Türk’ün gücünün simgesi: Kızılelma
Kızılelma, eski çağlardan beri Türk cihan hâkimiyeti idealini sembolik olarak ifade eden kavram olarak anıldı. Orta Asya’da Oğuz Türkleri için, hangi yöne giderlerse gitsinler hedefleri ve kazandıkları zaferin adı haline geldi. Bir zaferin, Türk’ün gücünün simgesi oldu.
En güzel marşını vurmadan mehter
Ya Allah... Bismillâh... Allahuekber!"
Kızılelma, sözlükte yeryüzündeki bütün Türkleri birleştirip büyük bir imparatorluk kurmayı amaç olarak alan ülkü olarak geçer. Türk milletinin tarihî ülkülerini temsil eden bir kavramdır. Türk tarihinde, Hunlardan itibaren bir dünya imparatorluğu olma ve yeryüzüne düzen verme ülküsünün tezahürleri görülür. Türk hakanları, "Güneş bayrağımız, gökyüzü çadırımız" diyerek bu egemenlik ülküsünü dile getirir, kendilerini sınırlamazlar. Hazar civarında, Göktürk hakanı Bizans elçisini kabul ettiğinde, bu olay, Türkün dünya hâkimiyetinin bir işareti olarak yorumlanır;
"Atalarımızdan böyle duyduk ki, Türkler cihana egemen olacaklar, bunun başlangıcı da Batı elçisinin gelmesi olacak."
Kızılelma tabirinin nereden geldiği açıkça belirtilmeksizin "erişilmesi istenen ülkü, elde edilmesi amaçlanan muhayyel yer" anlamında kullanıldığı görülür. Bazı araştırmacılar, tabirin köklerinin Uzakdoğu'da mitolojik çağlara kadar uzandığını ortaya koymaya çalışırken bir kısmı da insanlık tarihi kadar eski olan bu motifin Batı dünyasında da mevcut olduğunu belirtir. Bazı çağdaş araştırmacılara göre ise ilk defa Orta Asya'da Türkler arasında doğan bu ülkü, Ergenekon destanında Ergenekon'dan dışarı çıkma ve kaybedilmiş olan eski yurdu tekrar ele geçirme ideali şeklinde görülür.
Kavram zamanla, gerçekleştirilmesi düşünülen idealleri ve zapt edilmesi gereken yerleri belirleyen bir sembol haline dönüşür. Orta Asya'da Oğuz Türkleri için kızılelma, hangi yöne giderlerse gitsinler hedefleri ve kazandıkları zaferin adı haline gelir.
"BENİ YIKACAK KİMSE BURADAN GEÇECEKTİR"
Bizans döneminde Ayasofya'nın önünde dikili bir sütun üstünde at üzerindeki Iustinianos heykelinin elinde altından bir küre bulunmaktaydı. Bu şekilde bütün dünyayı hâkimiyeti altında tuttuğuna inanılan imparatorun elindeki kürenin (kızılelma) yere düşmesi, Bizans da dahil birçok ülkenin Türkler tarafından zapt edileceğine ve imparatorluğun çöküşüne işaret sayılmıştı. Ayrıca burada yer alan bir kitâbede, "Bu top benim elimde durduğu sürece dünyaya sahibim" sözlerinin yazılı bulunduğu; Iustinianos'un, "Beni yıkacak kimse buradan geçecektir" dediği de rivayet edilir.
Bizans halkı tarafından imparatorun sağ elinin sihirli bir güçle donanmış olduğuna, sol elinde bulunan altınla kaplı bronz kürenin de devletin refah ve ıstırabını sembolize ettiğine inanılıyor, şehirde yaşayan halk zaman zaman heykelin önüne gelip ümit ve korkuyla şehrin geleceğini düşünüyordu. 1317'de kürenin üzerindeki haç bir fırtınada düştüğü zaman halk büyük bir korkuya kapılmış, daha sonra elma biçimindeki top da düşüp parçalanınca bundan yakında devletin parçalanıp yıkılacağı mânası çıkarılmıştır.
Diğer bir rivayete göre de heykelin elindeki top Fâtih Sultan Mehmed'in İstanbul'u kuşatmasından kısa bir süre önce düşmüş, İmparator Konstantin iki defa onu tekrar yerine koymayı denemişse de başaramamıştır.
Bazı hıristiyan seyyahlara göre cihan hâkimiyetinin tılsımını taşıdığına inanılan altın küre Bizans İmparatorluğu'nun uğuru sayılıyordu. XV. yüzyılda heykelin yıkılması ve kürenin yere düşmesi birçok ülkenin elden çıkacağına, bu ülkelerin Türkler tarafından fethine ve imparatorluğun çöküşüne işaret sayılmıştı.
Gerçekte ise bu elma (Reichapfel) İstanbul'un Türkler tarafından fethinden çok önce kaybolmuştu. Seyyah Clavijo, 1403'te bunun hâlâ yerinde olduğunu söylerken Bavyeralı Knappe Schiltberger 1427'de artık onu orada görememiştir. Evliya Çelebi ise Hz. Muhammed'in doğumu sırasında Nemrud'un ateşkedesinin söndüğünü, Tâk-ı Kisrâ ile birlikte Ayasofya ve Kızılelmayı Rûm Kubbesi'nin de çöktüğünü yazar.
Fâtih Sultan Mehmed devrinden başlayarak III. Selim dönemine kadar Türk askerlerinin dillerinden düşürmediği, "Padişahım, biz senin uğrunda ta Kafdağı'nın ötesine, kızılelmaya dek varırız" sözleri Osmanlıların ebedî saltanatının bütünlüğü anlamında kullanılır.
İSTANBUL'UN FETHİNDEN SONRA
Türk milletinin hedef ve ideali Roma'ya yönelince burası bir kızılelma olur. Fâtih Sultan Mehmed'in veziri Gedik Ahmed Paşa'nın Otranto seferi, Kanûnî Sultan Süleyman'ın Korfu ve Pulya seferleri, Barbaros Hayreddin Paşa'nın Reggio seferi, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Viyana kuşatması hep kızılelma idealiyle açıklanmaya çalışıldı.
Kosova Meydan Savaşı'nın kazanılıp Sırbistan'ın Osmanlı topraklarına katılmasında önemli rol oynayan ve babasının yerine tahta geçen Yıldırım Bayezid cülûs tebriki için Edirne Sarayı'na gelen Venedik, Ceneviz ve diğer İtalyan devletlerinin barış ve ticaret anlaşmalarını yenilemek isteyen elçilerine, Osmanlı Devleti sınırları içinde ticaretin tabii bir hal olduğunu söyledikten sonra anlaşma yapılmasını reddetmiş ve Roma'ya kadar gidip Saint Pierre Kilisesi'nin mihrabında "atıma yem vereceğim" sözleriyle Roma (Rum papa) kızılelmasının, henüz doğu kızılelması (İstanbul) fethedilmeden önce Türk ülkesinin haritasına girmiş olduğunu resmen ilân etmiştir.
EDEBİYATTA KIZILELMA
Ziya Gökalp'in 23 Kânunusâni 1328'de (5 Şubat 1913) Türk Yurdu'nda yayımlanan ünlü manzum hikâyesi "Kızılelma" ile bu kavram değişik bir muhteva kazanarak yeniden gündeme gelir. Tanzimat'tan sonraki yıllarda hemen hemen unutulmaya yüz tutan bu sembole yeni bir anlam kazandırmaya çalışan Ziya Gökalp'te kızılelma bu defa, çökmekte ve dağılmakta olan Osmanlı Devleti yerine bütün Türkler'in bir araya gelerek kuracakları ve yüzyıllardır özlemini çektikleri Turan ülkesiyle eş anlamda kullanılır.
Demez taş, kaya
Yürürüz yaya!
Türküz, gideriz
Kızılelma'ya!
Ziya Gökalp
"Kızılelma" manzumesi, bütün Türkler tarafından heyecanla karşılandığı gibi bazı şarkiyatçıların da konuyla ilgilenmesine yol açar. Ziya Gökalp'ten birkaç yıl sonra Ömer Seyfeddin "Kızılelma Neresi?" adıyla yayımladığı hikâyede "padişahın atının ayağının bastığı yer" diye gösterdiği kızılelmaya "erişilmek istenen ülke" şeklinde açıklık getirir.
1914'te Aka Gündüz Muhterem Katil adlı kitabında, Yahya Kemal de "Gedik Ahmed Paşa'ya Gazel" adlı şiirinde yer alan, "Çıktı Otranto'ya pürvelvele Ahmed Pâşâ / Tûğlar varsa gerektir Kızılelma'ya kadar" mısralarında yine bu ideali ortaya koyar.
"Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,
Anadolu başlar, vatan olmaya...
Kızılelma'ya hey... Kızılelma'ya!!!
En güzel marşını vurmadan mehter
Ya Allah... Bismillâh... Allahuekber!"
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Cumhuriyet'ten sonraki yıllarda Hüseyin Nihal Atsız, Arif Nihat Asya, Necdet Sancar, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gibi şair ve yazarlar da kızılelma motifini daha çok Ziya Gökalp'in kullandığı tarzda Türkçülük ideolojisi çevresinde ele alıp işlediler.
'Yüz paralık kurşunla gider hayat dediğin;
Tanrı yolu uzaktır; erken kalk sıkı giyin.
Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin
Güzel Kızılelma'na varmadan öleceksin.'
Hüseyin Nihal Atsız
Derlenmiştir.
TDV, İslamansiklopedisi, KIZILELMA - Orhan Şaik Gökyay