Sevgide bağlılık: Vefa
Günümüzde anlamını oldukça ağır bir şekilde yitirse de halen bir yerlerde bu mefhumu gerektirdiği şekilde yüreklerinde taşıyanlar vardır. Vefa demek öyle alelade bir maneviyat demek değildir. Vefa demek, gerek hayatta iken ve gerekse öldükten sonra sevgi ve ilgiyi devam ettirmek demektir. Vefa demek, sevgide devamlılık demektir. Vefa demek, ihtiyaç hâlinde yardım etmek ve tabi ki sırf Allah rızası için sevmek demektir. Vefa, Müslümanın en belirgin özelliklerindendir…
Kıyamette hiç bir himayenin bulunmadığı zaman, Allahü teâlânın himayesinde bulunacak yedi kişiden biri, birbirini [sırf Allah rızası için] sevenlerdir. [Buhari]
VEFASIZLIK FITRATA TERS DÜŞMEKTİR
Vefa, sevilen veya sevilmesi gereken kimselere verilen değerin bir nişanesidir, dostluk borcudur. Vefa, sözünün eri olmaktır, hatırlamaktır, iyiliği unutmamaktır, kendi sorumluluğunu hissetmektir. Vefa, Müslümanın en belirgin özelliklerindendir. Allah insanı, iman ve amel noktasından sözünü tutacak fıtratta yaratmıştır. Vefasızlık bu anlamda fıtrata ters düşmektir.
Âlimler de vefa ile ilgili, "Evlada hizmet, babasına hizmet demektir" buyurmuşlardır. Evlada hizmet babayı sevindirdiği gibi, evlada düşmanlık da babayı üzer. Diğer yakınlarının durumu da böyledir. Arkadaşının dostu ile düşman olmamak veya düşmanı ile dost olmamak da vefadandır. Vefasızlık şeytanın hoşuna gider. Şeytanı sevindirmemek, onun oyununa gelmemek için vefakâr olmalı, arkadaşın kusurlarını fazilet, hakaretlerini de iltifat kabul etmeli. İki arkadaştan biri, diğerine sert bakınca, şeytan sevinip oynar. Allahü teâlâ, "Şeytan, aralarını bozmaması için, kullarım güzel konuşsun!" buyuruyor. (İsra 53)
PEYGAMBERİMİZDEN VEFA ÖRNEKLERİ
Vefa, Peygamberlere, velilere ve fazilet sahibi kimselere ait bir hususiyet olarak, beşerî hayata seviye kazandıran manevi bir haslettir.
Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in hayatı, baştan başa vefa tezahürleriyle doludur. Meselâ Allah Rasûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz, "anne-babaya karşı vefa"ya ayrı bir ehemmiyet vermiştir. Nitekim bir defasında uzun bir yolculuğun ardından kendisiyle birlikte cihâda katılmak maksadıyla yanına gelen ve;
"‒Anne-babamı ardımdan ağlar bırakıp Sana geldim yâ Rasûlâllah!" diyen bir gence;
"‒Onların yanına geri dön ve ikisini de nasıl ağlattıysan öylece güldür!" buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 31; Nesâî, Biat, 10; İbn-i Mâce, Cihâd, 12)
Bir keresinde Abdullah bin Ömer (radıyallâhu anhumâ) Mekke yolunda bir bedevî ile karşılaşır. Ona selâm verir, binmekte olduğu merkebe onu bindirir, başındaki sarığı da ona giydirir.
Bu manzaraya şahit olan Abdullah bin Dînar, İbn-i Ömer'e;
"‒Allah hayrını versin, bunlar bedevîdir. Basit şeyler onları mutlu eder." der. Abdullah bin Ömer ona şu şekilde cevap verir:
"‒Bunun babası, babam Ömer bin Hattâb'ın dostu idi. Ben Rasûlullâh'ın şöyle dediğini işittim:
"İyiliklerin en değerlisi, insanın babası öldükten sonra, baba dostunun ailesini kollayıp gözetmesidir." (Müslim, Birr ve Sıla, 11-13)
VEFA GÖSTERMEK İMANDANDIR
Bir gün Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Âişe ile beraberken huzûr-i saâdetlerine ihtiyar bir hanım gelir. Allah Rasûlü ona adını sorar. O da; "Cessâme el-Müzenî" diye cevap verir. Bunun üzerine Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) "çirkin" manasına gelen bu adı, "güzel" anlamındaki yeni bir isimle değiştirerek, "Hayır, senin adın «Cessâme» değil, Hassâne el-Müzenî'dir" buyurur. Sonra da ihtiyar kadına hâlini hatırını sorar, pek çok iltifatlarda bulunur. Yaşlı hanım gittikten sonra Allah Rasûlü'nün ona gösterdiği ihtiram, ilgi ve alâkası dikkatinden kaçmamış olan Hazret-i Âişe merak ederek;
"‒Bu yaşlı hanım kimdi yâ Rasûlâllah?" diye sorar. O da;
"‒Hatice'nin arkadaşı olup onun sağlığında bize gelip giderdi. Kuşkusuz ahde güzel bir şekilde vefa göstermek imandandır." buyurur. (Hâkim, Müstedrek, I, 20)
MEHMED AKİF'TEN VEFA ÖRNEĞİ
Mehmed Âkif, kızının nikâh akdine çok sevdiği ahbâbından olan Bosnalı Ali Şevki Efendi'yi dâvet etmiş. Yaşlı hocaefendi bu dâvete biraz geç gelmiş ve gecikme sebebi olarak da Vefâ Yokuşu'ndan çıkışının biraz vakit aldığını söylemiş. Merhum Âkif de bu yerinde mazereti, yerinde bir hakikatle mezcederek mütebessim ve manidar şekilde şöyle cevaplamış:
"–Hangi Vefâ Yokuşu'ndan bahsediyorsun hoca efendi? Şimdiki nesil, o yokuşu çoktan düzledi."
Şimdilerde ise unutulmaya yüz tutmuş iyiliklerin peşinde sürükleniyoruz. Vefa kelimesini yüreklerde değil de ancak yazılarda yazarak, hatırlatmak gereği duyduğumuz bir maneviyata dönüştürüyoruz. Üzülüyoruz ve nitekim o bilindik cümleyi yine, yeniden kuruyoruz: "vefa kelimesi artık İstanbul'da bir semt adı olarak kalmış bulunmaktadır." (islamveihsan)
Biz de son vefamızı usta oyuncu Münir Özkul'a göstererek, onu sonsuzluğa uğurluyoruz...