Şiirden geçen İslâm şehirleri

Şehir konusu ya da derine inersek “şehir meselesi” edebiyatımıza divan ile girdi. Önemli şairlerimizle birlikte şiirlerde konu olarak işlenmeye başladı. Özellikle İslamcı şairlerimiz tarafından derinlemesine ele alınan şehir ve coğrafya konuları, ilk olarak Sezai Karakoç’la bir mesele haline geldi. Devamında ise birçok İslamcı şair tarafından şiirlerde yerini aldı.

Yayınlanma Tarihi: 30.10.2017 00:00 Güncelleme Tarihi: 17.01.2018 15:57

"…Günahlarımızı kül edecek ateş harmanını;
Verim yağmuru insin ülkemize;
Mekke'ye, Medine'ye, Şam'a,
Kudüs'e, Bağdat'a, İstanbul'a,
Semerkand'a, Taşkent'e, Diyarbekir'e...
Yetiş Peygamber imdadı yetiş,
Yetiş Allah'ın izniyle…"

Sezai Karakoç

Divan edebiyatında bir şehrin güzelleri ve güzellikleri hakkında yazılan manzum eserlerin ortak adına şehrengiz denirdi. Farsça şehr ve engîz (harekete getiren, karıştıran) kelimelerinden oluşan şehr-engîz bir şehrin güzellerini, doğal ve tarihî güzellikleriyle sanat ve meslek dallarında ün yapmış kişileri ve onların sosyal durumlarını anlatırdı.

EN FAZLA ŞEHRENGİZ YAZILAN YER İSTANBUL

Türk edebiyatında ilk şehrengizler 16. yüzyıl başlarında görülmeye başlandı ve kısa sürede yaygınlık kazandı. Mesîhî'nin Edirne'ye dair şehrengizinin ilk, Zâtî'nin aynı şehir hakkında kaleme aldığı eserin ise ikinci şehrengiz olduğu sanılmaktadır. II. Bayezid dönemine ait oldukları bilinen bu eserlerden Mesîhî'ninki daha çok tanınmış ve esere birçok nazîre yazılmıştır. Türün adı da onun, "İlâhî buldurup sözüme rağbet / Bu şehrengîze ver şehr içre şöhret" beytiyle ortaya çıkmıştır. Haklarında en fazla şehrengiz yazılan yerler İstanbul, Bursa ve Edirne'dir.

Birçoğu Osmanlı döneminde birer kültür merkezi olan Âmid (Diyarbekir), Antakya, Belgrad, Gelibolu, Keşan, Manisa, Mostar, Rize, Sinop, Siroz (Serez), Taşköprü, Vize, Yenice, Üsküp gibi şehirler için kaleme alınmış şehrengizler de vardır. Günümüze metinleri ulaşanlarla sadece adları bilinen toplam altmış sekiz şehrengiz tespit edilmiştir.

Bu sayı şehrengize yakın kabul edilen eserlerle birlikte yetmiş sekize ulaşmaktadır. 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar şehrengiz yazan belli başlı şairlerden eserleri neşredilenler ya da üzerinde çalışma yapılanlar şunlardır: 16. yüzyılda Âlî Mustafa Efendi, Câmiî, Çalıkzâde Mehmed Mânî, Derviş, Hâdî, Hayretî, İshak Çelebi, Lâmiî Çelebi, Mesîhî, Nüvîsî, Ravzî, Sânî, Taşlıcalı Yahyâ, Ulvî Çelebi, Usûlî; XVII. yüzyılda Dürrî, Nâzik Abdullah, Neşâtî; XVIII. yüzyılda Belîğ; 19. yüzyılda Enderunlu Fâzıl (Karacasu, V/10 [2007], s. 305-307).

SEZAİ KARAKOÇ'LA BİR "MESELE" OLARAK BAŞLADI

İslâmcı edebiyatta "şehir" asıl Sezai Karakoç'la bir "mesele" olarak başlar. Karakoç, birçok yazısında şehirden, ideal bir şehrin nasıl olması gerektiğinden söz ederek büyük İslam şehirlerine göndermelerde bulunur. Bu konuda şehir –uygarlık ilişkisine vurgu yaparak, "kent" başlıklı yazısında şöyle der: "Kentlerle, uygarlıklar arasında, varoluşları ve varoluşlarına anlam veren eşyayı ve zamanı yorumlama yönünden adeta bir kan bağı vardır. Uygarlıkların, siteleri vardır mutlaka. Kentler ve sitelerse uygarlıksız olamaz. Kent, site, Medine doğurma düzeyine varmamış bir uygarlık, henüz tam bir uygarlık olamamış demektir. Kent ve uygarlık adeta özdeş düşünülmüştür eski uygarlıklarca. Onun içindir ki Medine ve medeniyet aynı kökten gelir."( Sezai Karakoç, İnsanlığın Dirilişi,5.baskı, S.52)

Ona göre dünyada iki tip şehir vardır: Biri, Roma sitelerinden mülhem ve "inkâr kentleri" dediği Batı medeniyetine özgü şehirler, diğeri, "ilahî site" dediği, İslâm medeniyetine özgü İslâm şehirleri… Şair, şiirlerinin çoğunda; "Bana ne Paris'ten/ Avrupa'nın ülkü mezarlığından/ Moskova'dan Londra'dan Pekin'den/ Newyork/ Bütün bu türedi uygarlıklar umurumda mı" mısralarındaki gibi, Batı tipi "modern kentler"e karşı çıkar. 150 yıl önce Namık Kemal, "Terakki" makalesinde Londra'yı terakkinin timsali olarak görüyor ve Osmanlı şehirlerinin Londra'ya benzemesini istiyordu! Aradan yıllar geçti… Şairlerimiz, artık "modern kent"lere tepki gösteriyor. Büyük değişim! Ancak bu konudaki asıl değişim, "coğrafya"dadır. İslâmcı şairlerin "şehir coğrafyası", misak-ı millî sınırlarını aşarak İslâm dünyasına açılmaktadır…

DOĞU KENTLERİ DE BATI KENTİ TAKLİDİNE DÖNÜŞTÜ

Karakoç, Doğu kenti ve Rönesans sonrası batı kenti konusunda şu değerlendirmeyi yapar: "İşte bunun içindir ki doğunun ipek kentinin karşısına, çelikten dev gökdelenler kentini koydu batı. Nasıl ki bütün bir Asya'yı aşıp Avrupa'ya ulaşan İpek Yolu'nun yerini de demiryolları ağı aldı. Batı kentinde fabrikalar katedrallerin yanında yükseldi. Fabrikalardan yükselen dumanlar, batının sadece maddi hayatını değil, manevi ufkunu da bulandırdı." Karakoç'a göre sonraları doğu kentleri de batı kenti taklidine dönüştü.

"Ahiret ve Şehir" başlıklı yazısında gerçek şehirlerin, öteden bir iz taşıması gerektiğini vurgulayarak; çağımızda şehirlerin özellikle dünyanın büyük şehirlerinin sürekli olarak anlamlarını yitirdiğini belirtir. Şehir nüfuslarının çığ gibi artışı, onları daha fazla şehirleştirmediğini bilakis anlamlarının kaybolmasına neden olduğunu söyler. Hızlı kent yıkılışı ve çöküşünün batıdan çok doğuda gerçekleştiğini belirterek, batıda şehirlerin büyük bir nüfus akımına uğramadığını, tarihi yapıların ve tabii görünümlerin aynen korunmasına büyük önem verilmesinden dolayı ilk bakışta değişmiyor gibi görünse de değiştiklerini, Londra'nın eski Londra, Paris'in eski Paris, Tokyo ve Pekin'in, eski Tokyo ve Pekin, Leningrad'ın eski Petersburg olmadığını hatırlatır.

BAĞDAT İÇİN AĞIT YAZAR

Sezai Karakoç İslam dünyasındaki birçok şehre de yazılarında yer verir. Örneğin "İslamın Üç Atlısı " yazısında İslam dünyasındaki derin uykuya dikkat çekerek uyandırmaya çalışır. Üç metafizik kamçısının olmasını dilemekte. Bu kamçılardan birini, oruç atlısının çıkması için Şam'ın sırtına, ikincisini, namaz atlısının çıkması için Bağdat'ın sırtına, üçüncüsünü de, Kutsal savaş atlısının çıkması için İstanbul'un sırtına indirirdim der. Ama İslam şehirlerinin uyanmadığını ve bir bir işgal edilmesinden dolayı duyduğu üzüntüyü, dile getirir ve Bağdat için ağıt yazar.

" Ey İmam-ı Azam, Abdülkadir Geylani, Cüneyd-i Bağdadi, Hallac-ı Mansur ve Halid-i Bağdadi şehri! Ne yaman talihin varmış!.. Şimdi yakılıp yıkılıyorsun.

Ey kutlu şehir! Alınyazın Kerbelaya komşu olman yüzünden mi bu kadar yanıktır? Ciğerin kavrulmuş gibi, birden ateşin içine, bu acı hatıra yüzünden mi düştün yoksa?

Sen binbir gece masallarının şehrisin…

Ruhumuza geçmiş olan ulu şehir! Maneviyat şehri, kutsallığı en derinden hisseden şehir! Sana atılan her bomba, inan ki kalbimizi en can alıcı yerinden yaralıyor. Seninle beraber yaralanıyoruz ey Bağdat! Seninle beraber ölüyoruz. Ama seninle beraber dirileceğiz."

Diğer şehirlerimizin aynı akıbete uğramaması için Allah'a dua ediyor. İslam dünyasının bir an önce uyanmasını dileyerek konuyu "Gül Muştusu" şiirinde dile getirir:

"Günahlarımızı kül edecek ateş harmanını
Verim yağmuru insin ülkemize

Mekke'ye Medineye Şam'a
Kudüs'e Bağdat'a İstanbul'a
Semerkand'a Taşkent'e Diyarbekir'e
Yetiş peygamber imdadı yetiş
Yetiş Allah'ın izniyle"

NECİP FAZIL'IN COĞRAFYASI ANADOLU İLE SINIRLI

Necip Fazıl şiirinde terk edilmişliğe ve yalnızlığa işaret eden mekânlar, olağanüstü varlıkların işgal ettiği kent imgesi, kenti meydana getiren ögelerin kendi doğalarından sıyrılıp insan kişiliği kazanması, hatta başka varlıklara dönüşmesi, kentte yaşayan ayrıksı tipler modern şehrin getirdiği yabancılaşmanın örnekleri olarak yorumlanabilir.

Necip Fazıl'ın şiirleri tarandığında onun vatan coğrafyasının Anadolu ile sınırlı olduğu görülür. Her şeyden önce onun özlediği asıl yurt metafizik bir 'mâvera yurdu'… Siyasal coğrafya, birkaç şiiri dışında söz konusu edilmez. Örneğin onda bir Yahya Kemal gibi 'medeniyet coğrafyası' yok! Çile'deki 'Şehir' şiirlerine baktığımızda bunu görürsünüz, Kısakürek'in şehri/şehirleri -İstanbul'la sınırlıdır- İslâm coğrafyasına açılmaz.

Şairin şehirleri -"Canım İstanbul" hariç- bir medeniyeti/tarihi değil bir ruh hâlini yansıtırlar… "Canım İstanbul" ise yer yer bir tarihi/medeniyeti, Osmanlıyı anımsatması bakımından Yahya Kemal'in şiirine yaklaşır. Bir de "Büyük Doğu Marşı" var; ama bu da doğrudan 'İslâm coğrafyası'nı sembolize etmez. Yine de sonraki kuşakta, bir 'Büyük Doğu' coğrafyası bilincinin uyanmasında bu şiirin büyük payı var.

Allahın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!
Avlanır, kim sana atarsa kement,
Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebet.

Necip Fazıl'ın vatan/coğrafya bilincini yansıtabilecek en iyi örnek "Sakarya" şiiri. Sakarya Irmağı, bu şiirde Müslüman 'Anadolu'yu simgeler, gerçi şiirde "Nil ve yeşil Tuna" Sakarya'nın kardeşleri olarak aynı vatan coğrafyasının sınırlarına dahil edilir ve Osmanlı coğrafyasına atıfta bulunulursa da, Necip Fazıl'ın şiirinin 'vatan' coğrafyası Sakarya ile sembolize edilen 'Anadolu'dur.

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?

Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..Özetle onun şiirinde tüm 'İslâm coğrafyası'; dolayısıyla bir ittihad-ı İslâm coğrafyası yok! Bu da şairin coğrafya/vatan şuurunun -neslinin çoğu şairi gibi- daha çok 'Anadolu' merkezli olup, misak-ı millî sınırlarını aşmadığını gösterir.

Necip Fazıl'ın "Büyük Doğu" ideali, tüm "İslâm coğrafyası"nı kapsar. Nitekim "Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna" mısraında bu coğrafya özlemi hissedilmektedir. Dolayısıyla İslâmcı şairlerin şiirlerindeki "ideolojik coğrafya"nın başlangıç noktası, "Büyük Doğu"dur…

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!
Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak!
Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!
Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!

Üstad'ın "Büyük Doğu" ideali, 1960'tan sonra, İslâm âlemine yönelik saldırıların artmasıyla, İslamcı şairlerin şiirlerinde tüm "İslâm coğrafyası"na açıldı.

PAKDİL'İN KUDÜS SANCISI

Yedi Güzel Adam'ın ağabeylerinden biri olan Nuri Pakdil, fikir ve düşünceleri ile ışık tutan şairlerimizden biri. Türk edebiyatına adını altın harflerle yazdıran Pakdil, kendisini devrimci bir Müslüman olarak tanımlıyor.

Pakdil'in dizeleri ve şiirlerinde seçtiği kelimeler inanmış olduğu hedefe yönelmiş birer ok gibi uzanıyor ve adeta "uyan" seslenişinde bulunuyor. Kudüs için hissettiği yürek sızısını, "Yüreğimizin yarısı Mekke'dir, geri kalanı da Medine'dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır" diye ifade ediyor kendisi. En çok bilinen şiirlerinden birisi olan "Anneler ve Kudüsler" şiirinde ise, şu mısralar dökülüyor kaleminden:

"Tûr Dağını yaşa
Ki bilesin nerde Kudüs
Ben Kudüs'ü kol saatı gibi taşıyorum

*

Ayarlanmadan Kudüs'e
Boşuna vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur

*

Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar

*

Adam baba olunca
İçinde bir Kudüs canlanır

*

Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin"

ZARİF PRENS'TEN İSLÂM ŞEHİRLERİNİN HÜZNÜ

Türk şiirinin "Zarif Prensi" olarak tanınan Cahit Zarifoğlu, şiirlerinde konu aldığı şehirlerle ilgili genel olarak yürek sızısını dizelere dökmüştür. İslâm şehirlerinden bahsettiği şiirlerinde, Müslüman dünyasının bin parçaya bölünmüş hâlini, bir türlü uzlaşma sağlanamayan kavgasını mısralarına taşır.

İslâm âlemindeki bu karmaşanın, Zarifoğlu'nda yarattığı derin hüznü dizelerinden açıkça anlaşılır. Daha acısı ise, bu dizelerin kaleme alındığı günlerden günümüze dek hiçbir şeyin değişmeyişidir.

"Afganistan çağıltısı" adlı şiirinde şöyle diyor:

"Kim diyorsa ki batılılarla başımız bir taşta
Cellatlarla aynı kaptan yiyoruz
Aynı kirli hava
Aynı kafa ayağımızın bodrumunda
Hayır arkadaş bu hesap bambaşka
Ne son aylardayız ne bu son gün
Sanki dünya bir tek kaldırıp vuracağım gürze gebe"

Afganistan'da yaşanan çatışmalar ile ilgili iç sızısını "Sevinç çağına doğru" şiirinde şöyle dile getirir:

"Mezarışerif bir Afgan şehridir el atılmaz
Bir nur çadırı oturur ve aklın
Eli yorgundur civarlarında
Rus gözü kapanır açılmaz
Silahlar geceden paslanır"

Zarifoğlu, "Yıldızlar üstlerinde" şiirinde ise şu dizeleri kaleme alır:

"Orda şehitler Afgan
Derler ki gel iman armağanıyla boyan
Kan sancağı
Cennet sedirlerinin basamağı
Yanlarında savaş atlarının cezbesi
Her biri islâm ocaklarının gözbebeği"

Zarifoğlu, İslâm coğrafyalarının yaşadığı zulümlere karşı Müslüman dünyasının sessizliğine olan sitemini, "Daralan vakitler" şiirinde şu dizelerle ifade ediyor:

"Beyrut'un gözyaşları şimdi,
Kudüs'ün yanıbaşında,
Müslümanlarsa uzakta,
Sanki başka,
Gelinmez bir dünyada."

Zarifoğlu, "Hama: Sımsıcak" şiirinde, Kerbela'ya benzettiği Hama'daki katliamı anlatırken hissettiği yürek ağrısı ve ağırlığı şiirine şöyle yansıtmıştı:

"Hac yolunda bir merhale
Kalbin ve cesedin azık yeri

Demek bitmedi Kerbela
Hama Kerbelası dehrin."

İSLÂM COĞRAFYASIYLA BÜTÜNLEŞMEK İSTİYORLARDI

"İslâm şehirleri", başta Karakoç olmak üzere, Nuri Pakdil'in "Anneler ve Kudüsler", Akif İnan'ın "Mescid-i Aksa", Cahit Zarifoğlu'nun "Sevinç Çağına Doğru", "Afganistan Çağıltısı", "Yıldızlar Üstlerinde", "Daralan Vakitler", "Hama", Erdem Bayazıt'ın "Sürüp Gelen Çağlardan", "Bosna'ya Yazıt", "Çeçenistan", "Afganistan 1400", "Ekonomi Burcundan", Mustafa Miyasoğlu'nun "Afgan Pazarı", Arif Ay'ın "Şiirimin Şehirleri", Osman Sarı'nın "Hüzün Şiiri", Turan Koç'un "Her Gece Ay Damlar Kudüs'e", Nurettin Durman'ın "Bağdat", "Kudüs" ve "Buradan Bakınca Gazze" vb. şiirlerine konu oldu.

Artık bu şehirler, "vatan"dan ayrı düşmüş kardeş coğrafya olarak görülüyor. Müslüman şairler, Cahit Zarifoğlu'nun "Satır" şiirinde; "Bir şair olmak istedim/ İslâm haritasında" mısraında ifade ettiği üzere "İslâm coğrafyası"yla bütünleşmek istiyorlardı… Evvelâ Karakoç, şiirlerinde -"Alınyazısı Saati"ndeki gibi- tüm İslâm coğrafyasına kucak açtı, İstanbul'u "Bağdat'ın dervişlik ortağı/ Şam'ın kılıç kardeşi" olarak gördü. Pakdil, "Bölünemez Ortadoğu/ sınır/ taşlarıyla" diyerek, bu coğrafyanın bölünmezliğine işaret etti. Arif Ay, "Şiirimin Şehirleri"nde coğrafyasını İstanbul'dan, Semerkand, Buhara, Şam, Kudüs, Mekke, Medine, Kahire, Bosna ve Grozni'ye kadar genişletti ve "Semerkand" şiirinde; "İstanbul seni bekler/ Kudüs seni bekler/ Bağdat seni bekler/ Şam seni bekler" mısralarında, "birlik" özlemini dile getirdi. Hâsılı, edebiyatımıza İslâm coğrafyasının kadim şehirleri yeniden dahil oluyor.

Derlenmiştir.
"İslamansiklopedisi Bayram Ali Kaya, Nizamettin Yıldız, Alaattin Karaca"

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.