

💠

"Görüyoruz ki, rahman – rahim ikisi de rahmet masdarından mubalâğa ifade eden birer sıfat olmakla beraber aralarında ehemmiyetli farklar vardır. Bu farkları göstermek için müfessirin hayli izahatta bulunmuşlardır ki, biz, şu kadarile iktifa edeceğiz: Rahmaniyet ezele, rahîmiyet lâyezale nazırdır."

▪◽◻ Cenab-ı Hakk'ın Rahman oluşu başlangıçta ağırlıklı olarak Rahman'dır, tecelli etmiştir. Varlığın ortaya çıkışında, ilk yaratılışta, bir varlığı yaratırken bütün detayları ile yarattı. Yaratılışta estetik ihtiyacı da düşünerek var etti. İşte bu Rahman isminin tecellisi... Rahim ismi de sondaki sonsuzlukla alakalıdır.

▪◽◻ Elmalılı Hamdi Yazır şöyle diyor: "Eğer Allah Teala sadece Rahman olsaydı Rahim olmasaydı yani O'ndan bizim bekleyeceğimiz, ihtiyaç duyacağımız ikinci bir merhamet olmasaydı; hiçbirimiz salih ameller yapmak için gereken şevki, motivasyounu içimizde bulamazdık. Çünkü bize vereceği bütün merhametini bütün rahmetini en baştan vermiş olacaktı. Rahman, başlangıçta bizi yaratırken bize merhametle muamele eden; Rahim de kendisine başlangıçta verilen bu nimetleri, varlık imkânını, potansiyeli doğru yolda kullananlara, sonsuzluk âleminde ikinci kez merhametiyle muamele edecek olan demektir. İşte insanı amel etmeye, kurallara uymaya, Allah'tan gelen vahye tâbi olmaya teşvik eden Rahim ismidir. Eğer Rahim ismi olmasaydı Allah Teala adaletli de olmamış olacaktı. Çünkü amel edenle-etmeyen, iyiyle-kötü, doğru yolda yaşayanla-yaşamayan aynı sonucu tatmış olacaktı."

💠Fatma Bayram ile Elmalılı Hamdi Yazır'dan Fatiha tefsiri okumalarını her hafta Perşembe günleri 17.30'da Fikriyat Instagram hesabından canlı olarak izleyebilirsiniz.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN