Göçmen huzursuzluğunun kara mizahı
Avusturya kökenli yönetmen Michael Haneke, Amour/Aşk filminin ve geçen beş yılının ardından tekrar beyaz perdede. Son filmi Happy End (Mutlu Son) ile ironik bir filme imza atan Haneke, her zaman gündeminde olan mevzuları, aile komedisinden çıkan bir trajediyi ve göçmen huzursuzluğunu kara mizah ile anlatıyor.
Avusturya kökenli yönetmen son filmi ile bir burjuva ailesi odağında sömürü düzenine ve sistemin 'ayrıcalıklı' insanlarına göz atıyor. Aile komedisinden bir trajedi çıkarmayı başarıyor. Filme Haneke eli değdikten sonra kendinizi, dipsiz bir terk edilmişlik kuyusuna hapsetmiş insanların; hem birbirlerine hem de başkalarına karşı olan anlayışsızlığının içinde buluyorsunuz.
Filmiyle ilgili Alman gazetesine açıklama yapan Haneke, "Ben tümüyle kişisel, açık kalmış intikam hesaplaşmalarında göçmenlerin kullanıldıkları gerçeğini gösteriyorum. Tek ütopya, insanın kendi gerçek hayatında insan olabilmesidir. Bu, herkesin altına imzasını attığı klişe bir sözdür. Problem, kararlı bir biçimde sürekli tepki veriyor, çok nadirse aktif harekete geçiyoruz. Toplum harekete geçer. Bizse sadece tepki gösteriyoruz. Bu durum hayatı daha da zorlaştırıyor. Toplum olmasa idi, hayat daha da zor olurdu. Burada biraz mutlu olunabilecek tek konu ise sevgidir. İkiyüzlü değil de, samimi insani tutumla angaje olan insanlar mutlu insanlardır. Bunu onlarda görmek mümkündür" diyor.
İZLEYİCİNİN HAPSOLDUĞU HUZURSUZLUK DÜNYASI
Michael Haneke, çağımız sinemasının yaşayan en büyük birkaç yönetmeninden biri. Bir sinema filminden beklediğiniz çoğu şeyi özellikle keyifli bir ânı, Haneke sinemasında bulamazsınız. Haneke çalışmalarının çoğu sabır isteyen eserler. İzleyiciyi hapsettiği huzursuzluk dünyası neredeyse tüm filmlerinde kendini gösteriyor. Öyle ki huzursuzluğun sonunun olup olmadığı sorulduğunda, "hiç olur mu? Güle ağlaya yaşıyoruz işte!" diyor. Ancak Fransa, Avusturya ve Almanya ortak yapımlı Mutlu Son/Happy End, yönetmenin hazmı kolay filmlerinden biri. Tıpkı 2005 tarihli Saklı/ Cache gibi.
HANEKE'DE İNİŞLER VE ÇIKIŞLAR
2012'de Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülüne layık görülen ve çokça ses getiren Amour/Aşk'ın bir nevi devamı sayılabilecek Mutlu Son (Happy End, 2017), "yeterince sert olmaması" gibi nedenlerle bu seneki festivalde fazla heyecan yaratmadı. Her filminde seyircisini şaşırtan yönetmen, Mutlu Son'da ölümü arzulayan karakterleri ve bu karakterlerin intihar girişimlerini temsil etme biçimiyle oldukça sert bir senaryo yazmış. Ama Haneke kendisinden beklenen yüksek sahnelere başvurmuyor.
Haneke'nin beş yıl önce çektiği Aşk/Amour isimli filminden sonra Happy End/Mutlu Son filmi kesinlikle analiz gerektiren bir yapıt olmuş. Bunu kelime ile tasvir etmek gerekirse Haneke'nin yaşamında bir durulma dönemi diyebiliriz.
Kendisini gizlemeyi tercih eden bu temel hikâye etrafında, Haneke'nin o bildik modern, yalnız, çaresiz, merhametsiz, sevgisiz, iletişimsiz karakterleri… Duygularını bastırmayı öğrenmiş ama dışavurmanın yollarını tıkamış, dolayısıyla kendi kendisini mutsuzluk zindanına hapsetmiş, çocukken göremediği sevgiyi nasıl göstereceğini öğrenememiş hasta ruhlar klanı…
GÖÇMENLİK HİKÂYESİ EVE'İN KİMLİĞİNDE
Filmden kısa bir şekilde bahsedecek olursak, İsabelle Huppert, Jean-Louis Trintignant ve Mathieu Kassovitz'in başrollerini paylaştıkları filmin senaryosu da Haneke'ye ait. Aslında Mutlu Son, Fantine Harduin tarafından canlandırılan Eve adlı henüz 13'ünde küçük bir kızın etrafında gelişiyor. Her ne kadar çekim aşamasında film, göçmen sorunlarına odaklanacak bir yapım şeklinde takdim edilse bile bu sorun, filmin ana izleklerinden biri değil. Elbette haberlerden öğrendiğimiz anlamıyla göçmenliğin. Filmin ele aldığı göçmenlik, aslında Eve'in kimliğinde temsil edilmekte.
İNSANLARIN ARASINDA YAPAYALNIZ
Annesinin intihara teşebbüs etmesinin ardından babasının yanına göç emek durumunda kalan Eve, aslında hiç yabancılık çekmemesi gereken bu evde, adeta bir göçmendir. Eve, alıştığı ortamdan, sıcaklığında rahat ettiği ana kucağından koparılmış, bilmediği bir yabancı ortamda, aralarında kan bağı bulunsa dahi kendisine kısmen yabancı insanların arasında yapayalnızdır. Bir göçmen kadar yalnız. Yalnız, yabancı, korunmasız, sevgisiz ve kimsesiz. O yüzden o da tıpkı annesi gibi intiharı seçer. (Gerçek Hayat)
"EĞLENMEMELERİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORLAR"
Happy End'de zehirlenmeler, intihar denemeleri, ölümcül kazalar olmasına rağmen bunlar eğlenceli bir şekilde izleniyor. Haneke bununla ilgili, "izleyiciler benim yönetmeni olduğum bir filmde eğlenmemeleri gerektiğini düşünüyorlar. Her durumda, Happy End'de gülünmesi beni sevindiriyor. Toplumumuz tragedya hakkını kaybettiğini söyleyebilirim. Bu tabii tek tek kişiler için geçerli değil. İnsanın bireysel dramı söz konusu. Fakat ülkelerden ya da kültür çevrelerinden söz ediliyorsa, evet bu hakkımızı kaybettik. Tragedya göç etti. Komedi, belli bir mesafeden ve kendine acıma duygusu olmaksızın yaşam biçimimize, otistikliğimize, körlüğümüze göz atıyor, diyor.
AVRUPALILARA AHLAK HARİTASI ÇİZİYOR
Avrupalılara ahlak haritası çizdiğinin mümkün olduğunu ifade eden Haneke, medyanın yaydığı görüntüler ile var olan gerçeklik arasındaki uçuruma dikkat çekiyor:
"Filmi, Avusturya'da yeni gelen göçmen kampının olduğu ve bu yüzden de orada yaşayan yerli halkın büyük yaygaralar kopardığı Treikirchen'de de çevirebilirdim. Fakat ben belli bir ülke ya da belli bir toplumsal kesimden değil, hepimizden söz etmek istiyordum. Buraya gelmeden önce Calais'de yaşananlar üzerine hazırlanmış televizyon programlarında cangıl denilen göçmen kampında korkunç kötü koşullar altında yaşayan insanları görmüştüm. Geldiğimde ise şehir merkezinde küçük gruplar halinde gezinen göçmenlerden başka bir şey görmedim. Medyanın yaydığı görüntüler ile var olan gerçeklik arasındaki uçurum akıl almazdı.
Daha akıldışı olanı ise Avusturya'dadır. Bu zaman zaman gülünç durumlar ortaya çıkarıyor. Eşimle birlikte yaşadığımız ormanlık bir semtte bulunan evimize çok yakın oturan, oradan da başka bir yere pek kolay kolay gitmeyen, yaşlı bir komşumuz var. Bir gün eşime; sesini alçaltarak "Viyana'da durum gerçekten o kadar kötü mü? Her taraf onlarla mı dolu?" diye sormuş. Eşim önce neden söz ettiğini anlamamış. Viyana sokaklarının çehresinin Afrikalı göçmenler nedeni ile değiştiği söylenemez. Medyanın özellikle siyasi konularda yaptıkları mide bulandırıcı."
Haneke'nin diğer filmleri:
Amour (2012)
Das Weisse Band'dan sonra, Haneke'nin sinemasal dilindeki dönüşümü en çok hissettiğimiz filmlerinden biri olan Amour (Aşk), aynı zamanda yönetmene ikinci Altın Palmiye'sini getiren film oldu. "Sevdiğiniz kişinin acı çekmesi karşısında ne yapardınız?" gibi zor bir soruya yanıt vermeye çalışan film, hüzünlü öyküsü ve karakterleriyle Haneke filmografisinin önde gelen filmleri arasına girmeyi başarıyor.
Benny's Video (1992)
Michael Haneke'nin, ilk filmi Der Siebente Kontinent'ten (Yedinci Kıta, 1989) sonraki ikinci uzun metrajı olan ve "Duygusal Buzlaşma Üçlemesi" adını verdiği serinin ikinci halkası Benny's Video (Benny'nin Videosu), beş yıl sonra çekeceği Funny Games'in de ilk adımıdır aslında. Filmde izlediğimiz şiddete meyilli bir ergen olan Benny'yi canlandıran Arno Frisch, Funny Games'de büyümüş haliyle yine şiddet düşkünü bir karakter olarak karşımıza çıktı. Bir anne baba ile korumak istedikleri çocuklarının yaşadıklarını anlatan film, Benny'nin şiddete bakışı ve algısı üzerinden etkileyici mesajlar veriyor.
Caché (2005)
Ünlü bir televizyoncunun, eşiyle ve çocuğuyla birlikte yaşadığı eve, bir video ile kanlı bir resmin gönderilmesi üzerine yaşadıkları olayları Caché'de (Saklı) hikayeleştiren Haneke, geçmişin getirdiği suçluluk duygusu ve bilinmezlik üzerinden tuhaf bir gerilim duygusu yaratıyor ve böylece Caché, Haneke'nin yine Cannes dâhil pek çok festivalden ödüllerle döndüğü filmi oluyor.
La Pianiste (2001)
Aile hikâyelerinden sonra kamerasını bir anne ile kızının ilişkisine çeviren Haneke, bu filmiyle çok tartışılacak bir karaktere imza attı ve La Pianiste (Piyanist), hem Cannes'da, hem de BAFTA'da pek çok ödülün sahibi oldu. Hastalıklı bir kişiliği olan bir piyano öğretmeni ile kendisine âşık öğrencisi arasında geçen aşk hikâyesini şok edici bir finalle tamamlayan La Pianiste, yönetmenin çok sevdiği üç müzisyenden biri olan Schubert'in besteleriyle zenginleştirdiği filmi oluyor.
Funny Games (1997)
Benny's Video'daki Arno Frisch'in, bu kez arkadaşıyla birlikte bir aileye uyguladığı nedensiz şiddet üzerinden müthiş bir gerilim sunan Haneke, bu filmiyle "şiddet filmleri yönetmeni" sıfatına layık görüldü. Yıllar sonra Hollywood'da aynı stilde, başka oyuncularla filmini yeniden çekse de, ilk filminin tadını bulmak mümkün olmadı. Funny Games (Ölümcül Oyunlar), karakterlerinin ve hikâyesinin sinir bozucu gerçekliğiyle Haneke önde gelen filmlerinden sayılıyor.
Das Weisse Band (2009)
Birinci Dünya Savaşının öncesinde, Almanya'nın küçük bir köyünde yaşanan bir dizi faili meçhul olay ile çocukların masumiyeti üzerine çok güçlü bir sorgulamaya girişen Das Weisse Band (Beyaz Bant); din, aile, toplum baskısı ve ideoloji gibi kavramları yeniden düşünmeye itiyor. Haneke'nin kendi deyimiyle, "bir fikrin ideolojiye dönüşmesinin uzlaşmaz çelişkiler yaratarak, insanlar arası ilişkileri hızla insanlıktan çıkarmasını" temalaştıran film, siyah beyaz haliyle kusursuz bir başyapıt. (Akşam)