İslam âlemine büyük emek vermiş ömürler
Okumak için Anadolu’dan İstanbul’a gelen fakir öğrencilere destek olan Gönenli Mehmet Efendi, ilk Kur'an muallimlerinden Nur-i Osmaniye Camisi imamı Hasan Akkuş, her pazar ikindi namazı sonrası Râmûzü’l-ehâdîs dersleri veren Mehmet Zahit Kotku Efendi, maaşının bir kısmını öğrencilerinin ihtiyaçlarına harcayan Kesik Bacak İsmail Efendi gibi simge isimlerin bulunduğu, İslam âlemine hizmet eden yüzlerce âlim ve hoca ‘Camiler ve Din Hizmetine Adanmış Ömürler’ başlığı altında anılacak.
Camiler ve Din Görevlileri Haftası'nın bu yılki teması, 'Camiler ve Din Hizmetine Adanmış Ömürler' olarak belirlendi. Diyanet bu sayede, yurt içi ve yurt dışında gerçekleştireceği etkinliklerle İslam âlemine hizmet eden yüzlerce âlim ve hocayı hatırlatacak.
Diyanet İşleri Başkanlığınca 1-7 Ekim'de düzenlenecek, "Camiler ve Din Görevlileri Haftası"nın bu yılki teması, "Camiler ve Din Hizmetine Adanmış Ömürler" olacak. Başkanlıktan 81 il müftülüğüne gönderilen yazıya göre, hafta kapsamında "Camiler ve Din Hizmetine Adanmış Ömürler" konusu ele alınacak.
"YANIMIZDA OLAN BİRİLERİ VAR"
Hafta boyunca yurt içi ve yurt dışında gerçekleştirilecek etkinliklerle din görevlilerinin İslam tarihi ve medeniyetindeki yeri ve önemi üzerinde durulacak, din hizmetlerine büyük emekler vermiş örnek şahsiyetler ile cami ve Kur'an kurslarının imar ve ihyasında önemli fedakârlıklarda bulunan hayır sahipleri hatırlanacak. Böylece cami ve din görevlilerinin tarih boyunca yüklendikleri misyonun canlı tutulmasına katkı sağlanacak. Ayrıca, "Yanımızda olan birileri var" sloganıyla hazırlanan din görevlileriyle ilgili görseller de sosyal medyada ve etkinlik alanlarında kullanılacak.
"Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir"
(Hz. Muhammed)
TEK BAŞINA BİR MEKTEP: GÖNENLİ MEHMET EFENDİ
Tek başına bir Kur'an mektebi olan Gönenli Mehmet Efendi, neredeyse 'Allah' demenin yasak olduğu bir devirde maddeten fakir ama gönülleri ilim aşkıyla dolu Anadolu çocuklarına açılmış bir mektepti. Hem de tamamen ücretsiz olan bir mektep.
Gönen'de doğan Mehmet Efendi, ilköğrenimini ve hıfzını tamamladıktan sonra 1920'li yıllarda İstanbul'a gitti. Serezli Ahmed Şükrü Efendi'nin ders halkasına devam ederek 1925'te kıraat ilminden icâzet aldı. Bu arada Medresetü'l-irşâd'a kaydoldu. Medreselerin kapatılması üzerine (1924) yeni açılan İmam-Hatip Mektebi'nin son sınıfına kabul edildi; 1927 yılında bu okuldan mezun oldu. Soyadı kanunu çıktıktan sonra Öğütçü soyadını aldı. Halk arasında ise daha çok Gönenli Hoca olarak tanınır.
İmam-Hatip okulları açılmadan ve daha sonrasında yeterli sayıda mezun vermeden önce Gönenli Hoca, Türkiye'de din görevlilerine karşı duyulan ihtiyacı göz önüne alarak kendi gayretiyle öğrenci yetiştirirken sonraları bu faaliyeti her türlü sorumluluğunu üstlendiği Kur'an kurslarında sürdürdü.
BİNLERCE TALEBE YETİŞTİRDİ
Kur'ân-ı Kerîm ve dinî bilgiler öğrenmek üzere Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden İstanbul'a gelen fakir öğrencilerin ihtiyaçlarını halktan topladığı yardımlarla karşılayarak önemli hizmetlerde bulunarak 1940-1980 yılları arasında binlerce talebe yetiştirdi.
FAKİR ÖĞRENCİLERE AÇILMIŞ BABA KUCAĞI
Onun ilgilendiği kursların başında hepsi de Fatih semtinde olmak üzere Üçbaş Camii Kur'an Kursu, Hacı Hasan Camii Kur'an Kursu (İmâret-i Atîk Camii ile birlikte) ve Akseki Mescidi'ndeki Hırka-i Şerif Kur'an Kursu gelir. Bunlardan başka İstanbul'un muhtelif semtlerindeki birçok caminin müştemilâtında veya apartman dairelerinde barınan yüzlerce öğrencinin masrafı da yine Gönenli Hoca tarafından karşılanmaktaydı. Mektebinin aşı ekmeği tükendiği zaman oturduğu evi satmaya kalkardı.
Gönenli Mehmet Efendi kadınların eğitimine çok önem verirdi. Haftanın hemen her gününde İstanbul'un çeşitli yerlerindeki camilerde kadınlara vaaz verirdi. Bu vaazlarında öğretmekten çok eğitm, irşad etme ve dinî hayatı canlı tutma onun başlıca hedefiydi. Bu sebeple vaazlarına güzel sesiyle Kur'ân-ı Kerîm okuyarak başlar, ilâhi ve kasidelerle cemaati coşturur, ardından dinleyicilerin dikkatini çekecek şekilde etkili ve slogan mahiyetindeki cümlelerle kısa konuşmasını yapardı. İnsanları ferahlatan sesiyle büyük kitleleri camiye çekmeyi başardı.
Özellikle hanımlara yaptığı vaazlarda Hz. Peygamber'in ezkâr ve evrâd olarak okunmasını tavsiye ettiği tehlîl, teşbih, dua, istiğfar ve salavât-ı şerifelerden seçtiklerini cemaatiyle birlikte okurdu ve fırsat buldukça buna devam edilmesini tavsiye ederdi. Bu evrâd ve tesbîhat daha sonra "Evrad ve Tesbihat" adıyla kitap haline getirilip basıldı.
HER KESİMDEN İNSANA KUCAK AÇAN KANAAT ÖNDERİ
Reîsü'l-kurrâlık yapan Gönenli Mehmet Efendi, cemaati kazanan ve kazandıran olarak görür, tebrik ve teşekkür eder, tekrar beklediğini söylerdi. İnsana olan coşkun sevgisini ve samimi memnuniyetini daima hissettirirdi.
Sultanahmet Camii'ni bir müjde camisine döndürürdü. "Ne güzel ettiniz de geldiniz bu mübarek bayram sabahında… Hoş geldiniz. Şimdi bu güzelliği idrak edemeyen nice kardeşimiz var, dua edelim de Rabbim onları da aramıza katsın inşallah" derdi.
Bir gün, Sultanahmet'teki vaazını bitirirken dedi ki: " Şimdi ben bir dua edeceğim, siz de âmin diyeceksiniz." Duanın sonunda cemaatin sesini kâfi görmeyen Gönenli Hoca, "Ben tekrar dua edeceğim, siz de can-ı gönülden öyle bir âmin diyeceksiniz ki hem duanın tadına varacaksınız hem de şu gâvurcuklar duamızdan duygulansın." O sırada camide turist kafilesi bulunuyordu.
İrşad konusunda Hz. Peygamber'in "Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz" meâlindeki hadisinin emrini hayatı boyunca titizlikle uygulamaya çalıştı. Başarısı, coşkun imanı ve ihlâsı yanında uyguladığı hoşgörüye dayanan bu yöntemden kaynaklanmaktaydı.
Gönenli Hoca'nın hiçbir tarikata intisabı yoktu. Bu hususta soru soranlara, "Biz Resûlullah'ın yolundayız" derdi. Fakat tasavvufun zühd ve takva çerçevesinde öngördüğü bütün fazilet ve üstün meziyetlere sahip olduğu için halk ona bir velî gözüyle bakıyordu.
Bütün ömrünü hayır hizmetlerine sarf eden Gönenli Mehmet Efendi, başta Kızılay ve Yeşilay olmak üzere yetişebildiği her çeşit hayır kurumuyla yakından ilgilendi. Halkla iç içe yaşadı, zengin fakir her sınıfın güvenini ve sevgisini kazandı. 7 Temmuz 1982'de Sultan Ahmed Camii imamlığından emekli olduktan sonra da hayır ve irşad hizmetlerine koşmaktan geri durmadı.
2 Ocak 1991'de vefat etti. Fatih Camii'nde çok kalabalık bir cemaatin iştirakiyle, kendisinden sonra reîsülkurrâlık görevini devralan Abdurrahman Gürses tarafından kıldırılan cenaze namazından sonra Edirnekapı Şehitliği'ne defnedildi.
Vefatından sonra hizmetlerini devam ettirmek üzere Gönen'de 1994'te kendi adına bir cami inşa edildi. Ayrıca 1995 yılında İstanbul'da Gönenli Mehmet Efendi İlim ve Hizmet Vakfı adıyla bir vakıf kuruldu.
Sakarya'nın Soğuksu köyünde doğan Abdurrahman Gürses'in babası da bu köyün imamlığını yapan Hâfız Said Efendi'dir. On üç-on dört yaşlarında Kur'ân-ı Kerîm'i hıfzetti. Ardından Hendek'te Abdurrauf Hoca'dan tâlim-tecvid, Hendek Yenicami Medresesi'nde müftü Ali Niyazi Konuk'tan sarf, nahiv ve fıkıh dersleri aldı. Daha sonra İstanbul'a giderek Ayasofya Soğukçeşme medreselerinde bir müddet tahsil gördü, Yeni Cami imamı Nuri Efendi gibi Osmanlı bakiyesi ulemâ ve müderrislerle tanışıp kendilerinden faydalandı. Erbilli Esad Efendi'nin sohbetlerine katıldı. Medreselerin kapatılması üzerine (1924) Hendek'e döndü ve 1934 yılına kadar burada kaldı.
Üsküdar Selimiye Camii imamı Fehmi Efendi'den İstanbul tariki Ahmed es-Sûfî mesleği üzere kıraat okudu ve 1937'de icâzet aldı. İlk resmî görevine 1938 sonlarına doğru Fatih Mihrimah Sultan Camii'nde imam-hatip olarak başladıysa da bir ay geçmeden Teşvikiye Camii'ne nakledildi. Burada yaklaşık beş yıl görev yaptıktan sonra 22 Mayıs 1944'te Beyazıt Camii'ne tayin edildi. 6 Haziran 1979'da emekliye ayrılıncaya kadar bu camide görev yaptı.
Gönenli Mehmet Efendi'nin vefatından sonra reîsülkurrâ unvanını alıp ölümüne kadar bu görevini sürdürdü.
DÖNEMİNİN KIRAAT İLMİNİN SON HALKASI
Kıraat ilminin kendi kuşağı itibarıyla yaşayan son halkası Reisü'l-Kurra Abdurrahman Gürses Hoca Efendi; kıraat ilmine vukufu, tilaveti ve duruşuyla örnek bir şahsiyetti. Kur'an-ı Kerim'in canlı ve içten okunması konusunda son derece hassasiyet gösterir, talebelerine hâliyle ve kaliyle Kur'an ehli olmanın adabını da öğretirdi. Kur'an ehline; Kur'an ahlakıyla ahlaklanmasını; mütevazı, vakur, temiz olmasını; Allah'ın kelamını huşu içerisinde okumasını tavsiye ederdi. Yetiştirdiği öğrencilerin işinin ehli olmasına gayret gösterir, mihrabın şerefine büyük önem verirdi. Bu hassasiyetini de "Ey imam ve hatipler! Ehil olmadan o makama geçmeyin." diyerek ifade etmişti. Âlimin ölümü âlemin ölümü gibiydi.
Beyazıt Camii Kur'an Kursu, Nuruosmaniye Kur'an Kursu ve 1973'te bir dönem İstanbul İmam-Hatip Okulu başta olmak üzere çeşitli yerlerde tâlim ve kıraat dersleri verdi; bu arada davet üzerine gittiği Fas'ta Verş rivayetini okuttu. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı Haseki Eğitim Merkezi'nde 1976-1998 yılları arasında kıraat öğretti.
Gayri resmî olarak icâzet verdiği pek çok talebenin yanı sıra burada 100'den fazla talebeye aşere-takrîb icâzeti verdi. Talebeleri arasında İsmail Biçer, Mehmet Çevik, Ramazan Pakdil, Mehmet Sevinç, Necati Kap, Sıtkı Gülle, Fatih Çollak, Mustafa Demirkan, Talip Akbal ve H. Osman Şahin gibi isimler zikredilebilir. Vakarı, tok gözlülüğü, temiz giyinişi, Kur'an hizmetine gönül vermesiyle tanınan ve zihinlerde müstesna bir yer edinmiş olan Abdurrahman Gürses 10 Ağustos 1999 tarihinde vefat etti ve Beyazıt Camii'nin hazîresine defnedildi.
Abdurrahman Gürses, kıraat ilim mirasının Osmanlılardan günümüze intikalinde önemli bir görev üstlendi. Bu bağlamda bir kıraat öğretim usulü olan Ahmed es-Sûfî mesleğinin devam etmesini sağlamış olmasının yanı sıra döneminin önde gelen Kur'an okuyucularının başında yer aldı. Tilâvet tarzı itibariyle harflerin telaffuzunda ve makam geçkisinde tekellüften kaçınan, eski İstanbul hâfızları ile Mahmûd Halîl el-Husarî, Abdülfettâh Şa'şâî gibi Mısırlı okuyucuların tilâvetlerinden etkilenen ve bu yönüyle Arap-Türk sentezi olarak nitelendirilebilecek olan bir tavır benimsedi. Uzun nefesi, tiz ve pes ses perdeleri arasında âni iniş ve çıkışlar yapabilmesi, duruma uygun aşırlar seçmesi, tilâvetini uzun tutması ve okuyuşlarında zaman zaman tercî'/tekrar yapması da onun tilâvet tarzının özellikleri arasında zikredilebilir. Mûsiki eğitimi aldığı bilinmemekle birlikte kulak dolgunluğuyla farklı makamlarda icrada bulunurdu. Tilâvetlerinde genellikle rast, segâh ve hicaz, zaman zaman uşşak, bayatî ve acem-aşiran makamlarını kullanırdı.
DÜNYACA TANINAN ÂLİM
Çeşitli vesilelerle Mersafî, M. Halîl el-Husarî, Şeyh Sayfî, Abdülfettâh eş-Şa'şâî gibi önde gelen kıraat âlimi ve kurrâlarıyla tanışma imkânı elde eden Gürses, şimdiki adıyla Uluslararası Melik Abdülazîz Kur'an Yarışması'nda jüri üyesi olarak Mekke'de bulunduğu sırada kıraat ilmine dair bazı ilmî toplantılara katıldı. Pakistan, Endonezya, Malezya, Tunus, Cezayir, Libya, Lübnan, Irak gibi ülkelerde düzenlenen tilâvet programlarına okuyucu olarak çağrılması, ayrıca Verş rivayetini okutmak üzere gittiği Fas'ta kendi adına bir Kur'an kursunun açılmış olması onun kıraat ve tilâvet birikiminin uluslararası düzeyde tanındığını gösterir. Gürses'in Takrîb Kavâid Defteri gibi bazı ders notlarının yanı sıra İslâm'ın Nuru adlı dergide yayımlanmış derleme ve tercüme niteliğinde yazıları vardır.
İNSAN EĞİTİMİNİ ESAS ALAN HOCA: MEHMET ZAHİT KOTKU EFENDİ
Bursa Pınarbaşı'nda doğdu. Ailesi, 1880 yılında Dağıstan'ın Şeki kasabasından Anadolu'ya göç edip Bursa'ya yerleşmiştir. Mehmet Zahit annesi Sabire Hanım'ı üç yaşında iken kaybetti. Bursa'ya geldiklerinde on altı yaşlarında olan babası İbrâhim Efendi çeşitli yerlerde imamlık yaptıktan sonra 1929'da Bursa ovasındaki İzvat köyünde vefat etti. Mehmet Zahit, Oruç Bey Mahalle Mektebi'nde başladığı öğrenimini Maksem'deki idâdîde ve Bursa Sanat Mektebi'nde sürdürdü.
I. Dünya Savaşı sırasında on sekiz yaşlarında askere alınarak Suriye cephesine gönderildi. Ordunun Suriye'den çekilmesinin ardından İstanbul'a döndü. Temmuz 1919'dan itibaren askerlik şubesinde yazıcı olarak askerlik görevine devam etti. Hâtıra defterindeki kayıtlardan 1922 Martında bu görevi sürdürdüğü anlaşılır.
Yıllarca süren askerliği boyunca gün gün her şeyi not eden Mehmet Zahit Kotku Hazretleri, askerliğinin son zamanlığını yaptığı İstanbul'da derslere, sohbetlere devam etti.
"Görmez misin ki, yağmur ne kadar çok yağarsa yağsın, tânecikleri hemen birleşir, toplanırlar. Derken dereler, nehirler meydana gelir. Netîcede bunlar barajları doldurur. Enerji santrallerini işletir, arâziyi sular, şehirlerin elektriğini temin ederler. Bu nîmet sâyesinde insanlar rahata kavuşur, işleri kolaylaşır. Bu ne büyük bahtiyarlıktır. Bundan ibret almalı, birlik ve berâberliğimizi temine çalışmalıyız. Tek tek hareket edersek, hepimiz helâk oluruz. Ne kadar dindâr olursan ol, birlik ve berâberliği her işin üstünde tutmadıkça, herkes kendi başına buyruk hareket ettikçe bir yere varılmaz."
KASABA VE KÖYLERDE DİNÎ HİZMETLERDE BULUNDU
Bir cuma namazını Ayasofya Cami'nde kıldıktan sonra, Vilâyet karşısındaki Fatma Sultan Cami yanında bulunan Gümüşhanevî Dergâhına gitti. Dağıstanlı Şeyh Ömer Ziyâüddîn Efendiye intisâb edip, talebe oldu. Onun sohbet ve derslerinde bulunarak Şeyh Dağıstanlı Ömer Ziyâeddin Efendi'ye intisap etti. Ömer Ziyâüddîn Efendinin vefatı üzerine, yerine geçen Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendinin sohbetlerine devam etti. Tasavvuf yolundaki vazifesini tamamlayıp, icazet, diploma aldı. Bu arada Bâyezîd, Fâtih ve Ayasofya Cami ve medreselerindeki derslere devam etti. Bu sırada hafızlığını tamamladı. Ayrıca Hacı Hasîb Efendiden kıraat ilmi ve fıkıh icazeti aldı. Mustafa Feyzi Efendi'nin isteğiyle çeşitli kasaba ve köylerde dinî hizmetlerde bulundu.
"Selâm sâdece iyi dilek ve temennîlerin sözle ifâde edilmesinden ibâret kuru bir görev değildir. Gerçekte selâm, yolda karşılaştığımız bir kardeşimizin ihtiyâcının var olup olmadığını, varsa bizimle giderilebilecek bir tarafının bulunup bulunmadığını, öğrenip elimizden geleni yaptıktan sonra yola devâm edip gitmektir."
Tekkelerin kapatılması üzerine Bursa'ya dönerek babasının imamlık yaptığı İzvat köyüne yerleşti. Babası ölünce onun görevini sürdürmeye başladı. 1946 yılına kadar köy imamlığı yaptı, ardından Üftâde Camii imamlığına tayin edildi. 1952 yılı Aralık ayında Gümüşhanevî Dergâhı'ndan arkadaşı Abdülaziz Bekkine'nin vefatı üzerine görevi onun vazife yaptığı Zeyrek'teki Ümmü Gülsüm Mescidi'ne nakledildi. Bu mescidin istimlâki söz konusu olunca Fatih İskenderpaşa Camii'ne tayin edildi (1958). Vefatına kadar bu camide görevini sürdürdü. 1979 yazında gittiği Hicaz'dan 1980 Şubatında ağır hasta olarak döndü. Ameliyat olduktan sonra hac mevsimi gelince tekrar hacca gitti. 13 Kasım 1980'de İstanbul'da vefat etti. Cenaze namazı 14 Kasım'da Süleymaniye Camii'nde kılındıktan sonra Kanûnî Sultan Süleyman Türbesi hazîresine defnedildi.
Vefat ettiği gün Mehmet Hoca'nın takvim yaprağında Hz. Mevlana'nın şu sözü vardı:
"Arkamdan ağlama, öldüğüm gün tabutum yürüyünce bende bu dünya derdi var sanma."
HALKIN EĞİTİMİNE KENDİNİ ADADI
Mehmet Zahit Kotku insan eğitimini esas almış, kendini fertlerin iç dünyalarının zenginleştirilmesine adamıştı. Görev yaptığı camilerde her pazar ikindi namazının ardından Râmûzü'l-eĥâdîŝ dersleri vermiş, cuma vaazları ve önemli günlerdeki konuşmaları yanında özel sohbetleriyle de halkı eğitmeye çalıştı. Vaaz ve sohbetlerinde dinî konuların yanı sıra ülkenin ekonomik, politik, kültürel ve sosyal problemleriyle ilgili görüşlerini de ifade etmiş, bu tavrıyla bilhassa üniversite öğrencileri üzerinde etkili oldu. Eğitim ve yardımlaşma amaçlı bazı vakıflar onun tavsiyesi üzerine kurulmuş, ayrıca birçok hayır kurumunun tesisine vesile olmuştur. Ersin Gürdoğan, Görünmeyen Üniversite adlı kitabında Mehmet Zahit Kotku'nun dinî şahsiyetini ve sosyal yönünü incelemiştir.
NECMETTİN ERBAKAN'A DA YOL GÖSTERDİ
Talebelerine makam, mevki ve para tutkunu olmanın tehlikelerini anlatan Mehmet Zahit Hoca, Necmettin Erbakan'dan Turgut Özal'a, Recai Kutan'dan Sabahattin Zaim'e kadar sayılamayacak kadar çok isme yol gösterdi.
"Evde elime toplu iğne kutusu aldım, baktım yabancı malı… Daha bir iğne yapamayacak mıyız?" demesi üzerine cemaat harekete geçti. Necmettin Erbakan'ın öncülüğünde, adı daha sonraları Pancar Motor'a dönüşecek olan Gümüş Motor Fabrikası kuruldu. Buradaki "Gümüş" adı Gümüşhanevi Tekkesi'nden geliyordu.
Ömrünü hizmete adayan Mehmet Zahid Kotku Hazretleri, bugün de insanlığın önünü aydınlatmaya devam eden çok sayıda eser verdi. Bunlar; Tasavvufî Ahlâk, Cennet Yolları, Mü'minlere Vaazlar, Ehl-i Sünnet Akaidi, Ana Baba Hakları, Hadislerle Nasihatlar, Nefsin Terbiyesi, Tezkiretül-Evliyâ Tercümesi, Risâle-i Hàlidiyye Tercümesi, Evrâd-ı Şerif, Faydalı Dualar ve 32 Farz Mecmuası, Yemek Adâbı.
İLK KUR'AN MUALLİMİ: HASAN AKKUŞ
Ankara'nın Kızılcahamam ilçesine bağlı Beşkonak (Gürcü) köyünde doğdu. Babası Osman Efendi, annesi Keziban Hanım'dır. Çalışmak maksadıyla İstanbul'a giden babası daha sonra oğlu Hasan'ı da yanına aldı (1899). Osman Efendi bir müddet Gazhane'de işçilik yaptıktan sonra Sirkeci Emîrler Mescidi'ne müezzin oldu. Hasan Akkuş'un çocukluğu İstanbul'un Sirkeci semtinde geçti. İlk dinî bilgileri babasından aldı. İlk tahsilini de bugün IV. Vakıf Hanı diye anılan büyük iş hanının yerindeki Hamidiye Mektebi'nde tamamladı. Daha sonra Eyüp Kızılmescid imam-hatibi Hâfız Hüsnü Efendi'nin yanında hıfza başladı. Hâfızlığı tamamladıktan sonra Ayasofya Merkez Rüşdiyesi'ne kaydoldu. 1913 yılında buradan mezun olunca, Dârü'l-hilâfeti'l-aliyye medreselerinden Ayasofya Medresesi'ne girdi. Aynı yıl Çemberlitaş Dizdâriye Camii'ne müezzin-kayyım olarak tayin edildi. Öğrencilikle cami görevini birlikte yürütürken 1915 yılında silâh altına alındı ve iki aylık kısa bir eğitimden sonra Yemen cephesine gönderildi. Burada Birinci Fırka'ya bağlı istihkâm bölüğü ihtiyat zâbit vekili olarak görev yaptı. Bir ara İngilizler'e esir düştü. Çileli bir esaret hayatından sonra 1918'de hürriyetine kavuştu. İstanbul'a dönünce Dizdâriye Camii'ndeki görevine yeniden başladı.
Bundan sonra kendisini Kur'an öğrenimine verdi. Tabak Yunus Camii imamı Reîsülkurrâ Hacı Hasan Efendi'den kırâat-ı seb'a ve aşere dersleri aldı. 1923'te Galata Arap Camii imam-hatipliğine, 1926'da Nuruosmaniye Camii hatipliğine, sonra da ikinci imam-hatipliğine tayin edildi. Bu sırada evlendi ve bu evlilikten üç çocuğu oldu. Bir taraftan Nuruosmaniye Camii başimam-hatibi Akreboğlu Hâfız Osman Efendi'den takrîb dersleri alırken bir taraftan da aynı camiin kayyımhanesinde Kur'an okuttu. Tanınmış hâfızlardan Ayasofya Camii imam-hatibi İdris Okur'la birlikte Ayasofya dersiâmlarından Âmâ Hâfız Halil Efendi'den ders aldı. 1934'te 30 lira maaşla İstanbul ikinci hâfız muallimliğine ve 1936'da da Nuruosmaniye Camii başimam-hatipliğine tayin edildi.
1940 yılında II. Dünya Savaşı sebebiyle ikinci defa askere alınarak şark cephesine gönderildi. Bir yıl kadar Diyarbakır'da ihtiyat zâbiti olarak görev yaptı. Terhisden sonra eski vazifesine döndü. Bu arada, Kur'an öğretimi için müstakil bir dershane ve öğrenci yurdu açma gereğine inanarak teşebbüse geçti. Pek çok güçlükle karşılaştı. Sonunda Nuruosmaniye Külliyesi içinde bulunan ve o zamana kadar depo olarak kullanılan mütevelli odasını (bugün Hasan Akkuş Dershanesi) dershane, daha sonra da harap vaziyette bulunan on iki odalı medreseyi yurt olarak kendi adına Vakıflar İdaresi'nden kiralamayı başardı. Böylece 1940-1950 yıllarında ilk yatılı Kur'an kursu modelini gerçekleştirmiş oldu.
Hafız Hasan Akkuş, dönemin bütün zorluklarına ve yöneticilerin baskılarına rağmen Kur'an öğretmekten ve okutmaktan geri durmaz. En kötü ortamlarda bile öğretme aşk ve heyecanını yitirmez. Yılgınlığa düşmez. Nitekim Nuruosmaniye Camii'ndeki kayyımhanede başladığı Kur'an eğitimini camideki mütevelli odasını sınıf yaparak ve daha sonra külliyedeki viraneye dönmüş on iki odalı medreseyi Kur'an kursuna çevirerek devam ettirir. Bir nevi bugünkü Kur'an kursu sisteminin başlatıcısıdır. Kur'an tilavetinde İstanbul tavrının en önemli temsilcilerinden biridir.
GENÇLİĞİNDE ÇEŞİTLİ SPOR FAALİYETLERİNE KATILDI
Kur'ân-ı Kerîm'e hizmeti ve güzel okuyuşu ile meşhur hâfızlar arasında yer alan Hasan Akkuş, 1950-1960 yılları arasında da imam-hatiplik ve Kur'an muallimliği görevlerini birlikte yürüttü. Bu arada birkaç defa hacca gitti. 1960'ta iki görevin birlikte yürütülmesi uygulamasına son verilince imamlığı tercih ederek 1926 yılından beri sürdürdüğü fiilî Kur'an hocalığını bıraktı. Bir ara İstanbul Hademe-i Hayrât Cemiyeti başkanlığı da yaptı. 4 Eylül 1970'te Nuruosmaniye Camii başimam-hatipliğinden kendi isteği ile emekliye ayrıldı. 8 Ocak 1972'de vefat etti. Namazı, uzun süre hizmet verdiği Nuruosmaniye Camii'nde kalabalık bir cemaatin iştirakiyle Beyazıt Camii başimam-hatibi Hâfız Abdurrahman Gürses tarafından kıldırıldı ve Levent Zincirlikuyu'daki aile kabristanına defnedildi.
Pek çok hâfız yetiştirmiş ve birçok hayırlı faaliyete önderlik etmiş olan Hasan Akkuş şakacı bir tabiata sahipti. Spora ve özellikle güreşe ilgi duymuş, gençliğinde çeşitli spor faaliyetlerine katılmıştı.
Hafız Hasan Akkuş zaman zaman dünürünün yanına Göynük'e giderdi. 1958'in başlarında yine Göynük'e gittiğinde bir mevlit merasiminde Kur'an okuyan küçük bir hafız dikkatini çekti. Merasimden sonra yanına çağırtıp ilgilenmiş ve yakınlarına, 'Bu küçük hafız köyde kalmasın, hemen İstanbul'a, Nuruosmaniye Kur'an Kursu'na benim yanıma getirin' dedi. Onlar da getirip Hafız Hasan Akkuş Hocaefendiye teslim ettiler. İsmail Biçer'deki güzel Kur'an okuma kabiliyetini ilk keşfeden ve onu yetiştirmeye çalışan Hasan Akkuş Hocaefendi oldu. Hasan Akkuş Hoca, onunla özel olarak ilgilenir, gittiği dini merasimlere mutlaka onu da götürür, Kur'an okuturdu.
SON DEVİR KIRAAT ÂLİMİ: MEHMET RÜŞTÜ AŞIKKUTLU
Kur'ân-ı Kerîm'i öğretmenin, öğrenmenin, okumanın ve hatta bulundurmanın dahi yasak olduğu söylenebilecek bir dönemin karanlığına kandil oldu. Devrindeki insanları aydınlattığı gibi, kendisinden sonraki dönemleri aydınlatacak olan kandilleri yetiştirdi, Kıraat ilminde yeni bir çığır açmıştı.
Diyânet'in aşere-takrib kurslarının temellerinin atılması ve yaygınlaşmasında da yine en büyük pay sahiplerinden biridir. Haseki gibi ihtisas kurumları vasıtasıyla, kıraatleri bütün rivayetleri ve tarikleriyle kursiyerlere hassasiyetle aktarma şeklindeki güzide eğitimin Türkiye'de birçok merkezde verilmesinin vesilesi oldu.
Of ilçesinin Uğurlu (Çifaruksa) kasabasında doğdu. Babası Ahmed Cemâleddin, annesi Hanîfe'dir. İlköğrenimini kasabanın öğretmeni olan babasından yaptı, sonra aynı yerde hıfzını tamamladı. Muhitin tanınmış âlimlerinden Çalıkzâde Tâhir Efendi, Çalekli Dursun Feyzi Efendi ve Kasımzâde Hasan Efendi'den Arapça, Bakkalzâde Paçanlı İsmâil Hakkı'dan ferâiz dersleri aldı. İmtihanla Çifaruksa Medresesi'nin dördüncü sınıfına kaydoldu. Altıncı sınıftayken medreseler kapatılınca (1924) bir müddet daha Dursun Feyzi Efendi'den tefsir, akaid ve fıkıh okuduktan sonra İstanbul'a giderek Hâfız Ahmed Şükrü ve yeğeni Hâfız İsmâil Hakkı Bayrî'den aşere ve takrîb, Varnalızâde Hâfız Ahmed Hamdî'den de İbnü'l-Cezerî'nin Tayyibetü'n-Neşr'ini okudu.
Mehmet Rüştü görev hayatına oldukça erken yaşlarda Uğurlu kasabası Merkez Camii'nde fahrî imam-hatip olarak başladı. 1936 yılında Uğurlu Kur'an Kursu öğreticiliğine, 1941'de Of merkez vâizliğine tayin edildi. Resmî görevini sürdürürken bir yandan da kıraat, fıkıh ve Arapça okuttu. 1976 yılında vâizlikten emekliye ayrıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı'nca Ankara ve İstanbul'da açılan hizmet içi eğitim kurslarında 1974-1979 yılları arasında, bütün rivayet ve tarikleriyle aşere okuttu. Tayyibetü'n-Neşr'i takrir etti. 28 Ağustos 1980'de tedavi için Trabzon'dan İstanbul'a giderken uçakta vefat eden Âşıkkutlu, doğduğu yer olan Uğurlu kasabasında defnedildi.
Sahasında pek çok öğrenci yetiştiren Âşıkkutlu'nun kıraat konusunda Aşere Kaideleri, Takrîb Kaideleri, Tayyibe Tercümesi ve Tayyibe Şerhi adlı dört eseri vardır. Henüz basılmamış olan bu kitaplar Uğurlu'da vârislerinin elinde bulunan özel kitaplığındadır.
Aşıkkutlu Hoca'nın kardeşi Kemalettin Aşıkkutlu, hocanın öğrencilere verdiği değeri şöyle ifade eder: "Kur'ana verdiği değer karşısında, kursa gelen talebeye son haddine kadar ilgi ve alaka gösterirdi. Talebenin hocasına yapması icap eden hürmeti, tam aksine kendisi talebeye yapardı. Onların her işi ile alakadar olurdu. Talebeyi dövmez ve ağır söz söylemezdi. Yumuşak bir eda ile telkin ve tavsiyede bulunurdu. Umudunu kestiği talebeyi kaydını silerek geri gönderirdi. Bu geri gönderme hadisesi o kadar dikkate şayandır ki gönderdiği talebelerden bir tanesi dahi okumakta muvaffak olamamıştır." Gönderdiği çocuklardan daha sonra okuyup hoca olan hiç bir kimseye rastlanmaması, Aşıkkutlu'nun insan psikolojisini ne kadar iyi bildiğinin bir göstergesidir.
HAYAT ÇİZGİSİNİ DEĞİŞTİREN KAZA: KESİK BACAK İSMAİL EFENDİ
Batı Trakya'nın Serez şehrinde doğdu. İlköğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra İstanbul'a giderek Üsküdar Toptaşı Askerî Rüşdiyesi'ne kaydoldu. Zeki ve atılgan bir çocuk olan İsmail Hakkı, bir gün okuldan evine dönerken tramvaydan düşerek her iki bacağını da kaybetti. Bu durum onun hayat çizgisini değiştirdi; dayısı olan Fâtih Camii dersiâmlarından, Şehzade Camii şeyhülkurrâsı Serezli Ahmed Şükrü Efendi'nin himayesinde hıfza başladı. Daha sonra Oflu Mehmet Âşıkkutlu ile birlikte Reîsülkurrâ Varnalızâde Hâfız Hamdi Efendi'den kırâat-i aşereyi okuyarak icâzet aldı. Bekir Hâki Yener ve Ömer Nasuhi Bilmen gibi âlimlerin derslerini takip ederek hadis ve fıkıh bilgisini geliştirmeye çalıştı.
Fatih'te Kumrulu Mescid karşısında bir bakkal dükkânı açarak ticarete başlayan İsmail Efendi (1930) fahrî olarak Kur'an dersleri de veriyordu. İlk resmî hizmetine 1942'de Afyon Merkez Kur'an Kursu öğretmenliğiyle başladı. 1952 yılında İstanbul Fatih'teki Dülgerzâde Camii Kur'an Kursu öğretmenliğine nakledildi ve 1972'de emekli oluncaya kadar bu görevini sürdürdü. 11 Kasım 1972'de İstanbul'da öldü ve Edirnekapı Şehitliği'ne defnedildi.
MAAŞININ BİR KISMINI ÖĞRENCİLERİNİN İHTİYAÇLARINA HARCADI
Soyadı kanunundan sonra Bayrı soyadını alan İsmail Efendi çok sayıda talebe yetiştirmiş olup bunlardan doksan sekizine aşere, 3170 kadarına da tashîh-i hurûf belgesi vermiştir. Maaşının bir kısmını öğrencilerinin ihtiyaçlarına harcamak üzere her ay Gönenli Mehmet Efendi'ye göndermiş, özürlü olmasına rağmen kendine güvenini yitirmemiş ve saygınlığını hayatı boyunca sürdürmesini başarmıştır.