The Post filmi ve gazetecilik
Steven Spielberg'ün yönetmenliğini üstlendiği The Post filminin yankıları hızını kesmeden devam ediyor. Filmi izleyenler sosyal medyadan yorumlarını sıcak bir şekilde dile getirirken, film son olarak Lübnan'da yasaklandı. Peki, Spielberg’ün her aktörün az çok kirlendiği, belli açmazları olan bir konuyu perdeye taşımaya giriştiği The Post’u, nasıl okumak gerekiyor?
Yönetmenliğini Amerikan değerlerinin yılmaz savunucusu olarak sembolleşen Steven Spielberg'ün, başrolünü ise Meryl Streep ve Tom Hanks'ın paylaştığı "The Post" filmi, gerçekten de gazetecilerin direnişini mi anlatıyor yoksa direniş adı altında övgü düzülen olaylardaki bu isimlerin CIA bağlantısını mı anlatıyor? İşte hakkında detaylı okuma yapılmayan film The Post'un pazara çıkan ipliği ve görünmek istemeyen gerçekleri!
Filmde gazetecilerin direnişi diye övgü düzülen isimler aslında CIA ile çok yakından ilişkili. Sanki Nixon tek başına, gizlice o koltuğa oturmuş ve kötülüğün tek kaynağıymış da Amerika'daki geri kalan her şey kusursuzmuş gibi bir tablo çiziliyor… Denkleme bakarsak aslında bir sürü gazete ve gazeteci var, hikâyenin zorluk düzeyini arttırmak için sonradan eklenmiş gibi duran "halka arz" gerilimi vesilesiyle borsacılar var, mahkeme var ama kötü tek bir karakter veya herhangi bir kurum yok!
Steven Spielberg'in son filmi "The Post", Amerikan basın ve özgürlük tarihinin çok önemli bir olayını, ABD derin devletinin Vietnam Savaşı konusunda halkı manipüle ederek yanılttığını ortaya koyan Pentagon Papers (Pentagon Belgeleri)'nin basına sızdırılarak New York Times ve Washington Post gazetelerinde yayınlanmasının öyküsünü anlatıyor.
FİLMİN KONUSUNA KISACA DEĞİNELİM…
Film, Amerika'nın ünlü Washington Post Gazetesi'nin sahibesi ile Genel Yayın Müdürü'nü ve "Pentagon Belgeleri"ni konu alıyor.
Yıl 1960'lar… 500 binden fazla Amerikan askeri Vietnam'da savaşıyor. Amerika'nın bin bir türlü bahanelerle Vietnam'ı kuşatmaya çalışması yani... Sebebi Vietnam'da ki uyuşturucu pazarını ele geçirip Asya'da ki uyuşturucu trafiğini kontrol altına alıp yönetmek ve Çin'in yükselişine, güçlenmesine mani olmak. Tüm bu sürecin kıvılcımını 'dönemin Amerika'sında yönetimde bulunan Nixon yönetiminin yalanlar ve asılsız iddialarla savaşın çıkmasında başrol oynadığını ve bunu herkesten gizlediği belgelerin Daniel Ellsberg isimli Amerikan ordusunda yer alan bir görevlinin, Washington Post gazetesine yollaması' çıkarıyor. Gazete de bunu yayınlayarak tüm kamuoyuna iletiyor. Nixon yönetimi, Washington Post'un çalışmalarını engellemeye başlıyor. Olay mahkemeye taşınıyor. Buna da dönemin USA Savunma Bakan Yardımcısı William Rehnquist ön ayak oluyor.
HESAPÇI VE İŞGÜZAR FİLM
The Post, yakın dönem Spielberg sinemasının en "hesapçı" ve "işgüzar" filmi olarak nitelendirilmeye başladı bile. Wikileaks sayesinde aşina olduğumuz sızdırmaların 1971 versiyonu olan Pentagon Papers; Birleşik Devletler hükümetlerinin Vietnam savaşının kazanılamayacağını kesin olarak bildiğini ve bunu kamuoyundan gizlediklerini; "savaş kaybeden başkan olarak anılmama", "iç ve dış kamuoyunu dizayn etme", "komünizmi baskılama" gibi türlü sebeplerle de anlamsız bir savaşı yıllardan beri sürdürdüklerinin ortaya çıkmasını sağlamıştı. Spielberg de, Pentagon Papers'ın sızdırılma ve halka ulaştırılma sürecini Washington Post gazetesi üzerinden, politikayı ve gazeteciliği merkeze yerleştirerek aktarıyor.
SANSÜR MÜ, OTOSANSÜR MÜ?
Esasında zannedildiği kadar berrak olmayan, her aktörün az çok kirlendiği, belli açmazları olan bir konuyu perdeye taşımaya girişen Spielberg işe, hikâyesinin yarattığı sorunları gidermekle başlıyor ve bir eleştirmen edasıyla, kendi hikâyesinin bütün defolarını tek tek tespit ederek her birine bir şerh düşüyor, özeleştiri kisvesi altında yardım savunması getiriyor. Filmi kötü, hesapçı ve işgüzar yapan, tam olarak, bu unsurlar oluyor.
Hikâyenin merkezindeki Washington Post'un sahibi Kay Graham (Meryl Streep) ve gazetenin başındaki Ben Bradlee (Tom Hanks), yıllardan beri Beyaz Saray'a yakın olan, başkanlarla ve üst düzey bürokratlarla ahbap çavuş ilişkisi kuran kimseler…
Başkanlarla Camp David'de inzivaya çekilecek, skandalın merkezindeki raporu hazırlatan bakan McNamara'yla (Bruce Greenwood) ağlaşacak, Kennedy ailesini "haber kaynağı" olarak görmeyecek kadar yönetim kadrosuyla içli dışlılar, hatta iktisadi olmayan bir ahbap çavuş kapitalizmi inşa etmişler…
WASHİNGTON POST ARKA PLANI
Kay Graham (Meryl Streep) 'ın büyükbabası Eugene Marc Meyer (Haham), üç Yahudi Fransız kardeşin kurduğu "Lazard Freres" şirketinin ortağıydı. Şirketin ABD San Francisco yönetiminde görev aldı. Babası Eugene Isaac Meyer da bu şirkette çalıştı. Aralarında bu şirketin de bulunduğu FED'in başkanlığını yaptı. Washington Post gazetesini 1933'te icradan satın aldı. Ve gazeteyi Cumhuriyet Parti çizgisine taşıdı. Daha sonra yönetimi damadına bıraktı; yani Phill Graham'a… Phill, OSS'de görev yaptı. George Kennan gibi diplomatlarla arkadaş oldu. W.Post onun döneminde CIA ilişkilerini sıklaştırdı. Bazı ajanlara gazeteci kimliği verdi ve dünyanın dört bir yanına gönderdi.
Ben Bradlee (Tom Hanks) ise savaş yıllarında deniz kuvvetleri istihbaratında çalıştı. CIA tarafından Avrupa'da kullanılmak üzere film, dergi vs. çıkaran ABD propaganda birimi USIE'ye katıldı. Propaganda çalışmalarında bulundu ve Fransa Hükümeti tarafından kovuldu. Bradlee, Phill Graham ölünce, W.Post genel yayın yönetmenliğine getirildi. Yani bu gazete derin devletin anahtarı ve yayın organıydı.
SAHTE ELEŞTİRİ
Kendilerinin de satır aralarında vurguladıkları gibi, gazeteci sıfatını bir kenara bırakarak, yıllarca kendilerine "otosansür" uygulamışlardı, ta ki Nixon başa geçene kadar. Filmde Beyaz Saray'ın bahçesine gizlenmiş röntgenci bir kameradan, sadece sırtı dönük, telefonda konuşurken gördüğümüz "şeytani" Nixon'ın, Pentagon Papers'ı yayınlayan New York Times'a uyguladığı sansür karşısında, bir anda "basına sansür uygulanamaz", "kurucu değerlerimiz ayaklar altına alınıyor" moduna geçen Post'un karar vericilerinin yıllardır kendilerine uyguladıkları otosansür, "eh biz de yanlış işler yaptık, mükemmel değiliz" tarzı bir iki "sahte eleştiri" cümlesiyle geçiştirilemeyecek kadar sorunlu ve en az Nixon'ın sansürü kadar üzerinde durulması gereken bir durum…
NİXON DIŞINDA KÖTÜ KARAKTER YOK
The Post'ta, Nixon dışında, tek bir kötü karakter yok. Çok ayaklı ve kalabalık bu kadroda, gerçekten Nixon dışında, irili ufaklı, suçlanabilecek, kötü diye nitelenebilecek ne bir kişi ne kurum var. Evet, Nixon'dan önceki başkanlar da halkı kandırdı, Nixon'ın etrafında çok kötü insanlar var deniyor, hatta McNamara'yı bizzat kamuoyuna yalan söylerken görüyoruz ama o bile beyaza çalan bir gri, insani sınırlar içerisinde dolanan biri olarak resmediliyor.
Denklemde bir sürü gazete ve gazeteci var, hikâyenin zorluk düzeyini arttırmak için sonradan eklenmiş gibi duran komik "halka arz" gerilimi vesilesiyle borsacılar var, mahkeme var ama kötü tek bir karakter veya defolu olduğu vurgulanan, işlevsizleştirilmiş, pasifize edilmiş herhangi bir kurum yok.
Sanki, Nixon tek başına, gizlice o koltuğa oturmuş ve kötülüğün tek kaynağıymış da Amerika'daki geri kalan her şey kusursuzmuş gibi bir tablo çiziliyor, kasıtlı olarak… Eğer aksi olsaydı, Spielberg, en azından ana karakterlere ve hikâyeye katkı sağlayacak, daha sert ve sinematografik anlara gebe mahkeme sürecini gerçeğe uygun anlatırdı çünkü bizzat Bradlee'nin dile getirdiği üzere, hasmane bir mahkeme süreci yaşanmış: Başlarda Bradlee ve diğer davalılar mahkeme salonuna bile alınmamışlar, alındıklarında ise iki tarafı birbirinden ayıran, üzeri siyah bezle kaplı bir cam duvarla karşılaşmışlar! "Komünistler", yani Post, devlet sırlarını duymasın, üstün ajan eğitimleri sonucu kazandıkları dudak okuma becerilerini kullanamasın diye siyah perdeyle kaplanmış bir camla ikiye bölünmüş bir mahkeme salonu yerine neden herkesin herkese saygı duyduğu, şirin mi şirin bir mahkeme ortamı yaratılır ki? Cevap ise basit; aksi halde suç nasıl bir kişiye yüklenebilirdi ki.
Filmde anlatılmayan Nixon'ın CIA'yi yeniden yapılandırmak istemesiydi… Ancak Çin'in taraf olduğu Vietnam Savaşı buna engeldi. Bu sebeple filmdeki gizli belgeler ve Watergate Skandalı Nixon'un sonunu getirdi. Bu skandalın arkasında da Bradlee'in yakın arkadaşı vardı…
Evet, bir gazeteci olarak gazetecilerin yönetilenlerin değil yönetenlerin sesi olduğu hem bilincindeyiz ancak her okumayı genel geçer yapmak durumunda da değiliz. Yani bu filmde üzerini atlamamamız gereken bir husus var. Bütün suçu şahsileştirerek Nixon'a yıkan, otosansürü pas geçip sansüre odaklanan, gerçekleri çarpıtan ve demode tekniklerle bezenen bu filmi gazetecilik dehası olarak okumak yanlış ve haksızlık olur…
Derlenmiştir.
Tersninja-Tanju Baran, beyazperde