Savaş sonrası sinema
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa kendini yeniden inşa ederken sinemacılar, İtalyanların yeni gerçekçilik üslubundaki cesur hayatlardan, soğuk suç öykülerine varana kadar anlatımda çeşitli yollar buldu.
Savaş döneminin kötümserliğinde tavan yapan film noir (kara film) yönetmenleri, iş bilir dedektiflere kedi fare oyunu oynattı. Savaş sonrasının Hollywood'unda yapılan filmler ise bol miktarda dans, çölde geçen silahlı çatışmalar, gerilim ve kapana kısılan ev kadınları gibi unsurlar içeriyordu.
Yeni gerçekçiliğin samimiyetinden ve western'lerden esinlenen Asyalı yönetmenlerin eserlerinde ortaya koyduğu duyarlılıktan kendilerinden fersahlarca uzaktaki eleştirmen ve yönetmenler nasiplenemedi.
YENİ BİR BAŞLANGIÇ
Avrupalı yönetmen, görüntü yönetmeni ve senaryo yazarları, Nazi rejiminden kaçarak ABD'ye sığındı. Ekspresyonist (dışavurumcu) stillerini Hollywood'a taşıyan Avrupalı sinemacılar çoğunlukla dramatik gölgeler ve alan derinliğiyle kimlik bulan anlayışlarını da beraberinde götürdü. Film Noir'ları ucuz B-filmleriydi, kahramanlarına hemen sempati duyulmuyor, kötü adamları hemen teşhis edilemiyordu.
Film Noir sinemacıları tıpkı Alfred Hitchcock gibi, çoğunlukla Freud'un psikanalizinden etkilenmişti. The Maltese Falcon 1941, Double Indemnity ve İn a Lonely Place'teki 1950 ikon dolu yeni film Noir'ları ilham vererek Hollywood'un yarattığı karakterlere zenginlik kattılar.
TÜRLERİN YENİDEN İCAT EDİLMESİ
Düşük bütçeli film çeken yapımcılar arabayla gidilen Açıkhava sinemalarının elde ettiği başarı sonucunda, Jacques Tourneur'un "I Walked with a Zombie'si (1943)" gibi yaratıcı korku filmleri yapmaya başladılar.
Jacques Tourneur
Televizyon tehdidi altındaki stüdyolar, daha büyük daha şaşaalı dekorlar kullandı. Geniş ekran ve Technicolor formatları Henry Koster'ın The Robe'u (1953) gibi dini epiklerde yükselip Gene Kelly'nin coşkulu müzikalleriyle John Ford'un son eserleri sayesinde ayakta kaldı. Western'Ler ve en büyük yıldızı John Wayne ise 1950'lerde karanlık bir havaya büründü.
John Wayne
SAVAŞ SONRASI AVRUPA
Savaş sonrası ortaya çıkan ruh durumu Avrupa'daki film yapımcılığını canlandırdı. Jean-Pierre Melville, Louis Malle ve Henri Georges Clouzot gibi Fransız sinemacılar ise gerilimi yüksek dozda filmler yapmaya başladı. Bu türün öncüleri olan Jean Cocteau'nun filmleri, illüzyonun gücüyle ilgili görkemli filmler yaratmak için Georges Melies'in hilelerine başvurdu. Akıl almaz bir sinemasal tecrübe kazanan Beauty and the Beast'ı –güzel ve çirkin- Disney'in filminden çok daha Freud yendi.
Georges Melies
YENİ GERÇEKÇİLİK
İtalya'da Roberto Rossellini ve Vittorio De Sica'da benzer şekilde yeni bir sinema türü yarattı. Yeni- Gerçekçi üslupları, sıradan İtalyanların öykülerini belgelemeye yönelik bir ihtiyaçtan doğmuştu. Hindistan'da Satyajit Ray, Yeni-Gerçekçiliği kendine mal ederken, Mehboob Khan ve Raj Kapoor Bollywood'u kurdu. Japonya'da yeniden doğan film sanayi sayesinde Batılı seyirciler Kenji Mizoguchi ve Akira Kurosawa filmleriyle tanıştı. Yasujirō Ozu ise ta 1920'lerden beri film yapıyordu, onun çağdaş Japon ailesi betimlemelerinin ölümsüz oldukları da ispatlandı.
Akira Kurosawa
FİKRİYAT
Derlenmiştir.
NTV-Film