Harflerin bestekârı: Hattat Hâmid Aytaç
Osmanlının Cumhuriyete yâdigârı olan son hattatı; celî sülüsde, sülüsde, nesihde ve talikde zamanın en değerli ustalarından Hâmid Aytaç, Diyarbakır'da başlayıp, İstanbul'da sona eren hayatının ardında çok sayıda öğrenci ve dünyanın dört bir yanına yayılmış eserler bıraktı.
Diyâr-ı Bekr (eski adıyla Âmid, bugünkü adıyla Diyarbakır) şehrinde 1891'de doğan Hâmid Bey, bu sebeble imzâlarını bâzan Hâmidü'l-Âmidî şeklinde yazar. Asıl ismi de o civarda pek yaygın bir yatır ismi olan "Şeyh Mûsa Azmi" dir (kısaltılmışı: Şeyhmûs) ve bilhassa gençlik eserlerinde o da Azmi veya Mûsa Azmi adını kullanmıştır.[1]
OSMANLININ CUMHURİYETE YÂDİGÂRI OLAN SON HATTAT: HÂMİD AYTAÇ
HÂMİD AYTAÇ KİMDİR?
Diyarbakır'da sıbyan mektebini, askerî rüşdiyeyi ve idâdîyi bitirdikten sonra 1908'de yüksek tahsil için İstanbul'a gitti. Bir yıl Mekteb-i Nüvvâb'a (1910'dan sonraki adıyla Mekteb-i Kudât) devam ettikten sonra sanata karşı kabiliyetini gören hocalarının tesiriyle Sanâyi-i Nefîse Mektebi'ne kaydoldu. Fakat babasının ölümü üzerine geçimini sağlamak için çalışmak zorunda kaldığından tahsilini tamamlayamadı.
Haseki'de Gülşen-i Maârif Mektebi'nde hat ve resim hocası olarak çalışmaya başladı; bu arada özel şekilde matbaa işleriyle de uğraştı. Rüsûmat (Gümrük) Matbaası, Mekteb-i Harbiyye Matbaası ve sonra da hocası Mehmed Nazif Efendi'nin vefatı üzerine tayin edildiği Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye Matbaası'nda Mehmed Emin Efendi ile beraber hattat olarak çalıştı. Bir yıl kadar da Almanya'da haritacılık ihtisası yapan Mûsâ Azmi Bey, döndüğünde memuriyeti yanında geçim sıkıntısı sebebiyle Bâbıâli'de Hattat Hâmid Yazı Yurdu'nu açarak Hâmid müstear imzası ile piyasaya yazılar yazmaya başladı. Bir süre sonra da resmî görevinden ayrılıp kendini tamamen bu işe verdi.
1928 harf inkılâbından sonra atölyesini matbaa haline getirerek klişecilik, çinkografi, pantografi, mâmul maddeler için lüks etiket ve kartvizit basımı gibi işlerle meşgul oldu. Bunların yanı sıra hat ile de ilgisini kesmeyerek yurt içinden ve yurt dışından gelen özel istekleri karşılamaya devam etti. 1960 yılında Paşabahçe Cam Fabrikası'na girdi. Burada imal edilen cam eşya üzerine çeşitli yazılar yazdı. 1975'te emekliye ayrıldı; ömrünün geri kalan kısmını yazı yazmakla geçirdi.
Hâmid Aytaç, uzun ömrünü san'atıyla dopdolu geçirdi. Vefât ettiği 18 Mayıs 1982 tarihinden itibaren bir yıl öncesine kadar kalemini elinden bırakmadı. Vasiyeti üzerine naaşı Karacaahmet Mezarlığı'nda defnedildi. Kabri Şeyh Hamdullah'ın yakınındadır.
HÂMİD AYTAÇ'IN SANATI
Hâmid Aytaç'ın sanatını geliştirmesinde şahsî gayreti ve çabası ön planda gelir. O eski usulde bir hattatın yanında yetişmiş olmayıp daha çok hat otoriteleriyle mütalaa ve müzakerelerde bulunarak ve eski hattatların yazı örneklerini sabırla ve titizlikle inceleyerek ilerlemiş ve başta celî-sülüs olmak üzere sülüs, nesih, celî, ta'lik ve diğer yazı çeşitlerinde, hatta Latin yazılarında hemen hemen aynı kudrette kalem kullanan bir sanatkâr şahsiyetiyle kendisini sanat çevrelerine kabul ettirmiştir.
Aytaç, İslâm yazı sanatlarına yön veren ve İslâm dünyasının dikkatlerini İstanbul üzerinde toplamayı başaran büyük Türk hattatlarının sonuncusudur.
HÂMİD AYTAÇ'IN ESERLERİ
En önemli eserlerinden biri, satırlarda "Allah" lafızlarını alt alta getirerek, diğeri de Hasan Rızâ Efendi'nin mushaf-ı şerifini esas alarak yazdığı Kur'ân-ı Kerîm'lerdir. Bunların ilki 1974'te ve daha sonraki yıllarda İstanbul, Almanya ve Beyrut'ta, diğeri ise 1986 yılında İstanbul'da basılmıştır. Kur'an cüzü, en'âm-ı şerif, Yâsîn-i şerif, dua ve evrâd mecmuası, elifbâ türünde yayımlanmış eserleri yanında, hilye, kıta, murakka' vb. levha boyutlarında sayısız eseri olup bunların pek çoğu Türk ve dünya koleksiyonlarına girmiştir. Eski harflerle yayımlanmış yüzlerce kitap, dergi, gazete ve mecmuanın kapak yazıları ile yeni harflerle neşredilmiş dinî ve edebî eserlerin Arapça metinlerinin pek çoğu onun kaleminden çıkmıştır. Son yazılarından oluşan Kırk Hadis, Abdülkadir Karahan'ın açıklamalarıyla birlikte Kültür Bakanlığı'nca bastırılmıştır.
Hâmid Aytaç'ın Şişli Câmii kapısı üzerindeki müsennâ celî sülüs istifi, Prof. Uğur Derman
Şişli ve Söğütlüçeşme camileri ile Sirkeci Hobyar Mescidi'ndeki yazıları, İstanbul Eyüp Camii'nin kubbe yazıları, Ankara Kocatepe Camii'nin mihrap üstü ve ana kubbe göbeği yazıları, Kasımpaşa Camii dış revakları üzerindeki Nebe' sûresi, Kadıköy Moda, Kartal, Pendik, Paşabahçe, Fındıklı, Hacıküçük, Çanakkale Çan, Denizli Tavas camileri yazıları, mezar taşlarına hakkedilmiş hatları onun celî yazıdaki dehasını ve kudretini gösterir. Özellikle Şişli Camii kapısı üzerindeki celî-sülüs aynalı istifi dünyaca ünlüdür. İstanbul Belediyesi Şehir Müzesi'nde 4603, 4604, 4605, 4626, 4651, 4658, 4661 numaralarda kayıtlı celî-sülüs, celî-ta'lik ve celî-divanî yazıları da onun en güzel eserlerindendir.
İslâm Konferansı Teşkilâtı'na bağlı Milletlerarası İslâm Kültür Mirasını Koruma Komisyonu tarafından 1986 yılında İstanbul'da düzenlenen milletlerarası ilk hat müsabakasına onun adı verildi.
Hayatının son yıllarında yurt içinde ve yurt dışında pek çok talebenin yetişmesine sebep olmuş ve icâzet vermiştir. Hattat Halim Özyazıcı ve Iraklı Hâşim Muhammed el-Bağdâdî kendisinden faydalananların başında gelir.
HAYAT HİKÂYESİNİN ANLATILDIĞI KASET
Süleymaniye Kütüphanesi'nde eserlerinin birçoğunun mikrofilmleri alınarak arşivlenmiştir. Yine bu kütüphanede kendi sesinden hayat hikâyesinin anlatıldığı bir kaset mevcuttur. Suudi Arabistan Kralı Halid tarafından Aytaç hocanın yazdığı Kur'an-ı Kerim ülke liderlerine hediye edilmiştir.
YEMİN BOZDURAN ABDÜLHAMİD TUĞRASI
Hâmid Aytaç yazı yazmayı, hayatının merkezine alır. Vaktinin neredeyse tamamını bu işe ayırdığı için derslerini ihmal eder. Bu ihmal ona, tahsil hayatında bir kayıp seneye mal olur. Bunun üzerine babası Zülfikar Ağa, yazıyla uğraşmasını yasak eder. Onun da gönlünde, oğlunu asker olarak görmek vardır. Babası tarafından yeminle yasak konsa da Musa Azmi; hokkayla, mürekkeple, aharlı kâğıtlarla ve o kâğıtların üzerini bezediği harflerle arasına bir türlü mesafe koyamaz. Hayalinde İstanbul'a gitmek ve orada yazı sanatının ustalarıyla meşk etmek vardır.
Hâmid Aytaç'ın tokça sülüsle yazdığı enfes Arapça bir şiir, Prof. Uğur Derman
Yıl 1904… Musa Azmi 13 yaşındadır. Sultan 2. Abdülhamid tahttadır. Belediyede çalışan amcazadesi vesilesiyle padişahın cülus yıldönümü için tuğra yazıldığını öğrenir. Aytaç hikayesini şöyle anlatır:
"Sultan II. Abdülhamid Han'ın cülusu (tahta çıkış yıldönümü) münâsebetiyle beyaz bir bez üzerine "Padişahım Çok Yaşa" yazısı yazılacak, geceleri arkadan lambayla aydınlatılarak meydana asılacaktı. Yazıyı hocam yazıyordu (hangisi olduğunu şimdi hatırlayamıyorum). Ben de hocama yardım ediyorum. Bu esnada ben de tuttum, padişahın tuğrasını yazdım. Amcazâdem belediyede memurdu. Çalışmalarımı görmüş ve alâkalılara durumu bildirmiş. Bana sultan II. Abdülhamid Han'ın tuğrasını sipariş ettiler. Ben de yazdım. Bir yandan da babamdan çekiniyordum. Çalışmalarıma mukabil bir altın lira verdiler, sevinçle koşa koşa eve geldim. Babama "Belediyeye yazı yazdırdılar, karşılığında bunu verdiler" dedim. Pek inanmadı, "yalan söylüyorsun. Bu parayı buldun mu, çaldın mı?" dedi. Ben de "Ne buldum, ne de çaldım" dedim. "Peki, akşama amcazâden gelir, ondan sorarım. Şayet yalanın ortaya çıkarsa o zaman gününü görürsün" dedi."
Zülfikâr Ağa sonradan belediyede görevli yeğeninden durumu teyit edince, oğluna koyduğu yazı yasağından vazgeçer, yemin kefaretini de öder…