Han duvarlarından zindan duvarlarına
Edebiyatımıza “memleket” vurgusunu getiren, Anadolu’yu adım adım dolaşıp, halkı tanıyan; bir yandan aşk şiirleri yazarken bir yandan da Anadolu insanının çileli yaşamını dile getiren, milletimizin son bir asırlık macerasına hayatı ve kalemi ile şahitlik eden büyük şair ve yazar Faruk Nafiz Çamlıbel’i, ölüm yıldönümünde saygı ve rahmetle anıyoruz.
"Varsın, seni ömrünce azabın kolu sarsın,
Şair! Sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın!"
18 Mayıs 1898 İstanbul doğumlu şair, ilk ve orta öğrenimini Bakırköy Rüşdiyesi ile Hadîka-i Meşveret İdâdîsi'nde tamamladı; bir süre devam ettiği Tıp Fakültesi'ni bitiremeyerek dördüncü sınıftan ayrıldı. 1918'de İleri gazetesinin yazı heyetinde çalıştı, 1922'de gazetenin temsilcisi olarak Ankara'ya gitti. 1922-1924 yılları arasında Kayseri Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Daha sonra Ankara Muallim Mektebi'nde (1924), Ankara Kız ve Erkek liselerinde öğretmenliğe devam etti (1924-1932). İstanbul'a döndükten sonra da Vefa Lisesi, Kabataş Lisesi ve Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nde öğretmenlik yaptı (1932-1946).
1946 yılında politikaya atılarak Demokrat Parti'den İstanbul milletvekili seçildi. 27 Mayıs 1960 İhtilâli'ne kadar milletvekilliği yaptı. İhtilâlde diğer Demokrat Parti milletvekilleriyle birlikte tutuklanarak Yassıada'ya gönderildi. Haziran 1960-Eylül 1961 tarihleri arasında tutuklu kaldı ve suçsuz bulunarak salıverildi. Bir daha politikaya girmedi ve son yıllarını Arnavutköy'deki evinde geçirdi. Bir vapur seyahati sırasında Fethiye civarında 8 Kasım 1973'te öldü. Mezarı ise Karacaahmet'tedir.
Bir nisan akşamı, serin bir günün,
Şark'ın bu sevimli, güzel köyünün
Cenneti andıran bir akşamıydı.
Sizi ilk balkonda gördüğüm gündü,
Yüzünüz sararmış gibi göründü,
Acaba ruhunuz çok hasta mıydı?
Sordum ki bu kimdir, gülümsediler,
Eşinden ayrılan bir kız dediler,
Gezdiği yer işte bu ücra saray.
Hicran ne anlamış, sevda ne bilmiş,
Ağlatmış, ağlamış, sevmiş, sevilmiş
Bir güzelmişsiniz, isminiz de Ay.
SERENAT
HAN DUVARLARINDAN ZİNDAN DUVARLARINA
Faruk Nafiz, Ankara'daki bir otel odasına kapatılarak CHP döneminin ideolojisine uygun dört adet tiyatro eseri yazmaya zorlandı. Bu olay, Nafiz'in hayatındaki en üzücü hadiselerden biri oldu. Yaz boyunca Ankara'daki otel odasından dört ay dışarı çıkamayan Faruk Nafiz, bu süreçte tam yirmi beş kilo verdi. Sağlığı ciddi bir şekilde bozuldu.
"Akın, Özyurt ve Kahraman" adlı piyesler bu sıkıntılı günlerin ürünleridir.
Fakat sadece bu hadise ile bitmeyen Faruk Nafiz'in çilesi Yassıada da devam etti. 1946'da İstanbul'dan milletvekili seçilen şair, 1960 darbesine kadar mebusluk yaptı. Darbeden sonra Adnan Menderes ve arkadaşları ile birlikte Yassıada'ya gönderildi.
Bunca yıllık hizmetinin ve sanatkârlığının hesabını Yassıada Mahkemesi karşısında vermek zorunda kalan Faruk Nafiz, zindanda yazdığı şiirlerini, Han Duvarları şiirinden mülhem bir isimle, "Zindan Duvarları" adıyla 1967 senesinde kitaplaştırdı.
"Bilmiyor gülmeyi sakinlerinin binde biri;
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada.
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;
Mavi bir gözde elem katresidir Yassıada."
Nafiz, daha önce Ankara'da bir otel odasına onu kilitleyen zihniyetin, bu defa kanunî gerekçelerle bir ada hapishanesine atmasını, mahkeme huzuruna çıkarmasını ölene kadar affedemez.
Biz de Şeyhoğlu Satılmış gibi çizdik duvara;
Nice yıl dillere destân olacak nâmımızı.
Bu canım yurt, ona gurbet, bize zindân oldu;
Geçtiler yanyana tarihe serencâmımızı.
Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri;
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada.
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;
Mavi bir gözde elem katresidir Yassıada.
Ya gezen bir ölü, yahut gömülen bir diriyim,
Mumyadır canlı da, cansız da bu kabristanda,
Gömdüler ruhumu yüz bir sene mahkûm gibi
Cismim ayrılsa da ruhum kalacak zindanda."
Birden irkildim ve baktım şükür ki bu mekândayım
Rabbimin büyük lûtfuyla koruması altındayım
Canavarlarla boğuşan mü'minlerin yanındayım
Sana şükürler ey Rabbim, kereminle hak yoldayım
Bir avuç toprak, acep kimlere elvermedi ki?
Halkı ırgat sanıyor, kendini çiftlik ağası...
Ne onundur, ne senin; cümlemizindir bu diyâr
Başka sevdâya düşen başlara taş yağası...
Faruk Nafiz Çamlıbel, "Yassıada Mahkemesi" sonunda suçsuz görülerek beraat etmişti. Bu olaydan sonra politikaya devam etmedi. 27 Mayıs 1960 darbesi ve yaşadıklarından dolayı karamsarlığa düştü. Arnavutköy'deki evinde adeta inzivaya çekildi.
"BİRİSİ GÖRECEK DİYE ADETA UTANIYORDUM"
Şairin yazdığı en meşhur şiiri "Han Duvarları"dır. Bu şiirle, daha önce itibarî bir tarzda ele alınan Anadolu, gerçekçi ve sade bir bakışla anlatılır.
Bu şiir için, "Odama kapanarak dört günde yazdım, Türk Yurdu'nda çıktı. Birisi görecek diye adeta utanıyordum. Ama kısa sürede çok meşhur oldu" diyen şair, eşi Azize Hanımın ifadesine göre "çalışırken odasına kapanır ve çok gergin olurdu. Bu esnada sürekli sigara içerdi."
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
HAN DUVARLARI
Ciddi bir mizah yönü olan Faruk Nafiz'in, Çamdeviren, Akıllı Ozan, Kalender ve Deli Ozan takma adları ile yazdığı mizahî şiirler, Karikatür ve Akbaba dergilerinde yayınlanır.
"Serbest şiir nedir?" sorusuna karşılık: "Okuyup okumamakta, beğenip beğenmemekte serbest olduğunuz şiire serbest şiir denir" cümlesi ona aittir. (Mehmet Şeker-Yeni Şafak)
Şairliği ile tanınan Faruk Nafiz'in, tiyatro ve roman alanında da çok sayıda eseri vardır. Şair, şirinin formülünü de şu şekilde verir:
"Varsın, seni ömrünce azabın kolu sarsın,
Şair! Sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın!"
KISA BİR HİKÂYE
Faruk Nafiz Çamlıbel'in 'Han Duvarları' ile ilgili kısa bir hikâyesi vardır. Yeni Asır'dan Mehmet Demirci, bu anıyı şöyle kaleme alıyor:
"Faruk Nafiz Çamlıbel'in 'Han Duvarları' adlı 124 mısralık uzun şiirini lise edebiyat derslerinden hatırlarız. Şairimiz 1922 yılında Kayseri Lisesi edebiyat hocalığına atanır. O günlerde imkânlar çok kısıtlıdır.
Mevsim soğuk ve yağışlıdır. Yolculuğu 'yaylı' denen at arabasıyla yapar ve zorlu geçer, Niğde Ulukışla üzerinden Kayseri'ye varır.
Şiir "Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı/ Bir dakika araba yerinde durakladı" dizeleriyle başlar.
1920'ler Anadolu'sunun yoksulluğu, bakımsızlığı bütün çıplaklığı ile anlatılır.
Geceleri hanlarda kalırlar. İlk yattıkları yer Niğde'de viran bir handır. Çamlıbel kaldığı yerin duvarında bir dörtlüğe rastlar:
"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan/ Baba ocağından yar kucağından" diye başlar.
Faruk Nafiz sonraki kaldığı hanlarda şiirin devamını bulacaktır.
Konu hüzünlü bir asker hikâyesidir.
"Garibim namıma Kerem diyorlar/ Aslı'mı el almış haram diyorlar / Hastayım derdime verem diyorlar / Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben" dizelerinde meçhul şairin ismi yer alır. Verem hastalığının o yıllarda devası yoktur.
Hancı, Satılmış'ın öldüğünü söyler: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!" Uzun şiir şu mısralarla son bulur:
"Ey garip çizgilerle dolu han duvarları/ Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları"
Biz de Şeyhoğlu Satılmış gibi çizdik duvara;
Nice yıl dillere destân olacak nâmımızı.
Bu canım yurt, ona gurbet, bize zindân oldu;
Geçtiler yanyana tarihe serencâmımızı.
"MEMLEKET EDEBİYATI" CEREYAN ETTİ
Faruk Nafiz bilhassa müdürlüğünü yaptığı Hayat mecmuasında Anadolu'yu, coğrafyasını, tabiatını ve Anadolu insanını, onun meselelerini anlatan, halk edebiyatı kaynaklarıyla da beslenmiş şiirler yazdı. Bu şiirlerle birlikte edebiyatımızda "memleket edebiyatı" denilen bir cereyan başladı.
1919 senesinde "Dinle Neyden" ve "Gönülden Gönüle" adlı kitaplarını yayımladı. Yazdığı aşk şiirlerinde aruzu büyük bir ustalıkla kullandı. Bu da, onu Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Mehmet Akif ve Yahya Kemal ile birlikte aruzun son temsilcilerinden biri yaptı. Onun şiiri, özellikle bu özelliği sayesinde Yahya Kemal tarafından beğenilmiş ve
"Bir lübbüdür cihanda elezz-i lezâizin,
Her mısra-ı güzidesi Faruk Nafiz'in"
dizeleriyle, iltifat alarak övgüye layık görülmüştür. Faruk Nafiz, bu devir şiirinde Servet-i Fünun tesirinden kurtulmuş ve Yahya Kemal'den etkilenmeye başlamıştır.
1918'de ilk şiir kitabı Şarkın Sultanları'nı neşreder. Aynı yıl Yeni Mecmua, Fağfûr, Şâir gibi edebî mecmualarda da şiirleri yayımlanmaya başlar. Bu şiirlerle birlikte Faruk Nafiz'in edebî kişiliğinin yerine oturduğu görülür; artık aruza hâkimdir ve kendine has bir üslûbu vardır. Bu devreden sonra Faruk Nafiz'in şiirleri Edebiyyât-ı Umûmiyye, Büyük Mecmua, Nedim, Ümid, Yarın, Süs, Yıldız gibi pek çok dergide görülür.
1919'da sadece iki sayı çıkan Edebî Mecmua'nın müdürlüğünü yaptı. Bu dönem şiirlerinde de daha çok aşk konularını ele aldı. Bunun yanı sıra özellikle Büyük Mecmua, Nedim ve Ümid dergilerinde I. Dünya Savaşı'ndan sonra işgal edilen ülkemize dair "Bozgun", "Hisar", "Yaralı Arslan", "Münâcât" ve "İzmir" gibi şiirleri yayımladı.
Bu akşam bilmediğim bir âlem içindeyim,
Ya rüyada bir seyyah, ya semavi Çin'deyim,
Bir orman yangınıyla kızardı karşı dağlar,
Taraf taraf tutuştu meş'aleler, çırağlar,
Bir renge girdi eşya günün altın tasında,
Bu kızıl kâinatın gezerken ortasında.
Birden alev alıyor düşünceler, duygular,
Ateştir burda hattâ ateşe düşman sular…
Burda her göz ateştir, her gönül ateşperest,
Ateş vermiş çizdiği esere bir çiredest!
Duyuyorum bu akşam, din gibi, sevda gibi,
Ne duyarsa içinden bir Mecûsi rahibi:
Andırıyor hisarlar birer tütsü kabını,
Leylekler ezberliyor Zerdüşt'ün kitabını,
Benziyor bir mermere alnını koyan dere
Bu ateş mabedinde bir ateşten ejdere.
Parlıyor bir damla kan çamların sorgucunda
Birer kâğıt fenerdir meyveler dal ucunda,
Gördüm, sihirbaz gibi geçtiğini üç kızın
Bu ateş âleminin içinden yanmaksızın! …
Bu bir ateş bayramı, bir vakitsiz donanma…
Sandım, ömrüm bitecek, bitmeyecek bu yanma.
CENNET CEHENNEM
BATI EDEBİYATI YOK FARZ EDİLDİ
Faruk Nafiz'in sanat hayatında 1922'den sonra yeni bir dönem başlar. Bu tarihten itibaren Anadolu gerçeğini bizzat gören ve yaşayan şair artık bütünüyle cemiyete yönelir. Bu yeni sanat anlayışı ile yazdığı şiirler hece vezniyledir ve doğrudan doğruya o devirde hızlanan sade Türkçecilik cereyanına bağlıdır. Faruk Nafiz'in yeni sanat anlayışını, 1926'da Hayat mecmuasında yayımlanan "Sanat" şiirinde bir beyannâme haline getirdiği görülür. Burada Batı edebiyatı âdeta yok farz edilmekte ve cemiyete yönelme esas alınmaktadır. İstanbullu aydın ile Anadolu'daki halk arasında olumlu bir ilişkinin kurulması gerektiği belirtilirken Batı hayranlığı ve taklitçiliğinin karşısına da Anadolu insanı ve kültürü çıkarılmaktadır.
Bir bakış ki açıyor gönül muammasını,
İki sevdalı kalbin en gizli yarasını,
Bir bakış ki kudreti hiç bir lisan da yoktur,
Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.
Bir bakış, bir aşığa neler neler anlatır,
Bir bakış, bir aşığı saatlerce ağlatır
Bir bakış, bir aşığı aşkından emin eder,
Seven insanlar daima gözleriyle yemin eder.
GİZLİ BAKIŞLAR
Milli edebiyat, I. Dünya Savaşı yıllarında yurtsever duyguların güçlendiği ortamda çabucak kök saldı ve gelişti. Bu akımı, şiirdeki devamı sayılabilecek, Faruk Nafiz Çamlıbel öncülüğündeki "Beş Hececiler" grubu izledi. Faruk Nafiz Çamlıbel'in "Sanat" şiiri, "Memleketçi edebiyatın" İstanbul aydınlarıyla bir yol ayrımına işaret eder.
"Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu'muz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... ayrılıyor yolumuz."
GERÇEK BİR YOL AYRIMI
Bu şiirle Faruk Nafiz, kendi şiirinin poetikasını da açıklamış oluyordu. "Sanatın sanat için mi yoksa toplum için mi olduğu" tartışmalarında bir tercih belirtmiş, sanat anlayışını da ortaya koymuştu. Artık Türk aydını ve sanatçısı özellikle Kurtuluş Savaşı ile Anadolu'ya yöneliyor, bir imparatorluğun enkazı altında yok olmayı reddediyor ve "uluslaşma" mücadelesine omuz veriyordu. Bu yeni mücadelenin ve düşünüşün kendi sanatçısını da yetiştirmesi doğaldı. Bu sançtılar edebiyatımızda "Beş Hececiler" olarak yerlerini alacaklardı: Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhon.
Şaire göre, İstanbul aydınları ve "sanat için sanat" diyenler "düz caddelerde, ilk çağ tapınaklarında, opera ve bale salonlarında, klasik müzik konserlerinde ve müzelerde heykellerden…" zevk almaktadırlar. Kendileri ise, "Anadolu'nun doğasından, sülüs yazılı ve çinili mimari eserlerimizden, halk oyunlarımızdan, yaralı halkımızın derdine derman olabilmekten, Anadolu insanının yiğitliğini konu edinen türkülerinden ve efsanelerden…" zevk almakta, bunları temel alıp işleyen bir edebiyat oluşturmaya niyetlenmektedir. Bu, gerçek bir yol ayrımıdır.
"Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok
Bir yer ki, sevenler, sevilenlerden eser yok
Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok
Bir yer ki, sevenler, sevilenlerden eser yok"
ARTIK BU SOLAN BAHÇEDE
Faruk Nafiz aruzla yazdığı şiirlerde Yahya Kemal'i üstat kabul eder ve onun açtığı yoldan yürür. Daha sonra hece ile yazdığı şiirlerde aruzda sağladığı âhengi hecede de kurmaya çalışır ve bunda da büyük ölçüde başarılı olur.
MİZAH YAZARLIĞI CEPHESİ
Akbaba (1934), Karikatür (1936), Mizah (1946) dergilerinde 800'den fazla mizahî şiiri yayımlanan Faruk Nafiz'in bir de mizah yazarlığı cephesi vardır. Çamlıbel, Çamdeviren, Çamlıviran, Deli Ozan, Akıllı Ozan gibi takma adlarla yazdığı bu şiirlerde daha çok memleket meselelerini, siyasî çekişmeleri ve dil konularını işlemiştir.
Faruk Nafiz ayrıca tiyatro eserleri kaleme almış ve manzum mektep temsilleri yazmıştır. Köy meselelerini işleyen Canavar ile (1926) devletin o yıllardaki resmî tarih tezini destekleyen Akın (1932), Özyurt (1932) ve Kahraman (1933) bunların en tanınmışlarıdır.
Dün gece parçaladı bir aslan kafesini,
Bir gönül sonsuz ufka yol aldı kartal gibi.
Fırtınam! Başucunda duyunca nefesini
Otuz yıllık bir ağaç eğildi bir dal gibi.
Tatmak için enginin şiirini dalgalarla
Kalbimiz göğsümüzde ayrı bir şeydi yarda.
İki taş heykel oldu vücudumuz kenarda,
Ruhumuz enginlere açıldı sandal gibi.
Sonsuzluğun sırrına ererek biz denizde
Sonsuzluğu yaşatmak istedik sevgimizde,
Saçımız ağarmadan toprak olunca biz de
Gezecek maceramız dillerde masal gibi.
SUYUN ÜSTÜNDE MISRALAR
Eserleri. Şiirler. Şarkın Sultanları (İstanbul 1918); Dinle Neyden (İstanbul 1335); Gönülden Gönüle (İstanbul 1919); Çoban Çeşmesi (İstanbul 1926); Suda Halkalar (İstanbul 1928); Bir Ömür Böyle Geçti (İstanbul 1932); Elimle Seçtiklerim (İstanbul 1934); Boğaziçi Şarkısı (Sadettin Kaynak ile birlikte, İstanbul 1936); Tatlı Sert (mizahî şiirler, İstanbul 1938); Akıncı Türküleri (İstanbul 1938); Akarsu (İstanbul 1940); Heyecan ve Sükûn (İstanbul 1959); Zindan Duvarları (1960'lardan sonra yazmaya başladığı kıta tarzında şiirleri, İstanbul 1967); Han Duvarları (İstanbul 1969).
Bu hıyaban ebediyet yoludur,
Gider Allah'a kadar buradan ucu;
Karşıdan bakma geçerken, yolcu!
Belki bir dert ile bağrın doludur.
Bu hıyaban avutur cümle yası,
Dinlen altında yeşil bir dalının;
O kızıl saçlı zafer kartalının
Bu hıyabanda kurulmuş yuvası!
ÇANKAYA
Tiyatrolar. İlk Göz Ağrısı (Paul Hervieu'den adapte, İstanbul 1922); Sevk-i Tabîî (H. Kistemaeckers'den adapte, Sermet Muhtar Alus'la birlikte, 1925'te sahnelenen bu çalışması basılmamıştır); Canavar (İstanbul 1926); Akın (İstanbul 1932); Özyurt (İstanbul 1932); Kahraman (İstanbul 1933); Ateş (İstanbul 1939); Dev Aynası (adapte, 1945'te oynanmış fakat basılmamıştır); Yayla Kartalı (İstanbul 1945). Mektep Temsilleri. Numaralar (İstanbul 1928); Bir Demette Beş Çiçek (İstanbul 1933); Yangın (İstanbul 1931; Hanım Şiir Yazacak, Yeni Usûl, Mektublar ile birlikte, İstanbul 1933); Kanbur (Yarın mecmuasında yayımlanıp yarım kalmış, 1922). Faruk Nafiz'in bunlardan başka Yıldız Yağmuru (İstanbul 1936) adlı bir roman denemesiyle Tevfik Fikret, Hayatı ve Eserleri (İstanbul 1937) adlı biyografi çalışması vardır. Ayrıca çeşitli dergi ve gazetelerde hâtıra, sohbet, makale ve denemeleri yayımlanmıştır.
Derlenmiştir.
İslamansiklopedisi - Halil Hadi Bulut